Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '11

 
Kategori
Güncel
 

Ahmet Hakan'dan nasihatler…

Ahmet Hakan'dan nasihatler…
 

RESİM INTERNETTEN ALINMIŞTIR


YAPABİLDİKLERİM VE YAPAMADIKLARIMDAN…

Dün gece yeni bir deprem şokuyla sarsıldık.

Bu gün 10 Kasım.

Atanın gidişinin hüzünlü seyri ve Van’da yaşanan kayıpların üzüntüsü arasında gidip gelirken aklım; ne Van’a ne de Vanlıya edilebilecek umuda ilişkin bir kaç kelam, ne de Ata’ya söyleyecek iyi bir söz gelmiyor içimden.

Her iki durumda da çaresizim. Her iki durumda da üzgün ve yıkık halim.

Yazmak istesem de parmaklarım klavyede bir ileri bir geri gidip geliyor.

“Üzgünüm, huzursuz. Kayıplar içimi yaktı, hepsinin kurtulması için dualar ediyorum” diyecek oluyorum, havada kalıyor sözcükler. Onların acılarının yanında, hissettiğim acının zerre toz kadar kalacağını biliyor ve vazgeçiyorum.

Yaşayanla yaşamayan arasındaki farka saygımdan siliyorum.

Yaşamaktan da korkuyorum.

Atatürk için birkaç söz söyleyesim var. Olmuyor, ne desem bıraktığı günden sonra kendi adıma  “ne kattığım” sorusunun cevabını bulamamanın suçluluğuyla siliyorum başlığı. “Keşke” diyor kalıyorum. Keşkelerin ardı arkası gelmiyor.

Yok, bu gün yazmasam daha iyi. Kendi içimde, kendimle kalsın bende olanlar.

Karar verip gazeteleri okumakla yetinecekken;

Ahmet Hakan’ın genç köşe yazarları için 10 maddelik öğüt listesi geliyor.

İnsanı kamçılıyor, yazacağım.

Hakan'dan genç köşe yazarları için 10 maddelik ögüt listesi... 

1-Öfkeliyim. Depremde yıkılan binaların hasar tespitlerinin yapılmamış olmasından ötürü, yaşadığımız kayıplara öfkeli. Çadırda soba yakıp her depremden sonra yiten canlara sebep olanlara öfkeli. Daha sağlıklı ısınma olanağı sunulmadığı için. Suçlayabilecek kimseyi bulamamak ve topun kimin ayağında olduğunu anlayamamak salaklığı içinde serseri mayın gibiyim.

-Velev ki, suçlayacaklarım da var olsa dahi suçlayamayacak olmaktan öfkeliyim. Suçlu ve suçsuz ayırımının bana öğretilenden farklı olduğunu anladığımdan ve buna da dur diyememekten öfkeliyim.

-İçerdekilerin neden yattıkları ve içerde olması gerekenlerin nasıl çıktıkları üzerine soru soramamaktan öfkeliyim.

-Atatürk ve Cumhuriyet sözlerinin çekildiği mecraların derinliğinden korktuğum için öfkeliyim. Kadınlara sunulan hakları kibarca teslim etmekten, kendi cinsime öfkeliyim.

-Keşke, keşke, keşke… Bu sözü söylemekten ve sonuçsuz kalmasından da öfkeliyim.

-Özgürlükçü bir yapıdan bahse konu edilip, sonra bastırılmaktan öfkeliyim.

Eşitlik ilkesinin “Herkese eşitlik” olmadığını anlamış olmaktan öfkeliyim. Kendi eşitliğimi koruyacak cesareti göstermek üzere harekete geçmek isteğinin karşısında “Aman, sakın. Bak, yazanlara neler oluyor?” söylemini duymaktan öfkeliyim.

-Mutlak bir taraf olmak zorunluluğunda bırakmak çabalarına öfkeliyim.

Daha çok var ama…İyi yazarken, iyi yatmaktan korktuğumdan da öfkeliyim.

2-Ahmet Bey, iyi hoş da bana bir tane örnek verseniz onun üzerinde çalışsam. Tespitte zorluk çekiyorum. Teşbihte hata olmazmış. “Efendiliğini hiçbir koşulda bozmayacağını belli etmiş bir yazar” ifadesi kimi işaret eder? Herkes birbirine verip veriştiriyor da. Bende karıştırdım artık. (Ustaları tenzih eder, saygıyla selamlarım. Bir usta çırağı olarak kastım, yaşımdan fazla emek vermiş yazı erbabı değildir. Özellikle belirtirim.)

-Kaleme kuvvet. Kudret kazanan alttan geleni ezmenin keyfine varınca, en iyisi olmuş olmanın rehavetiyle göz bağlanıyor mu ne?

-En iyi yazar, en iyi şarkıcı, en iyi türkücü, en iyi golcü, en iyiler hep en iyilerin yanında kaldığından mı nedir? Yazabilmek gayretinin de küçümsenmesi söz konusu oluyor. Garip bir bulamaç. Emek ve gayret. Sabır ve basiret. Sonu hoş bir muhabbet olsa. Değersizlik de zor sormayın aslında. Değer verip okuyanların gözlerinin nuru sönmesin ne diyim. Sizden umutluyum. Gerçi polemik olmasa da niyetim. Henüz taze bir neferim.

3-Aha, dediğim yerdeyim. Gündemi yakalayamayacaktım. Zira basma kalıp birkaç sözle geçiştirmektense, yazmamak daha makbul geldi bu gün.

-Bazen yetmiyor demek ki bana lugatım.

-Namaz hariç nafilesi olmuyor hayatın. Çay iyi dem versin diye demliğe hep su koyarım. Alttan kaynarken çaydanlık, demlikte çayın çıkar rengi, dökümünde görülür berrak hali.

-Akıl bilenin. Doğrudur Ahmet Hakan tarafından bu söylenen. Sırf yazmak için de ota boka yazılmaz ki kardeşim.

4-Doğru söze ne denir? Doğduğun kültür ve çevre ne de garip bir dayatma insan için. Mensup olduğun topluluğun hatalarını görme, yanlışlarına sövme. Senden iyisi yok. Övgü dolu cümleler kur, geldiğin alt kimliği ve kültürü hep söyle, taraftar edinirsin böyle.

-Olmazsan öyle, pek de kıymet vermezler yalan yok, biz de böyle.

-Hatta işi abartır “Neden bizim hakkımızda fazla yazmıyorsun. İyi hoş yazıyorsun ama olmaz” falıyla dışlanmanın gerçekliğiyle ne olduğunu anlayamaz bir zaman insan. Sonra alışıyor kişi duruma. Pek de takmıyor tek yönlü bir takdirin sönen meşalesine.

-İnsana eşit durabilmek fikrinin ışığında, geldiğin kültüre sahip olmanın da keyifli hissiyatıyla beslenmek ne hoş oysa.

5-İşte, zurna ve ben… Lafı yoruyorum zahar? “Su ve kaynak” betimlemesi yapmıştı ustam, ilk yazmaya başladığımda. Gayret ediyor olsam da bazen sapıyor temadan yazan, yaşadıklarından dem vururken.

-Amaaa, buluyorum nihayeti. Şükür askıda bırakmadan okuyanı, anlattığımı sanıyorum meramımı

6-Kendini dahi güldürmek istiyor insan, bunca olumsuzluğa biraz gülücük gölgesi değsin. Yazınca böyle bir yazı, gelen ilk tepki “Hiç senin tarzına benzememiş, konik olmuş” Eee, ulaşmışım amaca. Yok, olmuyor onların okuduğu şekilde yazmayınca.

-Yahut, “Ben anlamadım. Neden buna gerek gördün. Gülecek günler yaşamıyoruz ki” sanki ben ve okuyan bilmiyor durumu. Karamsarlıktan sıyrılmaya vesile hazırlamak geliyor içimden o kadar.

7-Bu fena bir durum. Yazmaya ilk başladığım zaman, blog yazılarımı dostlarıma ve arkadaşlarıma mail gönderiyorum. Malum kimse tanımıyor ve okunma oranlarım çok düşük. Destek bekliyorum hepsinden.

-Bir arkadaşımla telefon görüşmesi yapıyorum “Okudum yazını” dedi. “Nasıl buldun?” sorusunu sormadan geçemedim. Cevap çok ilginçti “Aslında arayacaktım, şurası olmamış çıkartıp şöyle yaz diye” dedi. Ne mi dedim?

-Başka bir dostum ki taa, çocukluktan büyümüşüz birlikte. “Canım, hiç diğer yazılarına benzememiş. Hoşuma gitmedi kusura bakma.” Dedi. Süpeeeer.

-En ziyade ablamın yazılarım hakkında yaptığı yorumları severim. Bir defasında, yaptığı yorumdan kızgın ve hırslı olduğum zaman yazılarımın kötü olduğunu çok net anladım. Artık o ruh hallerinde yazmamaya çalışıyorum.

8-Henüz bu tecrübeye ermemiş olmanın rahatlığıyla “Yok daha neler?” diyeceğim. Sırtımı bir savcıya olmasa da bir editöre dayadığımı itiraf ediyorum.

-İhbar mı dediniz? Sohbetten korkar olduk, ihbar sayıldığından beri.

-Başka seçeneğim yoktu. Varsa söyleyin ve öğretin lütfen. Ha, “Kendi internet siteni kur, kendi yazılarını kendin yayınla” şeklinde gelecek akil vari tekliflere kapalıyım.

9-Gayret bizden, takdir editörden. Sonu hayır olsun. Emeksiz yemek olmadığına göre emek burada. Geriye yemek kaldı. Nasip…

10-Anladım, doğru yola ibreyi kırmış durumdayım. Okuyucu oranlarına bakınca fena sayılmaz. Yorumlardan yolun yönünü anlamak daha kolay oluyor.

-Az gittim, uz gittim. Daha çoook gideceğim...

Ahmet Bey'e günüme yeni bir pencere açtığı için teşekkür ederim.

Sağlıkla ve mutlu kalın 10/11/2011

Gülay Mustafaoğlu

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..