Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '12

 
Kategori
Edebiyat
 

Ahmet Hamdi Tanpınar'da Estetik form olarak müzik

Ahmet Hamdi Tanpınar'da  Estetik form olarak müzik
 

 

       Edebiyatımızda musikiyi sanatının içinde, onunla bütünleştirerek kullanan başka bir isim var mı bilemiyorum. Ama Tanpınar’ın sanat birikiminde en önemli argümanın musiki olduğunu çoğumuz biliriz.  O, musikiyi estetik bir form olarak görmenin dışında, onun hayatımızın manevi cephesini imar ettiğinin de farkındadır.

         Güzel sanatların her dalına ilgi duyan ve kendi estetiğini bunların şekillendirdiği bir temel üzerine kuran Tanpınar için musiki vazgeçilmez bir kavram ve değer olmuştur her zaman. Sadece Klasik Türk Müziği değil, aynı zamanda Klasik Batı Müziği ve özellikle Wagner, Ravel, Debussy’nin de hayranıdır. “Huzur” da, Beethoven’in opus132 La Minör yaylı sazlar kuartetinden  ayrıntılı bir şekilde bahsettiği görülür.

          Tanpınar, musikiyi eski medeniyetlerimizin Batı’ya karşı ayakta kalan ve bize aitliğini muhafaza edebildiğimiz tek sanat olarak görür. Ona göre Abdülkadir Meragi’nin Segahkar’ı, Itri’nin Nevakar’ı, Dede Efendi’nin Ferahfeza Ayini medeniyetimizin sadece üç ayrı yüzünü değil, aynı zamanda bütün bir tarihi önümüze serer.

          Berna Moran, “Bir Huzursuzluğun Romanı Olan Huzur” yazısında, müziğin işlevi konusunda şöyle yazar: “ (…) Tanpınar’a göre 19.yüzyılın ikinci yarısından bu yana şiirde, edebiyatta, resim ve heykelde etkili olan müziktir. ‘Bütün sanatlar musikinin peşindedir.’ Ve bir sanatçı olarak Tanpınar’ın kendi de.”

         Tanpınar, müzikle o kadar iç içedir ki müzik dinlerken gözünün önünde canlanan cisimler gördüğünden ve bunun da  “uyanıkken görülen rüya” olduğundan söz eder. Hatta müzik onun nazarında bir “dua”dan farksızdır.       

        Bu bağlamda, Tanpınar’ın eserlerinde musikinin nasıl tamamlayıcı bir unsur olduğuna bakabiliriz: Şiirlerinden başladığımızda, O’nun duygularını müzik eşliğinde anlatacak kadar  müziğin içinde olduğu görülür: “Bu çılgın uyanış her düşünceden / Üst üste ve zalim bir kader gibi / Bir melek uzanmış siyah geceden / Mahur sularında tutuştu gemi”   (…)   “Ey bitmek bilmeyen hıncı zamanın / Her şey bana karşı kendi içinde / Renk ve büyüsüyle bakışlarının / Musiki hatıran gibi peşimde.”

 Tanpınar’da şiir estetiğinin üç kurucu öğeden oluştuğunu görürüz; rüya, zaman, musiki. Bu üçü birbiriyle bir bileşime girerek Tanpınar’ın şiirine sızarlar.

“Bu hayalde uyur Bursa her gece / Her şafak onunla uyanır güler / Gümüş aydınlıkta serviler güller / Serin hülyasıyla çeşmelerinin / Başındayım sanki bir mucizenin / Su sesi ve kanat şakırtısından / Billur bir avizedir Bursa’da zaman.”

        Rüya ve zamanın musikiyle birlikteliği organik bir bütünlük arz eder. “Musiki daima bir oluş halindedir. Zaman gibi onun nizamıyla kendisini yiyerek büyür, kendinde doğar ve kendinde kaybolur. (…) Musiki giydirilmiş zamandır.” Der Tanpınar.

“Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare geniş bir anın / Parçalanmaz akışında”

         “Her çehre, her hatıra bize kendi hususi nağmeleriyle gelir. Onu yeniden yaşamak için bu sesi bulabilmek lazımdır” sözleri onun kelimelerle çizdiği soyut tablonun çoğu zaman “hususi bir sesten” yani musikiden beslendiğini ifade eder.

Sen akşamlar kadar büyülü sıcak / Rüyaların kadar sade, güzeldin / Baş başa uzandık günlerce ıslak / Çimenlerine yaz bahçelerinin”

“Ömrün gecesinde sükun aydınlık/ Boşanan bir seldi avuçlarından / Bir masal meyvesi gibi paylaştık / Mehtabı kırılmış dal uçlarından”

        Tanpınar, en küçük şiiri dahil, her eserinin başında Batı’dan ya da Doğu’dan bir musiki esintisi olduğunu söylerken şiirinin kapısını açacak bir anahtar verir bize.  

        Türk Müziğinin en eski makamlarından biri olan Mahur, Tanpınar’ın ilk romanına da isim olmuştur. Tanpınar, müzik ile incelen ve derinleşen sanat anlayışı ile Mahur makamına diğer eserlerinde de yer verir. O’nu etkileyen en ünlü Mahur beste, romanını ithaf ettiği Eyyubi Bekir Ağa’nın “Bir afet-i mah-peyker ile nüktelerim var” sözleriyle başlayan şarkısıdır.

      “Mahur Beste” acı bir aşk hikayesinin klasik musiki kalıplarıyla soyutlanmasıdır bir anlamda. Tanpınar’ın Türk Müziğini medeniyetimizin özlü bir yansıması olarak kabul edişi romanda kendini fazlasıyla belli eder. Öyle ki, kişileri bazen müzik zevkleriyle tasvir eder: “ Molla Bey Efendi, Ferahfeza ile Bayati’ye bayılırlardı.” Ve hatta ortamı musikiyle anlatır: “Boğaz gecesinin geniş pırıltılı sükutu Bayati’nin, Mahurun sıcak busesi ile kucaklaşırdı.”

      Müzik aşkta bile bir adım önde gider romanın sayfalarında: “Onlar birbirini tanımadan, sevmeden önce Mahur Beste’yi tanır severlerdi. Biraz da kendilerinden önce doğan bu aşk hikayesine göre şahsiyetlerini hazırlamışlardı.”

      Türk Müziği öne geçse de Batı Müziğine uzak kalmaz Tanpınar: “Ona göre keman Allah’a giden yolların en kısasıydı. Her türlü kutsiliğin, ermişliğin tek kapısı vardı, bu da ta yedi yaşından beri delicesine sevdiği Bach idi.”     

      Musiki ile iç içe bir roman gibi görünse de, Tanzimat sonrası toplum hayatımızın her yöne yansıyan değişim ve başkalaşımını gözler önüne serer Mahur Beste.  Yedi bölümden oluşan eser, “İnsanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir” görüş ve gerçeğinin karakteristik roman örneklerindendir.

      Tanpınar’ın, ikinci romanı “Huzur” için verdiği bir röportajda, söylediği şu sözler oldukça ilgi çekicidir: “Romanın asıl kahramanları İstanbul ve musikimizdir.” Mahur Beste’de olduğu gibi burada da kahramanların tasviri, ilişkilerinin ana bağlantısı çoğu zaman müzikle kurulur. Ortam bir besteyle anlatılır. Nasıl başlarsa başlasın, duygular, düşünceler, yakınlaşmalar müzikle düğümlenir : “… beklemişlerdi. Mümtaz işte orada, Nuran’dan bir daha Dede’nin Sultaniyegah bestesiyle, Talat Bey’in Mahur bestesini dinledi.”

      Romanlarında musikiyi derinden yorumlayan yazar, “Huzur” da bunu bir fon müziğine dönüştürmeyi başarır. Dede Efendi’nin Rast eserinden söz ettiği şu cümleler sanırım bunun en güzel ifadesidir: “İlk önce Kar-ı Natık’tan birkaç parça ile başlandı. Gözlerimizin önünde acaip, gayri şe’ni renklerde bir halı dokundu. Her makam kendi hususiyetlerinle, kendi akşamlarının ve şafaklarının büyüsüyle, mehtapların sihri, bahçelerinde açan çiçeklerin kokusu ve meyvelerin lezzetiyle bir iklim tadılır gibi önümüzden geçti.”

      Tanpınar, Mümtaz ve Nuran’ın duygularını müzik aracılığıyla verir. Bu yüzden eserdeki müzik terimlerinin kullanılışı tüm romanın olay örgüsünü yönlendirecek yoğunluktadır. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bakış’ında Huzur’un bir müzik formuna, özellikle de senfonik bir yapıta göre düzenlendiğine değinir. Öyle ki, 1. Bölüm sıkıntılı, 2.Bölüm neşeli, 3. Bölüm melankolik, 4. Bölüm çok sıkıntılı bir yapıdadır.

      “Huzur” ve “Mahur Beste”  müziğin hem hayatımızdaki önemini hem kültür tarihimizdeki belirleyici rolünü göstermesi yönünden önemli bir roman. Ancak yeni kuşağın bu müzikten ne kadar zevk aldığı ve anladığı da düşündürüyor elbet.

       Romanları eksen alınsa da “Beş Şehir”i görmezden gelmemiz mümkün değil elbet! Çünkü o şehirleri de müziğiyle anlatır Tanpınar. Erzurum’da dinlediği, bildiği müzik için; “Billur Piyale, bizi ‘mahalli, klasik adını verebileceğimiz orta sınıf musikisine götürür” der. Mahalli klasik deyimi, bugün halk müziği ve etnik müzikler için de kullanılabilecek bir deyiştir.

        “Konya”yı anlatırken müziğin yanı sıra folkloruna da değinir. “Ben Orta Anadolu türkülerini o gurbet, keder, türlü ten yorgunluğu ve iç darlığı dolu dert kervanlarını bu şehirde tanıdım.”

         Tanpınar’ı “İstanbul” da düşüncelere daldıran da Beyati Aksak Semaisiyle Tab’i Mustafa Efendi olur.

           Tanpınar’ı  sadece bir edebiyatçı olarak tanımlamak ona karşı haksızlıktır elbet.  O, aynı zamanda Türk kültür ve medeniyetinin her dalında özgün fikirleriyle kalem oynatan bir fikir adamıdır da. 1923 de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra Erzurum, Konya, Ankara ve İstanbul liselerinde edebiyat öğretmenliği yapan Tanpınar, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde de Sanat Tarihi ve Estetik dersleri verdi.  1939 da İst. Üniv. Edebiyat Fak. de açılan Türk Edebiyatı kürsüsü profesörlüğüne getirildi.  Birkaç yıl sonra CHP den Maraş Milletvekili seçilerek TBMM ne girdi.

       Bir sonraki seçimlerde aday gösterilmeyince yeniden kürsüsüne dönerek ölümüne kadar burada kaldı.  Tanıştığı Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in yakın dostu olması yanı sıra, Yahya Kemal’in öğrencisi de oldu. Klasik Türk Müziğine aşk derecesindeki yakınlığında Yahya Kemal’in etkisi görülse de ilk eserlerinde Ahmet Haşim’in izleri vardır.

       İçe dönük bir bakışla doğa ile iletişim kurmaya çalışan Tanpınar, şiirlerinde Bergson’un felsefesinden kaynaklanan “Zaman” kavramını işledi. Onun eserlerinde zaman, basit bir süreklilik değil, çok katlı ve karmaşık bir akıştır.

        Bu çok katlı ve karmaşık akış, 23 Haziran 1901 tarihinden 24 Ocak 1962 tarihine kadar hep aynı hızla akıp gitti.

        Ve Tanpınar, bu akış içinde Zaman’ın içinden bir musiki gibi geçti…

 

Melek Koç

Yaba Edebiyat / Mayıs-Haziran 2012 S.76

Kaynakça:

1- Edebiyatımıza Dipnotlar/ Doğan Hızlan YKY 2010

2- A.H.Tanpınar ve Musiki / Nesrin Tağızade Karaca  Hece Yay.2006

3- Bir Musiki Sevdalısı Yazar:A.H.Tanpınar / S.Zeki Çavdaroğlu  Musiki Dergisi 9.8.2009

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..