Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '18

 
Kategori
Tarih
 

Ahmet Haşimin Mektubundaki Anadolu

Ahmet Haşimin Mektubundaki Anadolu
 

Ahmet Haşim


Tarih bilgilerine başvurulduğunda görülecektir ki 1900’lu yıllar her yönü ile zor, sıkıntılı bir dönemdir. 1. Dünya Savaşı devam etmektedir. Rusya’da Bolşevik devrimi olmuştur. Osmanlı Devleti bütün cephelerde ağır kayıplar vermiş, yoksulluk, çaresizlik alıp yürümüştür. Anadolu halkı ıssızlığın ortasında yaşama mücadelesi vermektedir. Salgın hastalıklar, bitmeyen savaşlar, cepheye gidip de dönmeyen yiğitler ve sönen ocaklar, yetimler… Kaderine terk edilmiş Anadolu’da trajik, hazin haller yaşanmaktadır.

Bir toplumun ilerlemesi, gelişmesi kolay olmuyor. Los Angeles’teki Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde (UCLA) psikoloji ve kültür antropoljisi alanında ders veren, Prof. Robert B.Edgerton’a göre bazı toplumlar gelişme basamaklarında geridir, bazıları ise ileridir. “Bunu kabul etmemek, geri toplumları geride kalmaya mahkûm etmek demektir.” “Hasta Toplumlar” kitabında ise “Hasta toplumlar, kendi bireylerine o kadar acı verirler ki, birey o toplumdan kaçmak ister.”

Ulusal önderimiz Atatürk kendi yaşadığı toplumun çağdaş toplumlardan daha geri hatta hasta olduğunu kabul ediyordu. 1884’te Bağdat’ta doğan ve çocukluğu Bağdat’ta geçen, öğretmenlik yapmış, maliyede çalışmış, Avrupa’yı tanıyan1933’te İstanbul’da yaşamını yitiren şair Ahmet Haşim’in, 3 Eylül 1919 da Anadolu’nun içler acısı halini anlatan mektubu Cumhuriyet’in ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullar altında başlatıldığını ve sürdürüldüğünü anlamak adına önemli tarihi bir vesikadır. Ahmet Haşim’in, Demokrat Partinin kurucularından ve ilk savunma Bakanı Manisa milletvekili Refik Şevket beye yazıp gönderdiği mektuptan…

“Sevgili Refik,..

Yirmi gün süren ve nice bağ ve bahçe safalarına rağmen ruhumda hiçbir hakikî lezzetin hatırasını bırakmayan bu devrenin sonunda bu ikinci mektubu gene Niğde’den yazıyorum…

en zenginlerinin evinde geçirilen bir gecenin sabahında, nefis bir yemek diye sofraya getirilen suyla pişmiş uğursuz bir fasulyanın barsaklarda sebep olduğu gazlar ve ıstıraplar ile uyanılıp da anlaşıldığı zaman, bu akılsız kardeşlerin maksatsız hayatına, boşa giden üstün gayretle çalışmalarına karşı derin bir elem duymamak mümkün değildir. Refik; Ankara’da, Almanya imparatorunun Anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere gönderdiği bir tıp heyetinin bazı büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. Bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? Beslenme eksikliği. Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. İstisnasız nakil araçları kağnıdır. Ellerinde esir olan öküzler ve bu türden hayvanlar için en zalim düşüncelerin bile icâdından aciz kalabileceği -bununla beraber ağır, dar ve maksada gayr-ı salih bu âlet- hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. Uzaktan görüldüğü zaman heyet-i umumiyesiyle bir arabadan ziyade büyük ve korkunç bir karafatma hissini veren tarihe âşina bir göz için üzerindeki uzun değneği ve ayakta duran arabacısıyla dara ve keyhüsrev devirlerine ait taşlar üstünde çizilmiş ilkel arabaları hatırlatan bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevk eden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.

Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. Tezeğin bu adamlar nezdindeki kıymeti hayret vericidir. sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküz kıçlarından bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adamlarla koşarak, öküz götünden düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan gözbebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. Bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. Anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. bütün havalarında o hoş koku solunur. Yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir…

Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelâde taşların, çalı çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi, gelişigüzel dizilmesinden hasıl olmuştur. Baca nedir, bilir misin? Dibi kırık bir testi. …

Anadolu, külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celâl’in dediği gibi en nefis bir icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir…

Anadolu, hemen bir uçtan bir uca firengilidir. Anadoluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder... Refik. Anadolular hakkında sana daha çok yazacak şeyler varsa da mektuba gülünç bir makale süsü vermemek için bu konuyu burada kesiyorum...”

Bu gözlemlerin ortaya koyduğu Anadolu’nun, taş devrinden kalmış, orta çağ koşullarına indirgenmiş, geri kalmış o düzeye itilmiş bir toplum olduğudur. Osmanlının son iki yüz yılı için buna benzer nice gözlemler vardır. Hatta bizzat III.Mustafa ve III. Selim ve II.Mahmud gibi padişahlar bunları dile getirmiştir. Haşim’in mektubunda ifade edilen Anadolu gerçeklerini inkar edenler ya tarih cahilidir ya da art niyetlidir.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..