Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '14

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Ahmet Pehlivan

Ahmet Pehlivan
 

 
"Geleneğimizdendir çok sevdiğimizin adını ,yeni doğan buzağıya vermek." Ahmet "adını verdiği buzağıyı, " Sarı Kız'ın" sıcacık memeleri altına sürükledi."
 
Yağlı güreş yapmak, gelenek olmaktan öte  hayat tarzı, geçim kaynağıdır. Güreş günü önceden ahaliye bildirilirdi.Pehlivan takımı zaten haberliydi.
 
Akın akın gelinirdi Kırkpınar'da "Er Maydanı'na" .Çayır, urganla çevilmişti ki ,gelenlerden ücret alınsın . Pehlivanlar , parasız girerdi.Cazgır (salavatçı) davulları susturup,bağıra bağıra dua ederdi.
.
.
 
Allah Allah illallah
Hayırlar gele inşallah
Pirimiz Hamza Pehivan
Aslımız neslimiz pehlivan
iki yiğit çıkmış meydana
Birbirinden merdane
Biri ak biri kara
İkisinin de zoru para
Alta geldim diye erinme
Üste çıktım diye sevinme
Alta düşersen apış
Üste çıkarsan yapış
Vur sarmayı kündeden at
Gönder Muhammed'e salavat 
Seyirttim gittim pınara
Allah, her ikinizin de işini onara...
 
Pehlivanlar sırasıyla ; tozkoparan , deste, orta, başaltı ve baş gruplarına ayrılırlardı. Kilo, yaş ve oyun tarzlarına , önceki yıl ve o mevsim elde ettikleri başarılara göre,eşleştilirdi.
 
Canlı bir ticari ve kültürel faaliyet başlardı. Panayır kurulurdu. Sigara kutularına halka atanlar, cambazlar, langırtçılar ,mis gibi soğan koklatan lahmacuncular, dansöz oynatanlar ,"soğuk su, ayran, gazoz !" diye bağıranlar ,aylardır görüşmeyenlerin sarılmaları , kovalamaca oynayan çocuklar,yankesiciler , çocuğunu kaybedip telaşla arayan babalar ,arzı endam ederken hiç susmayan davullu zurnalı kahramanlık ezgileri, uzaklardan bile duyulurdu.
 
Pehlivanların "kısbet" denilen,manda derisinden yapılmış bel ve dizin bır karış altında, ayaklara sıkıca bağlanmış pantolonları dışında, giysisi yoktu.Güreşte kısbet arkadan yırtılırsa, pehlivan utançtan ayağa kalkamadığı gibi yenik de sayılırdı. Su ve yağ karışımı ,kazanlardan ibrikle alınır, önce sağ elle olmak üzere , omuzlara , göğse ,kazınmış kafaya , kısbete sürülürdü.Birbirlerinin sırtını da yağlarlardı.Peşrev çekilir, el enseyle rakibin gücü sınanırdı. Yenen, soluklanmadan başka rakiple kapışırdı. Buna "kıran kırana güreş" denilirdi. Gidişine göre zurna ve davulun tokmağı farklı ritimle çalınır,güreşçileri "kızıştırırlardı. Maçın sona ermesinin en önemli kanıtı, iki omuzun yere sabit hale getirilmesi olup; "tuş oldu " denilirdi.Grup birincilerine ,para yerine koyun, ,dana , inek gibi ödüller verilirdi.
 
Agası Süleyman, er meydanındaki boğa vari gücüyle ,genç bir fidanı soluksuz bıraktığı için kahretmiş ; güreşi bırakmıştı Ahmet. Ons sekiz yıldır onun öyküleriyle serpilmişti. Kumaş pantolunu bilmem kaç defa güreş yaparken "cırılmış!" eve mahcup bir edayla dönmüştü. Hayalinde hep "baş pehlivan olmak,nam salmak!" vardı .Hergeleci İbrahim'i ,Kel Alico'yu ,Kurtdereli Mehmet'i ,Koca Yusuf'u, Arnavutoğlu'nu ,Kara Ali'yi "Eski bir pehlivan tefrikasıyla " Murat Sertoğlu'nun doyumsuz kaleminden okumuş, onlar gibi olmak istemişti. 
 
Babası, Pilevne  muhacırıydı.Son yüz elli senede Balkanlar'dan gelen bilmem kaçıncı göç zincirinin son halkalarındandı.Çiftlik evi ,ahır,samanlık ve kümesi olan yirmi iki buçuk dönüm arazisi vardı .Buğday,gündöndü ,Ergene'nin taştığı yıllarda da pirinç ekerlerdi.Alınan mahsul, yıllık ev ihtiyacını ancak karşılardı .Dört inekleri ,iki öküzleri,Ergene kıyıcığına zaman zaman kaçıp sazlıklar arasındaki çamurlarla oynaşan solucanlardan karınlarını  doyuran ördek kolonisiyle, bir kümes dolusu tavukları, horozları vardı.
 
Şalvarı, yıkanmaktan alı moru açılmış önlüğü , pembe kazağı, yünden yeleği, kenarlarına tavuk boku yapışmış kara lastiği, saç arkasından ,dolandırarak başının üstünden bağladığı tülbentiyle , sarışın kadının yüzünde nefritten mi ,nefretten mi olduğu belirsiz şişkinlik ve kırışıklıklar alimane bir görüntü veriyordu .Sabah erkenden kalktı .Toprak kokusunu içine çekti.Omuzunu çıtlattı.Sol elini yere doğru hızla salladı. Romatizmadan ,belli belirsiz büklümleşen işaret parmağıyla ,akşamdan mayaladığı yumuşak hamurun hafiften katılaşan göbeğine usulca bastırdı.Memnun oldu. 
 
"Davul " denilen fırını , çalı çırpıyla besleyerek yaktı.Basmadan önlüğünü torba şekline getirerek dört tabak buğday, biraz da kepek koydu. Ördeklerini ,tavuklarını kahvaltıya davet etti.Kalaylı bakır kovasını yüklenerek ineklerini sağdı.Geleneğimizdendir, çok sevdiğimizin adını yeni doğan buzağıya vermek . "Ahmet "adını verdiği buzağıyı, Sarı Kız'ın sıcacık memeleri altına sürükledi. Kara dipli  kalaylı kazanda pişirdiği sütün sıcacık kaymağını özenle ayırdı.Bal, tereyağı ve yeni pişirdiği ekmeği alıp, pehlivan yiğidinin odasına yöneldi. Bugün, büyük gündü ! Ahmet baş pehlivan olmak için kırankırana yarışa girecek, belki bir inekle dönecekti. İneği "Kocaman Öküzle" evlendirmek güzel olacaktı ! 
 
Elindeki sinisi ,kavaktan yapılmış oda kapısını ayağıyla itti.Menteşeden gelen iç gıcırtatıcı sesle ,kara kedinin odaya süzülmesi, Ahmet'in çoktan soğuyan bedenini görmesiyle , düşen  tabakların yerde attığı çığlığın,kendi çığlığına karışması bir anda oldu. Bu işin yaşı yoktu... 
 
Hayat bu sevgili dostlarım , bir gün biter...
 
04.03.2012
 
msgazioğlu
 
.
 
Toplam blog
: 40
: 956
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Yüreğinize ulaşabilmek ,duygularımı ,deneme , anı , şiir  ve fotoğraflarımı paylaşmak istiyorum ...