Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '13

 
Kategori
Kültürler
 

Aidiyet yoksunluğu, aldatılmışlık ve kalitesizlik üzerine...

Aidiyet yoksunluğu, aldatılmışlık ve kalitesizlik üzerine...
 

31 Ağustos Cumartesi günü Alman takımları arasında oynanan FC Schalke 04-Bayer Leverkusen maçını TRT kanalından canlı olarak izledim. Maçı, 61.000 seyirci izledi. Tribündeki seyircilerin hepsinin aidiyet sahibi olduklarını gördüm. Takımlarını destekleyerek katkı veriyor, hayran olunacak görüntüler sunuyorlardı.

FC Schalke 04, Gelsenkirchen kentini Bundesliga'da temsil eden ve ev sahipliği yapan futbol kulübü  takımıdır. Takım kendi saha maçlarını son yıllarda yapılmış en modern ve atmosferi en çok etkileyici stadlardan biri olarak görülen 62.000 seyirci kapasiteli stadında oynamaktadır.
 Gelsenkirchen kentinin (2010 sonu itibariyle) nüfusunun, 257,981 kişi olduğunu hiç unutmayalım.
 Yine 31 Ağustos Cumartesi günü TRT'de B.Mönchengladbach maçını izledim. Mönchengladbach kentinin nüfusu 257.993 (31/12/2010 itibarıyla).  Maça gelen seyirci sayısı 54.000 kişi olarak açıklandı.

Her iki kentte yaşayan insanların yaklaşık beşte birinin, takımlarını desteklemek için stadyuma gittiklerini gördüm. Üzerlerine giydikleri formalardan ve boyunlarındaki atkılardan, kentlerinin ürettiği bu önemli değeri sahiplendiklerini anladım. Onların bu tutkunlukları, bu sahiplenmeleri, Almanların yaşamlarındaki hayranlık uyandıran diğer üstünlüklerine bir zemin, bir temel oluşturduğunu düşündüm.
 Almanya'da, insanların, yaşadıkları şehirde üretilen sosyal, kültürel değerlere sahip çıkmaları, destekleyerek katkı sunmaları bir sonuçtur aslında. Bu sonuçları yaratan bence en önemli neden, toplumu oluşturan bireylerde oluşmuş olan anlayıştır. Her bireyin özümsediği değerler, anlayışlar bütününün ortaya çıkardığı, tanıdığımız Alman ortak kültürünün, ülkemizde yaşayan insanlardaki yansıması genellikle biraz hayranlık, biraz da şaşkınlık olmaktadır.
 
Ülkemizin kentlerinde üretilen sosyal ve kültürel değerlere, yine o kentin insanları tarafından sahip çıkılmamaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasının en önemli nedeni, Türk insanının sahip olduğu farklı anlayıştır/zihniyettir.

Hep şikayet ederiz. Bizi bölüyorlar diye. Her zaman insanlarının duruşuyla bu toplum kendi kendisini bölmektedir zaten. Ya da bölünmeye hazır bir özü vardır. Aidiyet yoksunu oluşuyla; bir değer üretmemesi ya da yaşadığı yerde üretilen değerlerine sahip çıkmaması; evrensel ve çağdaş olana aykırı düşünüş ve duruşlar sergilemesiyle; her zaman güçlü olanın yanında konuşlanmasıyla, bölünmeye hazırdır ülkemin insanları. Sahip olunan bu özellikleri ile yıllardır, Dünyada örneği olmayan bir fark (olumsuzluk) yaratılmaktadır insanlarımız tarafından

Yaşı biraz olanlar hatırlayacaktır. 1980'li yıllarda ithal serbest değildi. Milpa diye bir kuruluştan 1993 yılında yerli bir otomobil almıştım. Satın alırken, şimdiki alım gücüyle, Avrupa'nın en önemli markasının otomobilini alabilecek miktarda para ödemiştik otomobilimiz için. Otomobilin sağ aynası yoktu. Rahmetli kayınpederimin: "Oğlum, özellikle aynayı takmıyorlar, oradan kazanacakları paranın hesabını yapıyorlar" dediğini hatırlıyorum. Aldığımız bu otomobilde yürüyen aksam, kaporta olmak üzere, bütün her şeyinde kalitesizlik fark ediliyordu.

Aslında bir tezgahtı bu. Bu tezgahı planlayanlar, insanlarımızı aldattıkları, kandırdıkları bir düzen yaratmışlardı. Bu düzen kimin işine yaramaktaydı?... Bu soruyu sorduğumuzda, verilecek en net cevap, aldatılan insanlarımızın işine yaramadığıydı.

Sayıları birkaç tane olan otomobil üreticisi işletmelere yarayan, devletin kurduğu ve yaşamasına ön ayak olduğu bu düzen yıllarca sürdü. Rekabetin olmadığı ekonomik düzen içinde yıllarca sömürüldü insanlarımız. Bir gün ithal serbest bırakıldı. O günden bugüne birilerinin tatlı paralar kazanma dönemi bitti. Türk insanı da sanayi ürünlerinde kaliteyle tanıştı.

Sanayi alanında rekabet yaratıldı ama ülkemizde başka alanlarda o rekabet hala yaratılamadı. Rekabetin yaratılmadığı en önemli alandır spor. Devletin ya da onu temsil eden kurumların koruması ve desteği altında, özellikle de futbolda rekabetin önüne geçilmekte olduğu için insanlarımız yıllardır kandırılmaktadır. Bu alanda harcadığı paranın karşılığı olan iyiyi, güzeli, kaliteyi insanlarımız  bulamamaktadır.

Kimin işine yaramaktadır sporda rekabetin olmaması?...Bu soruyu sorduğumuzda ve doğru cevaplara ulaştığımızda, yaşamımızda bir adım ileri gitmiş olacağız. Ya da soru/soruları sormayıp, bizim işimize yaradığı düşüncesi içerisinde ortaya çıkan sahte mutlulukları yaşamaya devam edeceğiz.

Bizim üretmediğimiz ve  gerçekte bizim olmayan sosyal ve kültürel değerlere olan tutkunluklarımızın, sahiplenmelerimizin; yaşamlarımızdaki huzursuzluk ve mutsuzluğa bir zemin, bir temel oluşturduğunu; yaşadığımız problemlerin herbirimizde ortaya çıkmasına yol açan bir anlayışı doğurduğunu görmeliyiz. Öfkelerimiz, gerginliklerimiz, kavgalarımız, zalimliklerimiz, öldürmelerimiz boşuna değil...

Rekabetin önünü tıkayarak; kollayarak ve koruyarak sorunun kaynağını yaratan, devlet ya da onu temsil eden kurumlarımızdır. Ancak sorunu yaşatan; farkındalığı olmayan, yaşananları görmezden gelen insanlarımızdır.

Bu yazımın hedef kitlesi: Kendi kentinin ürettiği değerlerine çeşitli bahanelerle sahip çıkmayan; en kolay olanı seçen; her zaman gücün ve güçlünün yanında yer alan, yalakalığını yapan, bu ülkede yaşayan her yurttaşımızdır.

Ama özellikle de İstanbul'da yaşamayıp, üç büyükler dediğimiz Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarına sempati duyanlardır. Bu kişilerimizin tercihleri ve yönelişleri, Alman yurttaşlarının kendi kentlerinde üretilen sosyal ve kültürel değerlere sahip çıkmaları, sahiplenmeleri kadar masum değildir.

Yaşamda, olumlu ya da olumsuz olsun; "Hiçbir şey tesadüf değildir." Yaşamın kendisi bir neden-sonuç ilişkisidir.

Her kişi ya da toplum, biraz hak ettiği ya da başka söyleyişle layık olduğu hayatı yaşar.

 

  

 

 
Toplam blog
: 10
: 252
Kayıt tarihi
: 17.09.10
 
 

Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi 1984 mezunuyum. Ayrıca, AÖF Sosyoloji ve İktisat bölüml..