Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Ajandalar mı Hayatımızda, Hayatımız mı Ajandalarda?

Ajandalar mı Hayatımızda, Hayatımız mı Ajandalarda?
 

Herkesten sakladığım ıslak satırları bir sana döktüm ey ajandam!..resim:kuvayimilliye.net


En özelimiz...
Ailemizden ve kardeşlerimizden bile sakladığımız sır dolu sayfalar...
Hafızamız, arkadaşımız...
Kendimizle yüzleştiğimiz satırlar...
Ve her yılbaşı promosyon olarak dağıtılan birbirinden alımlı takvimli defterler...

Cemil Meriç'in Jurnalleri, Yahya Kemal'in ve diğer sanat adamlarımızın karalama defterleri... Ve tabii ki bizlerin...

Herkesin vardır bir ajandası...
Veya ömründe öne çıkan ajandaları...

İlk ajandamı tam olarak hatırlamıyorum; ancak ilkokuldayken arkadaşlarıma ve öğretmenime doldurttuğum hatıra defterini ilk ajandam sayabilirim.
Zaten bizde ajandalar daha çok ders veya hatıra defteri olarak kullanılır.

Babam ve kardeşlerimle beraber uğraştığımız ticarethanemizde üretici firmaların gönderdiği yılbaşı ajandaları için kavga ettiğimiz gelir aklıma. Defter mi yok, elbette var. Ancak ajandanın yeri ve karizması ayrı; bezli, meşinli, suni derili ve biyeli ajandalar…

Sadece ben değilim, sanırım Türk halkı olarak ajanda kullanmayı pek bilmiyoruz. Kaçımız yılsonuna kadar özel ve önemli günlerimizi kaydettik ajandalarımıza; toplantı gün ve saatlerimizi, sevdiklerimize ve bize özel önemli günlerimizi?..

Ajandayı ajanda gibi kullanmayı değil, elde taşımayı severdim. Elden kaymaz, avuca “cuk” diye oturur, güven verir taşıyana…

En gıcık ajandalar hangisi diye sorarsanız, hiç düşünmeden “İçinde birçok sayfada firmaların reklâmlarının olduğu ajandalar!” derim. Sonra da büyük bir lütufla hediye edilen yılı(tarihi) geçmiş ajandalar…

Ortaokul sıralarında babamdan aşırdığım ajandaların ilk sayfasındaki kişisel bilgileri büyük bir özenle doldururdum. Hem keyifle hem buruklukla… Ad-soyad, adres, kan grubu, plaka no, telefon... Keyifle; çünkü bir işadamı havasına girerdim o sayfada, buruklukla; çünkü istenilen kişisel bilgilerin çoğu bende yoktu ve ya boş bırakır ya da uydurma bilgiler yazardım, o sayfalara.

Bir yerde okumuştum “Ajanda, ilk sayfadaki kimlik bilgileri yazıldığı andan itibaren bekâretini kaybetmiştir artık.” Ne kadar da doğru söylemiş söyleyen. O ilk sayfa dolduruldu mu, başka kimse bakmazdı o ajandanın yüzüne ve o ajandayı güvenle sahiplenebilirdim artık.

Sonra ortaokul sıralarında ilk şiirlerimi yazdım onlara.
Hatırlarım, Bulgar zulmüyle ilgili bir destan yazmıştım. Sonra depremle ilgili… İlk şiirlerim hüzünlüydü…
Bir gün aşk şiirleri yazdım, ajandama; biraz Türk sanat müziğinden esinlenerek… Ablam gördü; ben ne kadar da utandım, anlatamam. Sanki de en büyük ahlâksızlığı yapmış, büyük günâh işlemiştim.
Kimse bana kızmamıştı oysa. Ama ben kendimi öyle hissetmiştim.

Lisede defter taşıyan öğrencilere “inek” gözüyle bakılırdı, biz de ajanda taşırdık.
Tüm dersler aynı defterde. Ajandamız lisede havasını attığımız en büyük kartvizitimizdi.
Ajandasına bak, babasının ne iş yaptığını anla… Bugünler de kartvizit ve üst kimliğin başka kriterleri var.

Lisede Orhan Gencebay’ı tanıdım. Onun resimleri ve şarkılarıyla süsledim sayfalarını ajandamın.
Kız resmi yapıştırmasam da çiçek resimleriyle dışa vurdum içimdeki sevgiyi, merakı, aşkı…

Sonra ben Mehmet Âkif’in Safahat’ından mısralar yazmaya başladım ajandama…

Bir gün kendimi yazmıştım. Belki de kendimi ilk fark edişimdi. Kendimle röportaj gibi..
Bedensel ve ruhsal özelliklerimi yazdıktan sonra hayata dair hedeflerimi not düşmüştüm ajandama…
İyi kötü yanlarımı, sevdiğim renkleri, şarkıları, ilerde hangi mesleğe sahip olmak istediğimi vs.
Yani MB profilindeki bilgilere benzer şeyler…

Orhan Gencebay ve Mehmet Âkif benim ilk hocalarım oldu.
İkisinde de bir başkaldırış ve bir ulusalcılık vardı sanki…

Sonra benim şiirlerim coştu, sevdik yazdık; terk ettik, edildik hep yazdık…

Artık ajandama, duyduğum güzel sözleri ve okuduğum kitaplardan çarpıcı alıntıları kayıt ediyordum…
AJANDALARIM BENİM HAFIZAM OLMUŞTU.

Üniversitedeyken ajanda sevdam devam etti.
Deri ciltli, kendinden kemerli, çıtçıtlı kahverengi ajandamı unutamam.
Bu ajandamın sayfaları bitince yeni ajanda alır, kapağını koparır sayfalarını bu kahverengi deri ajandama yapıştırır, sevdiğim ajandama böylelikle sadakatimi gösterirdim…

Ve ajandamda kimler yoktu ki:

Mevlâna, Atatürk, İsmet Özel, Cemil Meriç, Ömer Hayyam, Hegel, Namık Kemal, Cenap Şehabettin, Cemal Süreyya, Nazım Hikmet, Yusuf Has Hacib, Goethe, Necip Fazıl, Tolstoy, Nietczhe, Kant, Aristo, Gazali ve daha nice bilge kişiden anekdotlar, sözler, şiirler, mısralar…

Ajandalarım bana belki özel günleri değil; ama etkilendiğim ve benimsediğim notları, bilgileri, düşünürleri, sözleri hatırlatan en iyi dostlarım olmuştu.

Ajandalarımın çoğunun ilk sayfaları düzenlidir. İlk heves ve aşkla doldurduğum sayfalar.. Yani Ocak ayı.
Ondan sonraki sayfalar genellikle boştur.

Hiçbir ajandamı tam bitiremedim; ama yaşım kadar ajandam oldu.
Kişisel gelişimimde benim hep yanıbaşımda oldular.

Artık internette kişisel yönetim ajandaları var. Blog siteleri var… Zaman değişti…

Ajandanız ömrünüzden uzun olsun efendim. Sağlıcakla…

BLOGNOT: Sevgili dostum Ahmet Üstündağ'ın ajandayla ilgili hayatının tam da karakutusu diyeceğimiz bir yazısı var. Bu yazıma yorum yazınca öğrendim bunu. Okumak isteyenler için:
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=39826

Murat Ertaş

 
Toplam blog
: 143
: 2341
Kayıt tarihi
: 22.08.07
 
 

Bu âlem içinde aileme zaman ayırmak, gezmek, okumak, fotoğraf çekmek, resim çizmek ve iş hayatı h..