Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Akdere'de bir gün

Akdere'de bir gün
 

Akdere Farsağı Köyü - Düziçi / Osmaniye


Düziçi Osmaniye’nin yarı yarıya kentleşmiş bir ilçesi. Yaklaşık 80.000 kişinin yarısı köylerde yaşar. 42.000 kişi kentleşmeye çalışıyor Düziçi’nde. Bilindiği gibi kentleşmek uzun bir süreç olduğu kadar, eğitim öğretim ve davranış türlerini de içine alan geniş etkileşimli bir yaşama biçimi. Tarım, hayvancılık ve çok yönlü ticaret yanında eğitim öğretim ve ilçe teşkilatına dayalı hizmet kesiminin de etkileri ile Düziçi kendi yağı ile kavrulan bir ilçemiz.  

Tüketim eğiliminin günden güne kamçılandığı ilçede değişim olgusunun pek çok yansıması görülür. Artık üstü toprakla örtülü eski taş evler gitmiş yerine köylerde bile beton direkli, briketten ve içi karo fayans döşeli konutlar yapılmaya başlanmıştır son yirmi yıldan bu yana. Çok katlı toplu konutlar, siteler, apartmanlar yükselmeye başlamış Düziçi’nde. Düziçi’nde ne yazık ki çok geç kalınmış olan kentleşme alt yapısı çabaları ise yeni yeni başlamış bulunuyor. Son iki dönem seçilen belediye başkanlarının umulan hizmetleri verememesi karşısında 1989-1999 yılları arasında iki dönem görev yapan Ökkeş NAMLI’yı yeniden makama getirmişler. O da gecesini gündüzüne katarak çalışmaya başlamış. 29 Mart 2009 gününden sonra eski yollar genişletilerek parke döşeniyor, kaldırımlar yapılıyor, ağaçlar dikiliyor ya da asfaltlanıyor bir uçtan bir uca.  

İki yıl içerisinde, yaklaşık 500 km’lik kent içi yol ağının ancak 50 km’lik bölümü yenilenebilmiş kent içinde. Konutların yarısından azı kanalizasyona bağlanabilmiş bugüne kadar. Yeterli olmasa da belirli yerlerde hız kesiciler, trafik ışıkları ile trafik levhaları var. Halkın kimi duyarsızlıkları yanında çevre temizliği konusunda oldukça titiz bir çalışma yapıldığı gözleniyor. Yeni park düzenlemeleri çocukları da büyüklerini de mutlu etmeye yetmiş şimdilik.  

Her yıl birkaç ay kaldığım Düziçi kent merkezi dışında ne yazık ki beldelerde ve köylerde kanalizasyon düzenine geçilememiştir. Köyler arası yolların çoğu gibi kent içi yolların da çoğu, sıkıştırılmış tozlu topraklı, kumlu çakıllı yol. İçme suyu ile sulama suyu sorunlarının şimdilik giderilmiş olması Düziçililer açısından sevindirici özelliklerdir. Akdeniz ikliminin egemen olduğu Düziçi’de evlerin çoğunda güneş enerjisinden yararlanılıyor yaklaşık kırk yıldan bu yana. Akrabalık, arkadaşlık, meslektaşlık yanında aynı köyden olmak gibi özelliklerin ağır bastığı ilişkiler, yer yer yara alsa da sevgi saygı ve dayanışma duygusu yaygındır Düziçi’nde. Bu durumları Cuma namazlarında, bayramlarda, düğünlerde, hastalıklarda ve ölümlerde görürüz.  

Çay uzmanı yazar arkadaşım Ali Aslan’ın isteği üzerine, doğup büyüdüğü Akdere Köyü’ndeki bir düğüne gittim geçen Pazar. Çoğumuzun bildiği gibi köyün bir adı da içinde Farsaklar kökenliler yaşadığından dolayı Akdere Farsağı. Gerçekte Delioğlan Musa adlı, şimdi aramızda olmayan bir Akderelinin başından geçen nice ibretlik olayları oğullarından dinlemek için ilk tanışma olsun diye yola çıktık. Bir taşla iki kuş vurmak istedik kısaca. Konuyu ilk açtığında ‘’Farsak Köyünün Nasrettin Hocasıydı Delioğlan Musa Emmi’’ diye anlatmıştı Ali Aslan.  

Delioğlan Musa 1926 ile 30 Nisan 2007 yılları arasında yaşamış. O’nun ölümünü duyduğunda Musa Emmi adlı uzun bir ağıt yazmış:  

- Farsak elinin solmaz gülüydün 

Boş insan değildin hayat doluydun 

Aslında akıllı, sözde deliydin 

Kimselere diyemedim Musa Emmi (…)  

- Kemal’in ardından kuzu oldu meledi 

Omar Yusuf gözyaşıyla ortalığı suladı 

Eşin Eşe dezzem umudunu köze beledi 

Geldiğimde bulamadım Musa Emmi. (…)  

- Düziçi’nde duyan geldi ismini 

Şaka ile sohbetinle güldürürdün herkesi 

Albümde başköşede saklıyorum resmini 

Doya doya bakamadım Musa Emmi. 

Geçtiğimiz pazar günü erkenden Düldül Dağı’nı sağımıza alarak Sabun Çayı kıyısında olduğunu bildiğim Akdere Köyü'ne doğru yola koyulduk. Haruniye Kaplıcaları’na giden asfalt çevre yolunu geçerek tozlu yollara düştük. Ali Beyin küçük kardeşi eczane kalfası Bekir sürüyor arabayı. Ali Bey Akdere’de geçen çocukluğundan sonra Rize’de geçen çay alım uzmanlığından emekli olduğu için kendisini daha bir okumaya ve araştırmaya vermiş. 1970’lerden beri şiir de yazıyor. Yaklaşık beş yıldan beri tanışıyoruz. Açık sözlü, gerçekçi bir kişiliği var Ali Beyin. Yol boyunca kimi anılarımızdan söz açtık karşılıklı.  

Deli Çay’ın boz bulanık suyu ile Sabun Çayı’nın açık yeşil akan suyunun birbirine karıştığı yeri geçtikten sonra bir yamacı tırmanarak altmış konutluk Akdere Köyüne ulaştık. Düzenli içme suyu iki yıl önce gelmiş Akdere’ye. Kanalizasyonu yok. Önce Deli Musa ile oğullarının köy dışındaki evlerini sonra da 1950’lerden kalma taş duvarlı küçük bir ilkokul ile yapımı 1977’de bitirilen tek kubbeli camiyi geçerek, davul zurna seslerinin yükseldiği bayraklı düğün evine vardık arabadan inerek. Su basmanlı, ağaçlıklı tek katlı evin avlusunda kızlı erkekli 13-15 kadar genç, davul zurna eşliğinde karşılıklı oyun oynuyordu. Üç davul, bir zurna vardı. Çevredeki diğer iki evin önü de kadın, çocuk ve erkek doluydu. Çoğu ayakta duruyor, özellikle olgun yaştakiler kırmızı plastik koltuklarda oturuyor birbirleri ile konuşuyorlardı, seslerini çok yükseltmeden.  

Temiz giyimli pantolonlu, etekli ve kimisi de şalvarlı kadınların coşkulu davranışları ne kadar mutlu olduklarını gösteriyordu. Herkesin yüzünde olgunluk ve birbirlerine karşı içten bir sevgi vardı bence. Bizi ilk görmeye gelenler İbrahim Çoban (1943) ile Mustafa Kemal Islah (1958) oldu. Her ikisi de Rahmetli Deli Musa’nın başından geçenleri dinlemeye geldiğimizi biliyordu. Bu konuda Rahmetli Delioğlan Musa‘nın oğlu Mustafa Kemal Islah, Ahmet Aslan (1938) ile Ali İşlek (1950)’ten Deli Musa’nın başından geçen Şeker Sucuğu, Su Kuyusu Pazarlığı ile Komşunun Yumurtası adlı üç anıyı dinledik, düğündeki şabalama sırasında. Güler misin ağlar mısın türünden bu anıları, kısmet olur ise belleklerde kaldığı kadarı ile derlemek istiyoruz Ali Aslan’la birlikte.  

İbrahim Çoban bugün Akdere Farsağı‘nın yaşayan tek Karacaoğlan’ı. Çobanlık yapmış yıllarca. Defterler dolusu bine yakın şiirini; araştırma yapıyorum, kitap bastıracağım, geri getiririm, diyen İstanbullu birisine kaptırmış yıllar önce. Bu olaya ne kadar üzüldüğünü anlamak için onun yüzüne bakmak yeter bence. Yılların emeği bir anda uçup gitmiş bir gün ansızın. Yine de şiir yazmaktan, söylemekten bıkmamış. Yeri geldiğinde doğaçlama olarak da şiir söylüyor İbrahim Çoban. ‘’Koyun keçi güde güde; sivri taşı yassı taşa sürterek öğrendim yazmayı’’ diye açıkladı durumunu. Tanıştıktan az sonra: Akdere’dir köyüm benim Osmanlı’dır soyum benim Ozanlığım ordan gelir Karac’oğlan dayım benim, dörtlüğünü okudu. ‘’Karacaoğlan’ı bilmeyen olmaz burada’’ diye ekledi peşinden. O sıra Mustafa Kemal Islah da uzunca bir şiir okumaya başladı. Son dörtlüğünü buraya yazmak isterim: Çok derine dalma Mustafa Kemal Haksızlık yapma vermezler aman Nerde düğün bayram gelirler heman İşte bu Farsağın köyündeniz biz 

Düziçi’ndeki Farsaklar yedi köye dağılmışlar. Anlatıldığına göre Yavuz Sultan Selim döneminde İran dolaylarından gelmişler buralara. Düziçi’ndeki Farsak oymağı İkiz Değirmen (Düziçi’nin Karacaoğlan Mahallesi) Farsağı, Akdere Farsağı, Tespi Farsağı (Yeni Farsak ya da Diğer Farsak olarak da anılıyor), Çatak Farsağı, Gümüş Farsağı, Zindân Farsağı adları ile bilinen ‘’altı parçadan’’ oluşuyor. Düziçi’ndeki Farsaklar yaklaşık bin evlik bir oymak. Birbirine çok tutkun Farsaklar. Gerektiğinde çok neşeli oldukları gibi, delişmen ve şakacı yanlarını görmek de mümkün onların. Birbirlerine karşı çok saygılılar. Çoğu kumral ve orta boylu Farsaklıların. Ak tenli, mavi ya da yeşil gözlü olanları da var. Çağlardan beri yaylak kışlak geleneğini sürdürüyorlar. Geçmişte atlar, katırlar, eşekler ve develer ile yapılan göç bugün arabalar ve traktörler ile yapılıyor. Onların yaylakları Dumanlı Dağı ile Düldül Dağı arasından geçildikten sonra, yaklaşık otuz km uzaklıktaki Hôdu ve Nacar adlarını taşıyor. Düziçi’ne dönerken ovadaki yolda bir traktörün hızla Nacar Yaylası’na doğru yol almakta olduğunu gördük. Ali Aslan yaz aylarında yayladaki tarlalarda sebze meyve yetiştirildiğini ve hayvancılık yapıldığını anlattı.  

Düğün sırasında Karacaoğlan’ın Ceren şiirini davul zurnayı susturarak türkü söylerken fotoğrafını da çektiğim kolu kırmızı iple sarılı Ömer Kölef düğünden sonra yanımıza geldi. Karacaoğlan’ın soyundan 1921 doğumlu İspir Onbaşı’nın akrabalarından Ömer Kölef. İlk olarak duyduğum için ilgimi çekti soyadı Ömer Beyin. Kölef: Demirden yapılan savaş başlığı, demir miğfer, demekmiş.Düğünlerdeki karmaşık işleyişten sorumlu sayılı bir ''abdal ağası'' Ömer Bey 1946 doğumlu. Atalarının kışlaklarından yaylak yerlerine göçlerini anlatan bir türküyü söyledi bize:  

Göç Türküsü 

- Kalk Kul Bekir buradan göçelim 

Paltalı’ya varınca bayrak açalım  

Devret’e varınca güzel seçelim 

Bir yurdumuz Çatak olsun aşiret. 

- Şu Çatak’ta yoz sığırlar sulanır 

Büyür kızlar Damlalı’yı dolanır 

Garipçe’ye çıkınca gönlüm bulanır 

Bir yurdumuz Çamkorusu olsun aşiret. 

Darılâ yukarı cem olur beyler 

Yağıyor karları suları çağlar 

Boyyurt Sekisi’ni seyran ederler 

Seyran yeri Karlı Seki aşiret. (…) 

- N’olalım da Kul Bekir’im n’olalım 

Kol kol olup derelere konalım 

İçtik pınarlarından artık kanalım 

Bir yurdumuz Güney Yavşan aşiret. 

(Düziçi 19 Nisan 2011)  

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..