Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '08

 
Kategori
Bilim
 

Akıl, bilgi, ilim ve irfan

Akıl, bilgi, ilim ve irfan
 

Allah, kainat ve içindeki dünya denilen bu alemi akıl, bilgi ve irade üzere yaratıp var ettiğinden olacak ki, yarattığı tüm varlıklarla birlikte iç içe yaşayacak olan insanı da bu alemde yaşatırken öğrendikleri ile deneyip sınamak. Deneyip sınarken de zaman içinde erginleştirip olgunlaştırarak tekamüle ermesini sağlamak için onu dünya denilen bu gelip geçici alemdeki mekanda yaratıp var etmiştir.

Demek ki; Allah, yaratır. Yarattıklarını yaşatır. Yaşattıklarına bilmediklerini öğretir. Öğrenenlerin zaman ve mekan içinde farkındalık duygularını oluşturup geliştirir. Oluşup gelişen farkındalık duygularına bağlı olarak da her bir varlığı kendi tekamül evresi içinde erginleştirip olgunlaştırarak kendine döndürür.

İnsan, yabancısı olduğu bu mekanda hatasız, doğru dürüst yaşayabilmesi için bilmediklerini öğrenmesi gerekir. Çünkü bilgi ve ilim sahibi olunmadan, insanın duygu, his ve sezgileri gelişmez. Gelişmeyince de insanı insan yapıp diğer varlıklardan ayıran farkındalık duygusu oluşmaz. Farkındalık duygusu oluşup gelişmeyen bir insan da doğal olarak yabancısı olduğu bu dünya hayatını doğru dürüst yaşayamaz. Yaşayamayınca da mutlu olamaz.

Demek ki, akıl, bilgi ve ilim insan içindir. Çünkü bilgi, insanın insan olmasını sağlar. Farkındalık duygusunu (tüm duygularını) oluşturur, geliştirir, artırır. Sevgiyi çoğaltır. Yaşadığımız hayatı anlamlaştırarak kolaylaştırır. İnsanın daha sevecen, daha hoş görülü, daha doğru bir hayat yaşamasını sağlar.

Güneşin meyveleri erginleştirilip olgunlaştırmasında olduğu gibi, kullanılan akıl da, bilgiyi artırır. İnsanı erginleştirip olgunlaştırır. Tecrübe sahibi yapar. Huzur bulup sağlık içinde mutlu bir hayat yaşamasını sağlar.

Onun için dünyanın güneşsiz, insanın da akılsız ve bilgisiz olması düşünülemez. Çünkü güneşsiz dünya, akılsız insan, varlığını sürdüremez.

Aklın tanımı daha önceki yazdığım bir blogda yapmıştım. Tekrarlamak istemiyorum. Onun için şimdi bilgi; Varlık hakkında bilinmeyenlerin (Bu dünyaya ait fiziksel varlıkların, dar çerçevede) bilinmesi. Şeklinde tanımlayıp tarif edebiliriz.

Onun için bilgi, fiziksel varlıkların sadece dış yapıları ile ilgilenir. Bu yüzden de içeriği, genelden ziyade yüzeyseldir. Yani içselden ziyade dışsaldır.

Halbuki, İlim ; Varlıklar hakkında marifete dayalı geniş bilgi sahibi olma halidir. Onun için genel anlamda da bilinmeyenlerin bilinmesidir.

Dolayısıyla İlim; tüm varlıkların hem dış, hem de iç özelliklerini araştırıp inceler. Onun için daha geniş ve daha kapsamlı bilgi sahibi olmamızı sağlar. Bu yüzden fizik ötesi gaibe ait varlıklar hakkında da akıl marifetine dayalı bilgileri de içerip kapsadığından ilim, bilgiden daha teferruatlı, daha geniş, daha kapsamlı anlam, mana ve içerikleri de içinde barındırıp taşır. Yani varlıkların bilinebilecek içsel ve dışsal tüm bilgilerini kapsar.

Bir insanın gerçek anlam ve manada insan olabilmesi için her şeyden önce her gecen gün farkındalık duygusunu (tüm duygu, his ve sezgilerini de) geliştirip artırması gerekir. İnsanın bilip öğrenmesi, ilim irfan sahibi olması bu duygunun geliştirilmesine, çoğaltılıp arttırılarak olgunlaştırılmasına bağlıdır. Onun için insanın bilip öğrenmesi, ilim irfan sahibi olması, işte bu yüzden hava alıp, su içip, yemek yemesi kadar önemlidir. Çünkü dünyayı doğru anlayıp, doğru yaşaması bu duyguya bağlıdır.

Bundan dolayı da Allah kullarına okuyup yazmalarını emretmiştir.

Çünkü insan hayatını kolaylaştıran, büyüyüp gelişmesini, sağlık içinde mutlu yaşarken olgunlaşıp kemal bulmasını sağlayacak olan akıl, bilgi, ilim ve irfandır.

İrfan; Akıl, bilgi ve ilim ışığında güçlendirilmiş ruhun uyanıklığı, inceliği, farkındalığıdır. İnsana yol gösterici benliktir.

O halde insan boğazından gıda yoluyla bedenini, akıldan da bilgi yoluyla ruhunu besleyip doyurur. Doymayan ne beden, ne de ruh huzur bulur. Mutlu olur. Ne de sağlıklı bir hayat yaşar.

İnsanın huzur bulup, mutluluk içinde sağlıklı yaşayabilmesi için Allah, insan ruhuna bağlı benlikte oluşabilecek tüm duyguları insan benliğine kendi uzamı olarak esirgemeyip vermiştir. Ancak verilen bu tüm duygulara ait uzamların geliştirilip olgunlaştırılmasını da insan aklına bırakmıştır. Onun için de insana akıl verip geliştirilip olgunlaştırılması için de sürekli okumasını emretmiştir. Çünkü Ruh aklı, akıl da bilgi yoluyla ruhu besler.

Beslenen ruh benliği, benlikte içimizdeki duyguları oluşturup farkındalıklarını artırır. Duygulardaki artan farkındalık uzam yoluyla tüm duyguları uyarıp harekete geçirir. Uyanıp harekete geçen duygularımız benliğimize ait kişiliğimizi oluşturur. Farkındalığımızı artırır. Oluşup gelişen farkındalık duygularımız zaman içinde benliğimize ait tüm (bedeni ve ruhi) ihtiyaçlarımızı belirler. Duygularımızın, benliğimize ait belirlediği ihtiyaçların karşılanıp giderilmesi, benliğimizin dünyada huzur bulmasını sağlar. Dünyada huzur bulan bir benlik de (genelde) sağlıklı olur. Mutlu yaşar.

Demek ki, insanın bu dünyada huzur bulup sağlık içinde mutlu yaşayabilmesi aklını kullanmasına, okuyup aklını geliştirip, büyütüp, olgunlaştırmasına bağlıdır. Onun için insan olarak yaratılıp var edilen herkes her şeyden önce yaratana yaratılma borcunu ödemek için okumalı. Bilgi edinip, ilim ve irfan sahibi olup yaşamalı ki, insan olsun...

Çünkü bilgi insanın merak etmesini, merak insanın farkındalığını, farkındalık ise insanın erişimini artırır. Erişim insanın daha fazla aklı kullanıp, bilgi edinip, bilgi sahibi olmasını, ilme, irfana ulaşmasını sağlar. İlim irfana ulaşmış olan bir kişi her halükarda haddini bilir. Haddini bilen de elbette kendini tanır. Kendini tanıyıp haddini bilen, (için artık bilimde bilinmezlik kalmaz. O, artık) Tanrı’ya ulaşır.

Bu aşamaya gelen bir insan kendi özgürlük alanını yerinde tesbit eder. Ne özgürlükte aşrıya kaçarak şeytanlaşır. Ne de teslimiyette aşırılığa kaçıp tutsaklaşarak melekleşir. Her ikisi arasındaki orta yolu bularak gerçek anlamda insan olur. İnsan olarak da yaşar.

İşte Allah'ın gerçek anlamda bizden istediği de budur. Bizlere verdiği cüzi aklın, gerçek görevi, gerçek işlevi budur. Bundan ötesi haddi aşıp, O'nun işine karışmaktır.

Çünkü akıl, bilgi, ilim ve irfan insan içindir. İnsan için olan her şey Allah’ın bir uzam, bir sıfatıdır. Onun için İnsan Allah’ın aynasıdır. Yeryüzündeki yansımasıdır. Onun için akıl, bilgi ve ilim bize sadece yaşadığımız bu dünya hayatı için verilmiştir. Onun için bunlar bize bu dünyada gereklidir. Çünkü bizler için gerekli olan bilginin bilinmezlik başlangıcını doğumumuz, sonunu da ölümümüz oluşturur. Yani başlangıçtaki başa geri dönüşümüzle (ölümümüzle) her şey son bulur.

Başka bir deyişle insanlar yaşadıkları hayatı kolaylaştırmak, gelişip olgunlaşmak, sonunda da Allah’a ulaşmak için akıl yoluyla okuyup öğrenip bilgi edinerek ilim irfan sahibi olurlar.

Çünkü her şeyin başını sonunu Allah tayin eder. Onun için her şey Allah'ta başlar. Allah'ta son bulur. Bunu bilen insan olur. İnsan olan Hak yanında hak olanı kazanır. Kazandığı hakla da Hak’a uzanır.

Demek ki; din, insanın eğitilmesi için öğrenmesidir. Akıl, bilgi, ilim ve irfandır. Akıl, bilgi, ilim ve irfan insanın kendisidir. Bilmediklerini öğrenip, kendini tanıyıp bilmesidir. Kendini tanıyıp bilenin Hak olanı bilmesidir. Hak'ı e Hak olanı bilmek ise, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılmış olan insanın önce kendini, sonrada kainatı okuyup bilmesidir. Varlıkları tanıyıp anlamasıdır. Kendi eliyle mamur edilmiş olan bir dünyada insanca yaşamasıdır.

Kısacası akıl, bilgi, ilim ve irfan sahibi olmak insanlıktır. Medeniyettir. Medenileşmektir. İnsan olmaktır. Kendini tanıyıp haddini hududunu bilmesidir. Kendini tanıyıp, haddini hududunu bilip İnsan olanın son medeniyetidir. Sonu elbette birliktir. Birlenip bir olmaktır.

Çünkü bilgide ben, sen, o yoktur. Biz vardır. Biz denilince ayrılık gayrılık ortadan kalkar. Çünkü Bizde birlik, birlikte teklik vardır. Tekliğin sonu tevhittir. Tevhidin sonu da elbette haktır. O da Allah’tır.

Teklikte her şey tek olanın olacağı için O’nda kıskançlık yok, paylaşım vardır. Dolayısıyla bilinen ve bilinmeyen tüm bilgiler Allah katındadır. Allah’a ulaşıp, ihtiyacımız olan O'nun ilmindeki ilme, bilgiye kavuşabilmemiz için tüm insanlığın elde ettiği bilgi ve ilmin paylaşılarak büyütülmesi gerekir ki, insanlık kendinden istenilen doğru yolu bulabilsin...

İşte İslam alemindeki tek hastalık, elde edilen bilgiyi, ilmi paylaşıp büyütmeyi bilmemek. Her şeyin en iyisini, en doğrusunu, en güzelini hep ben bilirim, ben ederim, ben yaparım...

Başkasının söylediklerine kulak asmamak, değer vermemek. Oradan buradan alınmış bilgiye sahip olan insanlara haddinden fazla değer vermek. Onların her söylediğini kabul etmek hastalığı. Kendimi unutup başkasına bağlanma hastalığı. Aklımızı kullanıp çalıştırmama hastalığı. Aklımızı bir çuvala koyup ağzını da sıkı sıkı bağlayarak başkasına teslim olma hastalığı. Elde edilmiş bilgiyi ve o bilgiyi elde edeni putlaştırma hastalığı. Her şeye edep deyip, yeni bilgi üretene engel olma hastalığı. İşte tüm bunlar bu gün deva bulmaz hastalıklarımızı oluşturmaktadır.

Onun için de milyarlarca insanımızın akıl içindeki düşüncesini hapsetme hastalığımız...

İşte bu yüzden de uzun süredir yeterli bilgi, ilim üretemeyen İslam alemi sürekli kan kaybetmektedir. Sıkıntılar yaşamaktadır. Onun için bu gün dünyada İslama inananlar adam olamamış, ikinci sınıf insan muamelesi görmektedirler.

Çünkü İslam alemi uzunca bir süredir boş konuşmaktan başka hiçbir şey yapamıyor. Gözle görülür, elle tutulur hiçbir şey üretemiyor. Ancak eskisiyle övünüyor. Eskisiyle avunuyor. Bu da kendi öz benliğine ait bilgi üretimini sürekli engelliyor. Bu da akıl içindeki düşünceyi hapsedip köreltiyor. Aklın açılım yapmasını engelliyor. Sürekli engellenen akıl düşünemiyor. Düşünüp fikir üretemiyor. Sağlıklı düşünemeyen akıl, doğru ve faydalı bilim üretemiyor. İnsanın ve insanlığın sürekli gerileyip geri kalmasını sağlıyor. Bu seferde suçlu din oluyor. Haşa Allah oluyor.

Halbu ki değil. Eskiyle övünerek yaşamak, insanı durağan yapar. İşte bu gün bizim yaptığımız da bu. Çünkü İslam alemi hep kısa bir dönem yaşanmış olan Asrı Saadet dediğimiz geçmiş dönemle övünürüz. Övünmekte haklıyız ama, o döneme özenerek onu sürdürmek istemekte haksızız. Çünkü her şey mekanda akıp giden zaman içinde değerlidir. Eğer o özenilerek yaşanılan yaşantı yenilenerek sürdürülmezse eskir. Sonunda hiçbir şey ifade etmeyecek bir hale gelir. İşte bu gün olduğu gibi...

Eski de kalmak insanı ve toplumu her geçen gün yıpratıp aşındırır. Aklın görevi bu aşınıp yıpranmayı önlemektir.

Allah, artık insanlara peygamber göndermeyecektir. Onun için de insana akıl vermiştir. Verilen akılla da kıyamete kadar yaşarken doğru yolu bulmasını istemiştir.

İşte dünyadaki insanlığın imtihanı budur... Cennet cehennem bunun sonucunda belli olacaktır. Onun için Ahirette bize sorulacak olan en büyük, en zor soru da bizlere verilen aklın doğru kullanılıp kullanılmamasından olacaktır.

Bu güne kadar geç kaldığımız yeter...

Daha fazla çamura batıp debelenmeden, ne olursunuz!

Lüten artık, AKLIMIZI kullanalım...

Allah'ın yaratıp var ettiği her varlığı seviyorum. Ama aklını kullanmayanı sevmiyorum. Çünkü Allah çalışmayanı, üretmeyeni sevmez. Bende çalışıp üretmeyeni sevmiyorum.

Benim sevgime muhtaç değilsiniz. Ama yüce Allah'ın sevgisine herkes muhtaç...

Sağlıcakla, hoşça kalınız...

Cahit KARAÇ

 
Toplam blog
: 322
: 1004
Kayıt tarihi
: 08.03.08
 
 

1953 Elbistan doğumluyum. Lise mezunuyum. Kamuda çalışıyorum. Evliyim ve iki çocuk babasıyım. Ken..