Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '13

 
Kategori
Güncel
 

Akil İnsanlar Heyeti ya da tarihin tekerrürü mü?

Akil İnsanlar Heyeti ya da tarihin tekerrürü mü?
 

AK Partinin Akil İnsanlar Heyetinden sekiz kişi (Alıntıdır)


Rahmetli Necmettin Erbakan’ın ‘Sanayi Hamlesi’ ile ünlü Milli Görüş’e cephe alarak ‘gömlek değiştirerek gelişen’ siyaset erbabı AK Parti'nin ‘yola devam’ adı verilen süreçte yeni bir dönemece girdi.

Gömlek Değiştirenlerden her şey beklenir. Ötesi karanlık... Ya sabır... Bu tür 'değişimci', 'AB'ci', 'ABD'ci', 'muhafazakâr demokrat', 'eski mücahit-yeni müteaahhit' kesimin ‘Açılım’, 'Komşularla Sıfır Siyaset', 'yerli araba', 'AB üyeliği', 'Kıbrıs Sorunu', ‘Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ ile 'One Minute' dâhil bu kaçıncı açmazdır, görmüyor muyuz?

Osmanlı'daki Heyet-i Nasiha neden ve nasıl kuruldu?

İnsanlık tarihine mal olmuş Türk Bayrağı adı yerine on gün önce 'devlet bayrağı' sıfatının eklenmesini öneren gazeteci Hilal Kaplan da uzun süreden beri bekletildiği anlaşılan ancak bugün açıklanan altmış üç (63) kişilik Akil İnsanlar Havuzu içerisine alınmış bulunuyor. Akil İnsanlar Heyeti'nin amacı bir türlü vur kaç içerikli 'terör saldırıları' ile 'siyasal örgütlenmesi' durdurulamayan Uluslararası Terör Örgütü üyelerinin dağ ve kent kadrolarının İmralı kaynaklı 'gizli' bir 'ateşkes' emri ile silahlarını bırakmasının değişik boyutlarının toplum katlarına anlatılmasını sağlamak.

Bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı'ndan Almanya ile birlikte yenik çıkan Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918 günü 'ağır şartlar' içeren Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalamak zorunda kalır. Buna göre Osmanlı Devleti egemenlik alanları İngiltere, Fransa ve İtalya'dan müteşekkil Düvel-i Muazzama'nın emrine amade kılınacak ve Osmanlı Ordusu da 'silahlarını bırakarak' bütün erler 'terhis' olunacaktır. Osmanlı Devleti idari ve adli olarak ayakta kalsa bile İstanbul'a konuşlanan İşgal Komutanlığının bir dediğini iki ettirmeyecek; onlar istedikleri her türlü güvenlik tedbirleri yanında istedikleri alanları işgal edebileceklerdir. Bu tür uygulamalar tek tek yerine getirilirken özellikle Rum ve Ermeni örgütlerinin Müslüman Topluma baskıları artar ve yer yer de bazı tedhiş (terör) saldırıları vuku bulur.

İşte Osmanlı Devletimizin 'idam fermanı' diyebileceğimiz o işgal kararından tam beş ay sonra 31 Mart 1919 günü Osmanlı Sadaret (Başbakanlık) Makamında Sadrazam Damat Ferid Paşa başkanlığındaki toplantıda ‘... şehzadeler başkanlığında vilâyetlere, mülkiye, ilmiye ve askeriyeden seçilecek kişilerden oluşacak birer 'heyet-i fevkalâde' gönderilmesi fikri' benimsenir.

Osmanlı Sadrazamı 'Damat Ferid, 5 Nisan 1919’da İngilizlerin İstanbul’daki temsilcisi Webb’i ziyaret ederek, taşradaki karışıklık ve huzursuzluğa son vermek üzere, kuvvetli bir merkezî hükümet komitesi kurulacağını sonra da söz konusu heyetlerden iki tane gönderileceğini ve bunların hükümet adına tam yürütme yetkilerine sahip bulunacaklarını açıkladı. Bu komite ve heyetlere İngiliz subaylarının da katılmasını istedi. Webb, buna imkân olmadığını, bununla birlikte, İngiliz denetim subaylarının komisyonlara yerel şartlar ve şikâyetler konusunda bilgi vererek yardımcı olmalarının buyrulmasını rica edeceğini' açıklar. (Alıntıdır).

Şehzade Abdülhalim Efendi ile Şehzade Abdürrahim Efendi başkanlığındaki iki heyet  '(Heyet-i Nasiha) Anadolu’yu adım adım dolaşarak halkın, haklı ve yasal isteklerini dinleyerek herkesi irşad ve tenvir ederek, muhtelif unsurlar arasındaki eski sevgi ve muhabbeti ihyaya çalışacaktır.' (Alıntıdır).

Dönemin 'Dahiliye Nazırı M. Ali Bey, İkdam Gazetesine 15 Nisan 1919’da verdiği demeçte heyetin görevi hakkında şunları söyler; '… heyetler, unsurlar arasında ortaya çıkan karışıklık ve yanlış anlamaları gidermek ve bütün unsurların birbirlerine karşı vatandaşlık hissiyle davranmalarını temin edecektir…'(Alıntıdır).

Bu araştırmayı gerçekleştiren tarihçiye göre söz konusu Heyet-i Nasiha, 'Osmanlı padişahı ve hükümetleri Mütareke döneminde, İngiltere ile iyi ilişkiler kurarken, iç politikada da, ittihatçılığın sindirilerek, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın etkinliğini ve padişahın otoritesini güçlendirmek için çalışmışlardır, ittihatçılığın cezalandırılması, hem İngiltere’nin desteğini sağlamak, hem de taşrada az da olsa devam eden, halk üzerindeki ittihatçılık fikrinin etkisini yok etmek amacı' ile yola çıkacaktır. Böylece, 'Taşradaki siyaset sahnesinde İttihat ve Terakki ve Hürriyet ve İtilâf dan başka saray da “ben de varım” demiş oluyordu. Gerçekten de Vahideddin’in 21 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusan’ı kapattığı düşünülürse, Padişahın halktan, hanedan mensubu bir şehzadenin başkanlığını yaptığı heyet aracılığıyla destek sağlamaya' çalışıldığını anlıyoruz.

O günlerde İstanbul'da bazı Osmanlı devlet adamları ile bazı yazarlar ve din adamları gizli ya da açık 'cemiyetler' (dernekler) kurarak İşgal Güçlerine şirin görünmek ya da karşı koyabilmek için örgütlenmeye başlarlar. Bu cemiyetlerden en ilginç olanı da hiç kuşkusuz 20 Mayıs 1919'da kurulan İngiliz Muhipler (İngiliz Dostları) Cemiyeti'dir. Bu örgütlenme, 'Damat Ferit Paşa ve Sait Molla gibi üyeleri bünyesinde bulundurmuş ve hararetli bir şekilde İngiliz Mandasını savunan Türk milli varlığına düşman cemiyet'tir. 'İngilizlerden para yardımı alan bu cemiyet, Anadolu'da karışıklıklar çıkarmayı ve Kurtuluş Savaşı'nı engellemeyi' amaçladığı da öne sürülür.

16 Nisan 1919 günü öğleden önce Sultan Vahdettin ile görüşen 'Şehzade Abdürrahim başkanlığındaki Anadolu Heyet-i Nasiha’sı Mudanya’ya gitmek üzere Alemdar vapuru ile 16 Nisan 1919 günü saat 17.00’de İstanbul’dan hareket etmiştir.'

Ancak ne garip tecellidir ki o günden çok değil bir ay sonra 15 Mayıs 1919 Perşembe günü Yunan Ordusunun çok kanlı bir biçimde İzmir ve çevresini işgale başlamıştır. Geçmişimizdeki bu girişimi kısaca özetledikten sonra şimdi günümüze dönebiliriz. İçine düşülen kargaşanın yaygınlaşmaması için Osmanlı Devletinin kamuoyundan destek aramaya çalbalaması yanında yurttaşları arasındaki ayrımcılık ve çatışma eğilimlerinin de giderilmesi için yeni bir yakınlaşma yoluna gittiği gibi AKP İktidarı da olası her türlü durum için 'tedbiri elden bırakmak' istemiyor olsa gerek.

'Kandil Muhipleri' oluşumundan 'Akil İnsanlar' oluşumuna bir kaç mülahaza

Bilindiği gibi 'terör örgütü saldırıları' gelmiş geçmiş hiç bir iktidar tarafından dahili ve harici girişimler ile bir türlü önlenemeyince 'terörle mücadele efsanesi' de günden güne saygınlığını yitirmeye başlamıştır. Ankara-İmralı-Oslo-Erbil-Kandil görüşmeleri sonucunda 'bazı sözlü ya da gizli anlaşmalar' doğrultusunda özellikle İmralı'da ömür boyu hapse mahkum olarak yatan terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın, belki nadim olması veya ikna edilmesi ile 'terör örgütünün silahları bırakması' ve Türk Güvenlik Güçlerinin de 'terör örgütüne karşı hiç bir baskın düzenlememesi' konularında bir uzlaşmaya varıldığı anlaşılıyor. İşte bu aşamada iç hukuk kuralları ile uluslararası hukuk kapsamında Türkiye topraklarında bulunan terör örgütü üyelerinin 'silahların bırakılarak' başka bir ülkeye (?) gitmelerinin sağlanabilmesi 'yasal' hiç bir belgeye yer verilmeden gerçekleştirilmek isteniyor. Yoksa sorun Türkiye'nin de onayı bulunan anlaşmalar gereğince başta BM, ABD ile AB ülkeleri olmak üzere 'uluslararası düzeyde' çözümlenmek istenecektir ki AKP İktidarı buna yanaşmıyor.

Ancak bu durumda söz konusu 'terör örgütü üyelerinin silahlarını bırakılarak eylemsizlik durumuna çekilmelerinin karşılığı' olarak gelecekte nelerin yaşanabileceğini bilemeyiz. İşte bu bağlamda 'analar ağlamasın' söylemini sık sık öne süren iktidar özellikle 'terör örgütü üyelerinin ülke topraklarından sessiz sedasız çekip gitmeleri' ve olası bir Barış Görüşmeleri'nin başlatılabilmesi için Türkiye çapında kamuoyunu hazırlamak istiyor.

Akil İnsanlar Heyeti içerisine alınan gazeteci Hilal Kaplan ile ilgili o 'gizemli değişim' için ilginç bir kaç tespit:

‘Kürt sorunu konusunda bugüne kadar cesur çıkışlarıyla bilinen Ece Temelkuran ve Nuray Mert, Hilal Kaplan tarafından adeta linç kampanyasına maruz bırakılmıştı.

Kaplan, iki gün sürdürdüğü yazısında 'Kandil Muhipleri' diyerek Ece Temelkuran’ı ve Nuray Mert’i 'yeni Kandil muhipleri' diyerek PKK yandaşı olmakla suçlamıştı.' (Alıntıdır)

Gazeteci Hilal Kaplan şimdi nerede? Görülen o ki bu tür çıkışları bir yana bırakılarak özellikle TÜRK adı üzerinden geliştirmeye çalıştığı ‘değişsin’ söylemine bağlı olarak ‘değişerek ilerliyor’ siyaset koridorlarında. Çünkü artık o da ‘gömleğini çıkartarak değişenler’ arasına katıldı. Siyasette ben de varım, dedi açıkça.

Yine Odatv’nin tespitlerine göre, ‘Meydan sizindir bacılar! Hayrını görün!' diyen Temelkuran, geçen hafta da Yenişafak gazetesi yazarı Hilal Kaplan'a twitter üzerinden yanıt vermiş ve "Bu körler sağırlar birbirini ağırlar dönemi geçer Hilal'im. Sonunda insan ararsın. Mümine olup bu kadar hırslı olmak sana yakışmıyor.’

‘Evet, Kürt sorunu konusunda hassas davranan bu iki ismi “Kandil Muhipleri” diye suçlayan Hilal Kaplan, şimdi Kandil’in ve İmralı’nın da tarafları arasında olduğu “çözüm süreci”nde başrolü oynuyor!’(Alıntıdır).

Başta Hilal Kaplan olmak üzere Akil İnsanlar Havuzu yolu ile yeni bir akçalı görevlendirme ile taltif olunan nice seçme AKP yanlısı kişi gelecek seçimlerde kim bilir hangi ilden aday olarak atanır. Birileri büyük bir ilimizin Büyükşehir Belediye Başkanı olurken bir diğeri de ne makamına ne de gölgesinin geçtiği hiç bir yere tarihimizdeki nice Türk zaferinin yegane sembolü olan Türk Bayrağını asmayacak bir vali olarak da atanabilir.

Tarih-i Osmani'de bu tür nice liyakatsizler Saltanat ve Sadaret makamlarına yakınlıklarından dolayı Paşa, Vali, Mutasarrıf, Sefir ya da Nazır olmamış mıdır?

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..