Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '10

 
Kategori
Deneme
 

Akılcılık, akıldışıcılık, gerçekçilik ve gerçekdışıcılık üzerine birkaç söz

Akılcılık, akıldışıcılık, gerçekçilik ve gerçekdışıcılık üzerine birkaç söz
 

Bir mekânda ve bir zamanda birini bekliyorsun ama yok! Kendine soruyorsun “Acaba gelecek mi?” Ah şu beklemek yok mu?
 
Herkes her an bir şeyleri bekler. Yaşam adeta bir bekleme durağı değil midir? Doğarken senin başında beklediler, ebediyete giderken yine başında birileri bekleyecekler. Tabi giderken başında bekleyenin varsa!
 
Ana rahmindeki ceninin de duyguları olduğunu hep söylerler. Doğmamış bebenin anasının karnında aldığı o güven ve sevgi; gözlerini açtığında “Ne burası, ben neredeyim?” dercesine yaşadığı o şaşkınlık! Sonra bir ömür boyu süren bekleme… Okul çağını, kalbindeki ilk heyecanla okul aşkını, diplomanı, erkeksen askerliğini, evleneceksen düğününü,  kadınsan doğacak evladını, boşanacaksan mahkemeni ve yaşlanınca gideceğin anı…
 
Sadece bekleme… Biz insanlar Dünya’ca bekliyoruz…
 
Yaşam bir “bekleme salonu” ise bu süreçte beklenenlerin, beklentilerin ve bunların ne kadar gerçekleştiği önemli olandır. Süreçte bazen beklersin ama gelen olmaz. Kalbinin biteviye sana söylediğini duyarsın ama sen dâhil o sesi duyan olmaz…
 
Beklersin… Beklersin
 
Hani aklının sana “Yapma sakın!” dedikçe dinlemediğini, kabaran duyguları, coşkuları bastıramayıp düşlediğini, çalan her telefonda aramayacağını bilsen de nasıl irkildiğini, umudun olmasa da içinde bir yerlerde onu nasıl yaşattığını, uğruna dizeler yazmasını ve o dizelerde seni haykırmasını, beklediğini, beklediğini, hep beklediğini bilirsin ya…
 
İşte yaşam bazen iki tarafın beklediği bu birleşmeyi önler, engeller… Bazen sosyal farklılıklar, bazen farklı iller, ülkeler bazen de sırttaki sorumluluklar tarafların bir araya gelmesine engel olur…
 
Çok zaman kalp ile akıl kavga halindedir! Bu dövüşte bazen kalp yener, bazen de akıl!
 
Bu noktada ise “Akılcılık” ile “Akıldışıcılık” kapışır durur…(Rasyonalizm ve İrrasyonalizm)
 
İnsan olma, insanlaşma sürecinde hep egemen olan usla kalbin kavgası değil midir? Kalp karşıtları; yaşam boyunca sana “Aklın yolu bir” deyip durmadılar mı? Bunu öğütleyenler sanki o “Tek” yolu buldular da sana akıl vermeye mi kaldılar? Hoş onlara da aynısını tekrarladılar ömürleri süresince bu nedenle kızmamak gerek!
 
İstediğin ve kavuşamadığın ne kadar çok şey oldu ama bu yaşamın boyunca! Yaşamının, yani yaşının çokluğu ile yaşadıklarının doğru orantıda olması da olasılık olarak az… Çok gören, çok yaşayan… “Safsata”dır bu!
 
Kısacık bir ömre neler sığdırmış, küçücük bir yaşta o cılız omuzlarında ne kadar çok yük taşımıştır bilebilir misin? Her gördüğün yüzde bunu anlayabilir misin? Bilinenler vardır! O kişilerin etrafında olanlar bazen bilir… Bir de bilinmeyenler vardır ki, işte onların sırtındaki kambur görünmezlerdendir. Mutlu bir eş, mutlu bir çocuk, mutlu bir personel, mutlu bir sevgili…
 
Hayat bazen maalesef “Oynamayı” gerektiriyor. Etrafınızda çok mutlu görünen bir ailenin aslında ne kadar kötü bir psikoloji içinde olduğunu, çok mutlu bir çocuğun ebeveynleri tarafından şiddete maruz kaldığını, işinde çok mutlu görünen bir bireyin aslında ne kadar mutsuz olduğunu, çok mutlu görünen sevgilinin aslında mutlu olmadığını ama öyle görünme durumunda olması gerektiğini bilemezsiniz...
 
Bunlar; mutsuzluk tanımı için sadece birkaç örneklemedir. İnsanların geneli ne yazık ki mutsuz! Üzücü ama bu doğru! Günümüzdeki sosyoekonomik ağır şartlar yukarıdaki çok az örneğin en baş sebebidir. Şu sevgili örneğine belki takılabilirsiniz. Sadece bir güven ve bunun adına nasıl deniyorsa istikbal için ortaya konan sahte mutluluk görüntüleri işte…
 
Zoraki evlilik;  aile, töre v.s etkenlerle olur da bir de bilerek zoraki evlilikler var. Çok sever görünüp aslında sığınılacak bir liman arayanlar da yok mu?
 
Hele kadınların daha fazla bir orantıda; bir aş ve bir dam uğruna çektikleri ”Ağız Kokusu”… Bu pis koku; bazen ezilerek, bazen dövülerek, bazen de hakikaten yanında yatanın gerçekten kokan nefesidir… Zenginlik ve güç için olmadık atraksiyonları yapan erkek ya da kadınlar yok mu? Bu kişilerin bir ömür boyu oynamak durumunda kalmaları acı ama gerçektir…
 
Herkesin oynadığı, hatta oynamaktan dans üstadı olduğu bir zamanda, kişinin kendine çok iyi bakması gerekiyor. Kendine bakması derken fiziksel olarak, sağlık olarak da kendine bakmak lazım ama bireyin kendine, yani içine de bakması gerekiyor. Ve içinde olmayan bir duyguyu, içinde olmayan bir erdem ile kendinde olmayan bir özelliği varmışçasına dışa vurmaması gerekiyor…
 
Bunun için sabahları aynaya bakmanızı tavsiye ederiz. Aynadaki yansıyan yüze çok dikkatlice bakılmalı ve o yüzün içinde olmayan bir nitelik orada aranmamalı, varmışçasına düşünülmemeli…
 
Beklemek; “Akılcılık” ve “Akıldışıcılık” kavramları içerisinde irdelenmesi gereken bir durumdur… Beklemenin akılcılığı olduğu gibi akıldışılığı da var ve beklemenin sonunda umulana kavuşmak söz konusu ise bunu rasyonalizm esasları içerisinde değerlendirmek kolaydır.
 
Peki, beklemek boşa ise? Elbette ki her bekleyenin, beklentisini gerçekleşmesi mümkün değildir. Ortaya “Gerçekleşme” tanımı çıktığında zaten “Gerçekçilik” yani “Realizm” olgusu da çıkmış demektir. Sonu “izm” ile biten bir kavramın karşısına (Tüm “izm”ler için geçerli değildir) başında “ir” olan bir karşıtlık çıkabilir ve “Realizm” gibi, “İrrealizm” gibi karşıt iki kavram hâsıl olur…
 
Bu durumda yapılması gereken şudur: Akılcılık ve gerçekçilik gibi genelde yan yana, üst üste, iç içe oluşan iki olgunun hayatımıza egemen olmasına müsaade etmektir. Zira başında “ir” olan İrrasyonalizm ve irrealizm gibi olan bu tür kavramlar; “Negatif” kavramlardır.
 
Bazen bilgisayarın yalnız geri dönüşüm kutusunu değil, disklerindeki verileri de silmek gerektiği gibi format atmak da gerekiyor! Bu örneklemeden yola çıkarak; kendi içimizde de belli sıklıklarla “Format” atmamız gerekmektedir. Bu bağlamda; hayatımızda negatif olguların egemen olmasına ya da çoklukla olmalarına izin vermemek nasıl gerekliyse, bazen de gerçekten bir şeyleri silmek ya da “Yok Saymak” da gerekli olabilir.
 
Yazıyı okuyan herkesin hayatının bir döneminde akılcılık ve gerçekçilikle bağdaşmayan yaşanmışlıklar vardır. Hatta bu tür bir “çelişkisel” durumun halen süregelmesi de mümkündür. Realizmde nesne ya da olgu nettir kesindir. Zaten akımın ya da kavramın genel tarifi de budur. Hayatına realist bir bakışla yön verenler; genelde yaşamında “Düz Mantığı” öne alanlardır. Bu mantıkla yaşayan ve kararlarını bu yönde verenler; yaşamında sorun istemeyen kişilerdir. Bu tür davranan/yaşayan kişilerin çok büyük bir oranı, olduğu gibi görünen ve kendisinden başka bir tiplemeyle kıyaslanmaması gerekenlerdir. Aslında her insanın “tek”liği ve bir başka kopyasının olmadığı cihetinden yola çıkılarak şu noktada da şunu düşünmek gereklidir: Kişinin karşısındaki ile olan ilişkisinde olduğundan başka bir çizgide olması doğru mudur?
 
Başında “ir” olan kavramların çok fazla “irdelenmesi” ile çok zaman ortaya “Kaotik” bir durum çıkar. Ancak bilimsellikte de artık kabul edilen ve olasılıklarla tanımlanan; amaçlanan hedeften sapma durumu ihtimali de bireylerin karşısına azımsanmayacak sıklıkta çıkmaktadır. Akıl tarafından yönetilen beden; salt kan pompalama görevi olmayan kalbin karşısında aciz kalmakta, hiç umulmadık konumdaki kişiler dahi hata üstüne hata yapmaktadırlar…
 
Son birkaç paragraftaki “çelişkisel” ifadelerle; okuyucu zaten karışmış(olması olası) kafasını daha da kaotik bir ortamda zannedebilir ve “Ne oluyoruz yahu?” diyebilir. Ancak yaşamın, yaşananların ne zaman “Akılcı” ya da “Gerçekçi” olduğu ile yaşananların “Akıldışı”  ya da “Gerçekdışı” olduğu da; durağan,net-kesin değildir ve bu durum; ortam ile “bekleyene” göre değişir.
 
Kimsenin doğrusu; bir başkasının doğrusu olmak zorunda değildir. Bu durumda kalbinin sesini üstte tutanların, fiziksel sesini de biraz yükselterek susmaması ve duruma hâkim olması da olasılıklar arasındadır. Kaldı ki karşısındaki kişi de kendi eksenini değiştirmek için belki bir ses ya da dürtüye gereksinim içindedir.  Ancak sadece bir ses ve dürtü ile değil de akıl süzgecinden geçen ve “özümsenen” bir kabullenişin dışındaki durumlarda anlık kabulleniş ile adım atanların ileride çabuk yorulduğu ve sahadan hızla ayrılacağı olasılığını göz ardı etmemek gereklidir…
 
Zuhur eden her ne ise bundaki en büyük yapıcı etken; elbette ki ortak paydalar olacaktır. İşte bu durumda tarafların ortak payda yaratma arayışında değil de doğal tepkilerle ortada hâsıl olacak davranış biçimlerindeki ortak paydalarda bulunmaları ile ancak beklenen sonuca varılabilir.
 
Yazar; müsaadenizle, zaten “Çorbasal” bir görüntü kirliliği içinde görünen bu yazıyı daha da uzatmaktan vazgeçerek, geç saatlerde bile çok fazla içtiği kahvesine dönmeyi yeğlemiş, buraya kadar sabırla bu yazıyı okuyacak olanların (bir kısmının) kafasında oluşacak kavram kargaşasını düşünerek ve gülümseyerek kahvesini yudumlamaya başlamıştır…
 
 
Bojidar Çipof
8 Ekim 2010 03.30 Yeşilköy
 
 
 
Toplam blog
: 336
: 625
Kayıt tarihi
: 29.01.10
 
 

Araştırmacı yazar BOJİDAR ÇİPOF: 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesi; Ege Makedonyasından İsta..