Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '07

 
Kategori
Felsefe
 

Akılcılık ve sezgicilik metotlarının değerlendirilmesi

Hayatı kavramada, hayatın akışı içinde bir değer olarak konum belirlemede akılcılık ile sezgisel kavrayış arasında kalmak nasıl mümkün olabilmiş? Bu konu geçmişte düşünürlerimiz arasında bir problem ve ihtilaf kaynağı olarak asırlar boyunca nasıl olup ta gündemimizi meşgul edebilmiş? Doğrusu şaşılacak şey. İslam’ın akla verdiği değer ortada. Akla, insan hissiyatına rehber olmak, duygu zenginliğine ve coşkusuna kabul edilebilir ideal ölçüler içinde müdahale edebilmek yeteneği olarak bakmak gerekir. Akıl, sadece insan ruhunda tebarüz edebilen muazzam bir ruhsal yetenek. Belki de insan ruhunun muhakeme edebilme, tanımlama yapabilme yeteneklerinin kendini açığa vurduğu noktadır akıl. Akıl, organik varlığın, beyin ve sinir sistemi üzerinde uyandırdığı izlenimlerin toplamı olmamalı. Aksi halde nefes alıp veren her canlıda farklı düzeylerde de olsa akli yeteneklerin bulunduğu gözlenecekti. İçinde yaşadığımız gezegende hayat için gerekli olan şartlar oluştuğunda nasıl bir canlılık formu oluşuyorsa, eğer akıl biyolojik varlıktan kaynaklanan bir değer olsaydı o veya bu şekilde başka canlılarda bunun değişik düzeylerdeki karşılıklarını görecektik. Demek ki, akli yeteneklerin kaynağı ve ilintisi insan organizması değil. O, tabiri caizse insan tabiatına haricen enjekte edilen bir dinamizm. Akli yetenekler, insanın biyolojik doğasına ait isteklerini dengeleyemeyip onların güdümüne girecek olursa gücünü manevi kaynağından değil organizmadan alarak sınırları görülebilen sonlu bir kuvvet olacaktır. İşte bu noktada insani değerlerden uzaklaşarak insan hissiyatına rehber olabilme ayrıcalığını kaybedecektir. Dinimizce böylesine bir değere sahip olan akılcılığın göz ardı edilebilmesi kabul edilebilecek bir durum değil. Kaldı ki, akılcılığa karşı çıkarken ortaya konan mantalite yine aklımızın kurguladıklarından oluşuyor. Tarihimizin 1200 lü yıllarını değerlendirirken döneme ait şartların da göz önünde bulundurulması gerekir. O dönemde akılcılık acaba nasıl tanımlandı? Akılcı yaklaşımlarla ne gibi sonuçlar alınmak isteniyordu? Ya da sezgici yaklaşım ne tür bir tercihin karşılığı idi? Döneme özgü şartları bilmeden bu çekişmeyi açıklayabilmek zor. Benim bildiğim, o dönemlerde yeni eflatuncu dünya görüşü ile Epikürcü görüşlerin etkileri ve rekabetleri vardı. Karşı çıkılıp, tenkit edilen görüşler bu yaklaşımların etkisindeki akılcı ve sezgisel görüşler olmalı. Çünkü bir defa zaten felsefe biliminde fikri çekişmeler bilgiye ulaşmada bir metot olarak kabul edilmiştir, doğaldır ve kaçınılmazdır, işin tabiatı bunu gerektirir. Belki de bu çekişmeyi bir olumsuzluk olarak algılamak yerine zamana ait fikri yaklaşımların değerlendirilmeye tabi tutulduğu bir sorgulama ve hazım dönemi olarak kabul etmek gerekecek. Ayrıca “ ilim müminin yitik malıdır. Onu nerede bulsa alır.” Hadisi şerifi gereği o dönemlerde Müslümanlar ulaşabildikleri bütün ilim merkezlerinden ilk etapta her hangi bir tasnifte bulunmaksızın bütün bilgi ve kaynakları olduğu gibi devşirmişler. Uzun bir etüt sürecinden sonra İslam dünyası ilimde kendi orijinal metodolojisini geliştirerek bu bilgilere yeni açılımlar kazandırmıştır. O dönemlerin zamanımızdan bir farkı da çok kültürlü bir sosyal dokuya sahip oluşlarından kaynaklanan çok boyutlu düşünebilme yeteneğine sahip oluşlarıydı. Biz bugün olayları siyah-beyaz çizgiler olarak görme kolaylığı içinde hareket ediyor ve o dönemlerin gri alanlarını anlamakta zorlanıyoruz.

Sezgisel yaklaşımla ilgili olarak âcizane kanaatim şudur; Yukarıda nasıl akılcılığı kendi döneminden bağımsız bir şekilde ele alarak değerlendirmeye çalışmışsam, sezgisel yaklaşımı da güncelliğinden ayrı görmem gerekecek. Aksi halde İhvanı safa ekolü ve Asya ile Mısır mistisizminin özelliklerine değinmeliyim ki bu da oldukça zamanımı alır.

Yukarıda kısmen belirttiğim gibi akıl, ruhsal bir yetenektir. Daha doğrusu, duygusallığı belli ölçüler içinde dengeleyerek onu koruyabilme becerisidir. Bunun ötesinde duyguların sonsuzca açılabilme, şekillenebilme yeteneği bulunmaktadır. Tıpkı rüyalarda duyguların bizi gerçek dışı bir mecraya sürüklemesinde görüldüğü gibi. Fakat insan iradesi aktif olduğu uyanıklık durumunda bu kontrolsüz açılımlara izin vermez. Günlük deneyimlerine ait izlenimleri sonucunda belirlediği zihni ölçütlerle irade, bir durum değerlendirmesi yaparak gerçek olanlarla olmayanları bir birinden ayırır. Sezgisel metotta, irade duygular üzerindeki denetimini bırakarak, duyguların kendisini yönlendirmesine izin verir ve somut, algılanabilir günlük izlenimlerinin ötesinde farklı bilinç boyutlarını tanıyarak bilgi edinir. Dış dünyada somut karşılığını bulamadığı yeni izlenimlerini tanımlamakta, bunları ifade etmekte zorlanır. İşte sezgisel metotla elde edilen bu tür bilgilerin bir değer taşıyabilmesi için kısaca Kuran-ı kerim’in ortaya koyduğu ölçülerle örtüşmesi gerekir. Ayetlerde övülen İlmi Ledün ya da İlmi Resüh, belki de sezgisel kavrayışın her durum da Kur’an esaslarıyla örtüşen en sağlıklı algılama biçimidir. Altıncı hisse sahip olan canlıların tabii felaketleri şaşmaz bir şekilde hissetmeleri gibi her zaman doğru bilgilere ulaştırabilen bir iç kaynak olmalı sezgisel metot. Ama Asya Şamanları, Kızıl derililerin büyücüleri, Hint ve Budist rahiplerin yaptığı gibi duygusallığı tabiata endeksleyerek, sınırsızca yaşayacak olursanız geleceğiniz nokta duygusallığın sınırlarını belirleme çabasından öte olamayacaktır.

Akılcılık ve sezgicilik tarihte bu kadar birbirini hırpalamamalıydı. İki metodunda doğru bilgilere ulaşmada hâlbuki birbirine ne kadarda çok ihtiyacı vardı.

 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..