Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '11

 
Kategori
Siyaset
 

Akıncılarına silahı yasaklayan komutan: Mücahit Erbakan

Akıncılarına silahı yasaklayan komutan: Mücahit Erbakan
 

1970'li yılların kasvetli günleridir... 

Türkiye'de gençler üzerinden bir oyun oynanmaktadır. 

Kimisi komando kampları oluşturmuş, kimisi de devrimci karargahları. 

Gayri resmi hızlandırılmış bir askeri eğitimle gençler savaşa hazırlandırılmaktadır. 

Öngörülen düşman da kardeş çocuklarıdır. 

Çok geçmeden hücüm emri verilir ve savaş meydanı yapılan sokaklar kan gölüne dönüştürülür. Artık Türkiye'de karşılıklı olarak kurtarılmış şehirler, kurtarılmış mahalleler vardır. Devletin üniformalı polisleri karakollara hapsolmuşlardır. Kurtarılmış şehirlerde ve mahallelerde devriye görevini kurtarıcı silahlı militanlar yapmaktadır. 

O dönemde üniversite öğrencisi bir gençtim. Beyoğlu'nda kiraladığımız bir evde üç arkadaşla birlikte kalmaktaydım. Arkadaş çevrem daha çok Erbakancı'ydı. Bazı şeyler kafama takılsa da, kendimi ikna edemesem de mecburen arkadaşlarla beraber bazı siyasi etkinliklere iştirak ediyordum. 

Teyzemin oğlu evimizin hemen karşısındaki dayımın fırınında çalışıyordu. Bir pazar günü MSP'nin gençlik örgütünün Kasımpaşa'da bir toplantısı vardı (Muhtemelen Tayyip Erdoğan'ın organize ettiği bir toplantıydı). Arkadaşlarla birlikte bu toplantıya gidecektik. Ben teyzemin oğlunu da davet ettim, o da gezme kabilinden gelmeyi kabul etti. Toplantı salonuna gittik, oldukça kalabalıktı. Teyzemin oğluyla ben fazla kalabalığa karışmadık, biraz durduktan sonra geri döndük. 

Teyzemin oğlu gördüklerinden çok etkilenmiş ve çok şaşırmıştı. Bana, "Ben eskiden kendi kendime diyordum ki; Erbakan boşuna uğraşıyor, partilileri hep beyaz sakallı yaşlı insanlar olmalı, onlar da ölünce parti bitecek. Toplantıda sakallı yaşlı insanlar göreceğimi tahmin ediyordum ama öyle çıkmadı; ateşli genç insanları gördüm. Erbakan'ın sırtı yere gelmez" dedi. 

Erbakan, islami söylemlerde bulunduğu için teyzemin oğlu da, yanlız dünyadan elini eteğini çekmiş, kendini dine vermiş insanların Erbakan'ın partisini destekleyeceklerini sanıyormuş. 

Teyzemin oğlu yanılmıştı. Gençlik gelecek demekti. Geleceği düşünen de gençlere yatırım yapmalıydı. Erbakan da öyle yapmıştı; tıpkı diğer siyasiler gibi. 

Diğer gençlik gruplarının isimleri vardı; Devrimci Gençlik, Ülkücü Gençlik gibi... 

Erbakan siyasi söylemlerinde Osmanlı'yı, özellikle de Fatih Sultan Mehmet'i öne çıkarmıştı. Gençliğine de buna uygun bir ad takmalıydı, taktı da; Erbakan gençliğine "Akıncılar" adını verdi. 

Diğer gençlik grupları silahlanmışlar ve birbirleriyle çarpışıyorlardı... 

Böyle bir ortamda Akıncılar'ın Başkomutanı Erbakan, askerlerine silahı yasaklamıştı... 

Ben içlerinde olduğum için çok iyi biliyordum. Ölümü üzerine eski bir emniyetçi olan Mehmet Ağar da açıkladı: "Erbakan'ın siyasi kadrolarında bir çakı bıçağı bile bulunamamıştır" dedi. 

Oysa Akıncılar Osmanlı ordusunun öncü güçleriydi... 

Ayrıca Erbakan'ın sıfatı da "Mücahit"ti. Mücahit de din uğruna savaşan demekti. 

Anlayacağınız Erbakan'ın kendisi "Mücahit", gençleri de "Akıncı" idi ama onun fiziki savaşla bir ilgisi yoktu. Onun savaşı zihinlerleydi, fikirlerleydi. 

Buradan Erbakan'ın bugünkü radikal islamcı hareketlerle bağdaşmadığı, barışçıl olduğu, mücadelesini sadece fikir bazında sürdürmeye çalıştığı sonucunu çıkarabiliriz. 

Bugün geriye doğru baktığımızda Erbakan'ın ne kadar doğru bir yolda olduğunu görebiliyoruz. O gün sokak savaşları yapanlar şimdi, "aldatıldık, kullanıldık" diyerek pişmanlık duyuyorlar. 

Erbakan'ın uyguladığı politikalarda, siyasi söylemlerinde eleştirdiğim ve hala ikna olamadığım çok şeyler vardı. Eski siyasetimizin hastalığı olan demagojiye bulaşmasaydı, daha ciddi olsaydı, ülkenin karanlığa gömüldüğü o dönemde, dışardan destek verdiği Demirel azınlık Hükümeti için "Ona köşeyi tersine döndüreceğim", "Kadayıfın altının kızarmasını bekliyorum" gibi esprileri keşke yapmasaydı. 1996'da kurulan ANA-YOL Hükümeti'ni yıkmak için Çiller aleyhine peşpeşe soruşturma önergeleri verip, Çiller'le ortak hükümet konusunda anlaştıktan sonra da kendi önergelerine red oyu vermeseydi keşke. Başbakanlığını koruma adına "Susurluk"a sahip çıkmasaydı, "Gulu Gulu Dansı", "Fasa Fiso" demeseydi keşke... 

İktidar için her şeyi mübah görmeseydi, onurlu bir iktidarı bekleseydi sonuna kadar... 

Bunu yapsaydı ne kaybederdi Erbakan? Kendisine "Eski Başbakanlardan Erbakan..." denmezdi belki bugün. 

Bataklık üzerine kurulan, 28 Şubat süreciyle fitil fitil burnundan getirelen bir yıllık Başbakanlığa değer miydi bu? 

Son zamanlarda kişisel hesaplarla Numan Kurtulmuş'u partiden ayrılmaya mecbur bırakıp, sonra da ona "Sürüden ayrılanı kurt kapar" demeseydi keşke... 

Hatasız kul olmaz. Hiç kimse peygamber değildir ki. Tabii ki Erbakan'ın da hataları olacaktı. 

Ama eleştirdiğim bu politikalarına karşılık Erbakan'ın bütün bu eksilerini bir anda artıya çevirecek, onları sıfırlayacak çok önemli ve çok büyük bir hizmetini de göz ardı edemeyiz; o da Erbakan'ın 70'lı yıllardan başlayarak idealist, barışcıl, dürüst, millete hizmet aşkıyla yanan geleceğin kadrolarını yetiştirmesidir. Erbakan bir taraftan "fabrika", "tank", "montaj değil, ağır sanayi" derken, bir taraftan da var gücüyle gençlere yatırım yapıyordu. Sadece gençleri değil, kadınları da siyasete kazandıran oydu. 

80'li yılların sonundan itibaren Refah Partisi'nin yükselişini hala ideolojiyle, tarikatlarla açıklamaya çalışanlar var. Bunlar sırça köşklerinde oturan, Türkiye gerçeklerinden bihaber gazeteciler, köşe yazarlarıdır! 

Refah Partisi'nin yükselişinin esas sebebi Erbakan'ın 70'li yıllarda yetiştirdiği idealist gençlerin büyüyerek yönetime talip olmaları ve küçük de olsa üç beş belediye başkanlığını kazanmalarıydı. Seçime kadar ellerini ayaklarını öpen, seçimden sonra ise kendilerini tanımayan, doğru dürüst hiçbir belediyecilik hizmeti yapmayan, ortaya çıkan yolsuzluklarla sadece kendi ceplerini dolduran belediye başkanlarını tanıyordu halk. İlk defa Refah Belediyeleriyle halkı seçimden sonra da müşteri olarak gören, onları kapıda karşılayan bütün özel ve genel ihtiyaçlarını gideren bir belediyecilik anlayışı gördü halk. Sadece bir örnek vereceğim: Nüfusun neredeyse % 50'sinin açlık sınırında olduğu bir ülkede ekmek çok önemli bir gıda maddesiydi. Halka ucuz ekmek yedirmek üzere bazı belediyeler Halk Ekmek Fabrikaları kurmuşlardı. Önceki belediyeler döneminde bu fabrikalar bedeva versen bile yenmeyecek şekilde kalitesiz ekmekler üretiyorlar ve zarar ediyorlardı. Refah Belediyelerinde hem daha ucuz, hem daha kaliteli ekmek üretildi ve hem de bu fabrikalar kar ettiler. 

Bu farkın nedeni İstanbul'da ortaya çıkmış ve bir gazeteye manşet olmuştu; Halk Ekmek'in müdürüyle bir un fabrikasının sahibi anlaşmışlar ve kurtlu unlar satın alınmıştı. Ekmeklerin üzerinde pişmiş kocaman kurtlar gözüküyordu! 

Refah belediyelerinin karşısında da çoğunlukla SHP belediyeleri vardı. Aradaki fark geceyle gündüz gibiydi. 

Refah Belediyeleri adeta bir marka olmuşlardı. Kulaktan kulağa yayılan dedikodular ve basın yardımıyla bu hizmetler tüm ülkede duyulmuş ve Refah belediyeleri bir efsane haline gelmişti. 

90'lı yıllardaki RP'nin önlenemez yükselişinin sebebi buydu işte. 

Erbakan, "Onlar kafesten uçsalar da hala kuşturlar" dese de bugün Türkiye'yi yöneten kadrolar bu kadrolardır. 

Bu kadroları yetiştirdiği için Erbakan'ı şükranla yad ediyor ve kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. 

 

 

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..