Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '13

 
Kategori
Siyaset
 

AKP için ayrılıkçılık bir salgın değil midir?

AKP için ayrılıkçılık bir salgın değil midir?
 

Ayrılıkçılık karşısında en çok ihtiyacımız olan şey 'düşünmek'tir


Dün öğle sonu okuduğum, ‘Yine ortaya çıktılar!’ başlıklı haber gerçekten nice ibret verici durumları yansıtıyor desem yeridir. Buna göre, 'Bingöl'ün Genç İlçesi'nde dün akşam saatlerinde yol PKK'nın Suriye'deki yapılanması Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) demokratik özerlik ilan etmesinin birinci yıldönümü nedeniyle Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde kutlama yapıldı. Kutlamaya daha önce 'PKK asayiş' adı altında yol kesen ve yüzleri maskeli grup meşaleli yürüyüş düzenledi. Polisin dağılmalarını istediği grup Molotof kokteyli atınca, tazyikli su sıkılarak basınçlı su ile dağıtılmış.

Doğan Haber Ajansının bildirdiğine göre, ‘Kürtçe müzik eşliğinde yapılan etkinlik sırasında daha önce Cizre'nin Nuh Mahallesi'nde 'PKK asayiş' adı altında yol kesen ve PKK'nın gençlik yapılanması olarak nitelendirilen Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) üyeleri yüksek bir tepeden ellerinde meşalelerle yürüyerek alana girdi. Yüzleri kapalı, üzerlerinde Abdullah Öcalan'ın resmi bulunan ve YDG-H yazılı siyah tişörtler giyen yaklaşık 50 kişilik grup sahneye çıkarak hazırladıkları bildiriyi’ okumuşlar.

‘Daha sonra BDP Şırnak İl Başkanı Bekir Katar, sahneye çıkarak konuşma yaptı. Bu sırada alana gelen polis, gruplardan dağılmalarını istedi. Grubun dağılmaması üzerine polis basınçlı su ile müdahalede bulundu. Bu sırada yüzleri kapalı olan PKK'lılar da polise taş, Molotof ve havai fişeklerle saldırdı. Atılan bir Molotof'un isabet ettiği polis panzeri alev aldı. Alev, diğer TOMA araçlarıyla söndürüldü. Yaklaşık 1 saat süren olaylarda kadın ve çocuklar panik halinde kaçıştı. Grubun dağılması ardından polis de’ Nuh Mahallesinden ayrılmış. (20 Temmuz 2013 - 13:23) bu konuda bir tek soru sorarak sorunun diğer boyutlarına değinmek istiyorum:

Peki, Cumhuriyet döneminin en güçlü iktidarları arasına girmeyi başaran AKP yukarıdaki olaylarda olduğu gibi diğer yüzlercesi bağlamında ‘ayrılıkçılığın’ her halükârda engellenerek çözülmesi gereken bir salgın olduğunu görmüyor mu?

On yıl sonra Kızılırmak’tan Dicle ile Fırat’a bir koşu

Bunları okuyunca özellikle 1984, 1986 ve 1989’da üç kez uğrak vererek belgesel çekimleri yaptığım o tozlu topraklı, bakımsız Cizre geldi gözlerimin önüne. Çevrede özellikle Urfa’dan sonra İpek Yolu alarak adlandırılan Adana-Bağdat karayolunda mazot, benzin, çeşitli gıda ve eşya taşıyan yerli ve yabancı o dev TIR’ların uzun sıralarını ve çıkarttıkları gürültüleri de unutmak mümkün değil. Benim belgesellerim daha çok kırsal kalkınma, tarımsal üretim, sulama, eğitim ve eğer var ise eski çağlardan kalma anıt eserler ile kazı alanları idi. Onları doğrudan doğruya anlatmak yerine söz konusu Mardin ya da GAP belgeselinin çerçevesine uygun bir yerinde görselliği bakımından kurgulamaya çalışırdım.

Özellikle pamuk, buğday, zeytin ve çeltik üretimi yanında su kuyuları, dereler, vadiler ve Dicle ilgimi çekerdi. 1974’ün Mart başında Yüksek Lisans tezimi yazmak için Kızılırmak kıyısındaki Kulapaşa Çiftliğine gittiğimde öğrendiğim gibi Dicle ile Fırat kıyısında oturanlar da benzer bir kaderi paylaşıyorlardı. Orada ilk olarak duyduğum yöredeki, ‘Kızılırmak akar Karamsarlı bakar’ atasözü çoğu bakımlardan Çüngüş’te ve Cizre’de de ortak bir görünüşü yansıtıyordu. (Buradaki ‘Karamsarlı’ dilimizdeki ‘harf düşmesi’ olayı diye bildiğimiz bir özellik nedeni ile Karamürsel Köyünde oturan anlamında ‘Karamürselli’ kelimesinin yöredeki söyleyiş biçimidir.)

Şimdi sizi 1970’lerden 1980’lere kadar getirmişken bir de çok değil bir buçuk ya da iki yıl öncesine götüreyim istiyorum. Bir gezginin anılarından biri olarak aşağıda okuyacağınız ibret verici durumlar ile değer yargılarının nasıl allak bullak edildiğini sizin ilginize sunmaktan başka ne yapabilirim? Bir bayan yurttaşımızın yazmış olduğu bu çok özel anıyı, sonundan az kısaltarak size sunduktan sonra çok kısa bir kaç söz ekleyerek size sunmak istiyorum. Bu yüzden o engin İslâm Kardeşliği ile bu toprakların çocukları olmak bakımından birbirimize ne kadar muhtaç olduğumuzun bilincini diri tutmaktan başka çıkar yolumuz yoktur, diyerek sözü Cizre’de geçen ilginç bir iki anı ile Müslüman olmanın o güç veren esintisine bırakıyorum…

Cizreli kadın, ‘Ben aslında polislerin şehit olduğuna inanmıyorum!’

'Dağlar arasında sıkışıp kalmış hatta bastırılmış bir yer burası. Yazın kavurucu sıcağıyla her an sanki eteklerinden tutuşacakmış gibi hissediyor insan. Suriye'ye yakınlığı dolayısıyla müthiş bir çöl iklimi kendini belli ediyor burada. Burası Şırnak'ın Cizre ilçesi...

Cizre'nin yerlilerinden bir hanım evine davet ediyor beni. Nezaketsizlik etmemek ve komşu hakkını gözetmek maksadıyla kırmıyorum. Bir gün öncesinde de Cizre sokaklarında terör yandaşlarının eylemi vardı. Böyle durumlarda kepenkler iniyor hemen. Esnaf kendini garantiye almak istiyor belli ki. Biz komşu hanımla çaylarımızı yudumlarken küçük oğlu balkondan sloganlar atmaya başlıyor. Bir gün öncesinin kulakta kalmışlıklarıyla belki de. Komşu hanım tedirgin oluyor birden. Çocuğun sloganı Kürtçe atmış olmasına rağmen anladığımı fark etmiş olmalı ki düzeltiyor:

- Kusura bakma hocam çocuk işte. Sokaklarda duyuyor, bir şey zannediyor. Normalde bizim böyle şeylerle işimiz yoktur. Biz taraf tutmayız. (Burada altını çiziyorum '... taraf tutmayız.’) Kepenklerimizi kapatır, evlerimize çekiliriz. Hatta eşlerimizi korkaklıkla suçlarlar ama biz karışmayız, diyor.

Bu olumsuz havayı düzeltmeye çalışıp, biraz alttan alınca bambaşka bir gerçeği duyuyorum. Gerçek dediysem buranın gerçeği! Kadın ekliyor söylediklerine; ''Vallahi ben anlayamıyorum nedir bu paylaşılamayan?! İki tarafta da ölümler oluyor. Evlatlar gidiyor. Ne var kardeşçe yaşasak?'' diyor.

Endişeli halini düşünerek 'Bu vatanın gerçek evlatları kınalar yakılarak, davullarla, omuzlarında al bayrakla, Allah'a emanet ol dercesine göklere fırlatılarak askere gönderiliyor. Dönüşü bir bayram günü gibi bekleniyor. Dönmezse şehitlik makamının verdiği gurur her acının üstesinden geliyor. Bu vatan uğrunda dönemeyen şehit oluyor, leş değil!' diyorum. Ve o can alıcı konuya geliyor. 'BEN ASLINDA POLİSLERİN ŞEHİT OLDUĞUNA İNANMIYORUM!' diyor. Kulaklarıma inanamayarak soruyorum; '' Neee? Nasıl yani?

- Vatan uğruna aileni, sevdiklerini, yaşadığın şehri, her şeyini bırakıp bilmediğin tanımadığın topraklarda yaşam sürüyorsun. Bayramlarda ve özel günlerde ailenin yanında olmak yerine halkın ve vatanın menfaatlerini düşünüyorsun. Bir vatan haini geliyor ve canına, malına, en önemlisi vatanına kastediyor, göz koyuyor, çarpışarak da değil namertçe sırtından vuruyor ama sen şehit olmaz diyorsun öyle mi? Nedir o zaman bunun adı? Vatan hainliği mi, diye soruyorum.

- Yanlış anlama sakın. Ben haklılar demiyorum. Ama şehitlik zor bir makammış. Bizim hocalarımız polis ve askerlerin şehit olmadığını söylüyor. Çünkü Müslüman Müslüman’ı vurunca şehit olmazmış. Yani sonuçta onları vuran da Müslüman’ diyor...

Daha fazlasını kalemimin yazmaya dayanamadığı bir durumdayım. Evet, buranın hocaları böyle diyormuş. Tabi bu konuşma böyle bitmiyor. Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'in en büyük mucizesi olan Kur'an-ı Kerim'de şehitlik makamının nasıl anlatıldığını söylüyorum. Hatta Hz. Ali'nin de halifeliğini kabul etmeyen başka Müslümanlarca şehit edildiğini söylüyorum. Ve daha pek çok örnek. Susuyor, sadece susuyor...'

Ayrılıkçılık hiçbir biçimde sinsice can almak olmamalıdır

İçine düşülen ‘ayrılıkçılık’ nerelere kadar uzanmış değil mi? Ne yazık ki ‘ayrılıkçılık ateşi’ ile her yeri yakmak isteyenler başta DİN (yani İSLÂM) olmak üzere, iman, ortak değerlerimiz olan vatan-millet-bayrak-toprak-tarih-namus-dürüstlük ve komşuluk gibi yüzlerce değerimizi değersizleştirmek için her şeyi, her kişiyi kullanmaktan çekinmiyorlar. Bu amaçla beyin yıkama yaptıkları her zavallı bilgili kişiler karşısında; karşılaşmış olduğunuz gibi sus pus olurlar. Utanmazlar, arlanmazlar ve yüzleri de kızarmaz sanırım. Belki öylesine öğütlenmişlerdir ki baştan ayağa kişiliksizlik demek olan ikiyüzlülüğü de elden bırakmazlar. Çünkü Batılıların böl-yönet emrine kapılarak her şeyi mubah görmek gibi bir körlük içindedirler. ALLAH (c.c) onların sinsi şerrinden korusun hepimizi.

Polis, asker, subay, öğretmen, gazeteci bu vatan için korkmadan hep şehit olabiliriz. Çünkü onlar cennetle müjdelenmiştir. Kaldı ki karşılıklı bir çatışmada egemen bir güç olmak bakımından ‘teslim ol’ çağrısı yapıldıktan sonra bir teröristin teslim olmasına rağmen ona şiddet uygulanması da vurulması da ne İslam’a ne de insanlığa sığar. Böylesi bir kadere çatmış olanların yeri de inşallah cennettir.

Ayrıntıları tartışmak yerine dayatmalara teslim olmak ne kadar zor

Bana göre kişi kökenine bağlı olarak ırkçı, ulusçu, aşiretçi, kabileci olabilir. Bu onun en doğal haklarındandır. Onun özgürlük alanlarıdır. Kimse karışamaz. Yeter ki yeri geldiğinde hiçbir şiddete başvurmadan ve silahlı çatışmaya yol açmadan görüşlerini savunsun, kime ne. Karşısındaki de eğer bilgisi var ise elinden geldiği kadar kendisini savunsun. O da hiçbir biçimde şiddete ve silahlı çatışmaya övgü yapmamalıdır bana göre.

Sorunumuz her ne ise gelin tartışalım. Ancak arada bir ne şiddete ne silaha övgü olmasın. Bir de ne olur, 'bu iş buraya kadar ben seni her an temizletebilirim' gibi bir kabadayılıklar yanında bir de 'aba altından sopa göstermek' gibi 'arkadan adam vurmak' içerikli iğrenç yollara başvurabileceğini söyleme. Başkalarına da söyletme. Çünkü bu gibi sözler ve eylemler hiç de sağlıklı bir kişilik belirtisi değildir. Yoksa adın korkağa çıkar. Gün gelir külahları değişiriz, ona göre. Ne olur m e r t olalım ki kimin daha güçlü, daha bilgili ve daha akıllı olduğu anlaşılsın

Dolayısıyla bizde olduğu gibi kimi ülkelerde de var olan ‘ayrılıkçılık’ hiçbir biçimde can almak olmamalıdır. Yan yana yaşama sürecinde bazı sorunlar var ise (ki bu da doğal bir insanlık durumudur) onlar da hukuk içinde kalmak şartı ile çözülemez mi? Ayrıca biliyoruz ki çok yönlü bağlantılar nedeni ile etkileşim içinde bulunduğumuz Batı dünyası da özellikle İnsan Hakları ile Düşünce Özgürlüğü bağlamında İç Hukuk üzerinde olduğu kadar iktidarlar üzerinde de etkili olmuyor mu? 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..