Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '14

 
Kategori
Siyaset
 

AKP neden kazanıyor?

AKP neden kazanıyor?
 

“Ankara’nın bağları büklüm, büklüm yolları…” diye devam eden bir şarkı şu günlerde dillerden düşmüyor… Benimde doğup, büyüdüğüm Ankara denildiğinde insanların aklına kim bilir neler,  neler gelir… Neyse akıllarda tilkiler dolaşa dursun Ankara’ya bir gidişimde Ulus semtinde eski işyerimdeki arkadaşlarımı ziyaret etmek için bağlarında olmasa bile yollarında yürüyorum…

Başım önümde düşünüyorum, ‘bu memleketin hali ne olacak?’ diye… Yerde kartvizitler görüyorum. Anadan üryan (yani çırılçıplak) kadın resimleri… Alt köşesinde ise telefon numaraları… Birkaç adım gidiyorum yine değişik erotik kadın resimli kartvizitlerin sonu yok gibi… Bu kez kafamı kaldırarak yürüyorum, köşe başları mini etekli sokak kadınlarının bekleyişleriyle zapt edilmiş.  Hem de Melih Gökçek’in başkan olduğu şehrin göbeğinde (!)

Eski çalıştığım iş yerimdeki arkadaşlarıma, “Ben gittim, Ulus bozulmuş” dediğimde, Kerhaneyi kapatınca kadınlar Ulus’u mekân tuttular. Sana,  ‘ateşin var mı?’ diye, sordular mı?” dediklerinde, “maalesef” diyerek ısmarladıkları çaylarından bir yudum daha çektim.

Vay Ankara’m Vay!

Büklüm, büklüm sokakları ne hale gelmiş!

Şimdi gelelim, Ankara’nın bağlarındaki sadete…

2002 yılından günümüze kadar AKP her yapılan seçimlerde neden kazanıyor? Ve neden kemikleşmiş seçmen yapısını muhalefet bir türlü değiştiremiyor? Bu başarı AKP yönetiminin mi, yoksa seçmelerinin sosyo-ekonomik veya kültürel yapısından mı ileri geliyordu? Gelin bu konuya bir yolculuk yapalım. Önce sizden ricam önce kemerlerinizi bağlayın. Yok… Yok… Bağlamadan önce kendinize bir çay veya kafe alın,  zira yolculuk keyifli geçecek… Şimdiden sizlere iyi yolculuklar (!) …

Yolculuklar demişken AKP Seçmeni seyahat ederken dünyanın en pahalı benzinini kullansa bile çift yönlü yollardan pek memnunlar, eskiden neydi o tek şeritli yollar diye, sezerişte bulunurlardı! Bizlerin suyu çıkarılarak alınan vergilerden katkımız olup onları sevindirdiysek,  ne mutlu kendi adıma!

Ankara’nın bağları denilince aklıma park ve bahçeleri geldi. AKP seçmeni belediyeleriyle gurur duyuyor!  Şehirleri çiçek bahçelerine çevirdiler, çünkü görsellik oy almak için çok önemliydi.  Çiçekçilik ve peyzajcılıktan ne şirketler doğdu. Bundan hangi patronlar nemalanmadı ki… Park ve bahçeleriyle yol kenarlarında asgari ücretin güneşinde kimler ter dökmedi ki…

Yalnız çiçekler mi? AKP’li Belediyeler şehirlerini reklam panolarıyla donattı. Onları kimlere verdi? Çoğunluğunu muhalefete verecek değillerdi tabi ki, hem onlar reklam verseler bütçeden ayrılan pay neye yeterdi? AKP Devletin imkânlarını kullanması ile nemalandığı çevresi öyle mi?  Büyük büyük reklam panoları halkın gözünü gözüne sokuldu. Fakirlerimiz malum çok ülkemizde. Onlar beslendi makarna ve kömürle… Üç-beş yüz liralık banka kuyruklarında itiş kakış aldılar yardımlarını. Allah var Belediyeleri iyi çalıştı! Ölüsüne dirisine, hastasına canı gönülden koştular!

Size bir yakınımdan duyduğum bir olayı anlatacağım:

“Ev telefonumu açtım, karşımda bir adam, bana daha neresi bile demeden, seçimden önce bize hasta alt bağı getirmiştiniz, şimdi neden getirmediniz?” dediğinde ona, “Nereyi aradın?” dedim. Bana, Sincan Belediyesini, demez mi? Ona kızdım. ‘Bana bana bak üç kuruşluk şeylere tamah ederek oylarınızı sattınız. Yazıklar olsun!’ diye,  telefonu suratına kapattım…

Güldüm, onun ne suçu var… Adamlar oy almak için her yolu deniyorlar. Hem nereden biliyorsun, belki de oyunu başkasına verecek” desem, de “Hadi ordan be!” sözüyle yakınım oldukça sinirliydi…

Görsellik önemliydi AKP için bunu yaptılar… Bahçelerdeki çiçekleri görenler bayıldılar. Baygınlıklarından evinde işsiz varmış, asgari ücretten uzun çalıştırılıp, düşük ücret almış, kredi kartlarından dolayı kapısına icra gelmiş, ayrıca benzine, telefona, sigaraya (içki demiyorum AKP li kardeşlerim ayran içerler) yarı yarıya vergi verdiği aklına bile gelmez!

Seçim meydanlarında İstanbul’da Sarıgül projeleri içinde öğrencilere ulaşımı bedava yapacağını,  Bursa’da ise CHP’li Necati Şahin su ücretlerinin yarı yarıya ineceğini beyan etmişlerdi.

Bu beyanlara AKP’liler oy verir mi? Onları zamanında CHP gelirse din elden gider gibi dedikodularla sürekli kötüleyerek beyinlerini işlediler. İşlenenlerde çocuklarına aktardılar. Parti başkanları da bu geleneğe son sürat devam ediyor.  Neredeyse, İnönü, Atatürk ve silah arkadaşlarıyla ülkeyi düşmanlardan kurtarıp, Cumhuriyeti ilan ettikleri, din ve devlet işlerini ayırarak çağdaş bir Türkiye için yenilikçi hareketleri yaptıkları için bir vatan haini ilan edilmedikleri kalmıştı!

Onun için AKP’nin önemli seçmenleri yani ihalecilerin çocukları en kral ciplerden inip otobüslere bedava diye bineceğini mi zannettiniz! Geçin onu geçin… Onları bunlarla etkileyemezsiniz… Onlar artık kemikleşmiş birer seçmen ordusu oldu!

Hastaneleri Allah var düzene soktu! Ama orada tedavi olduktan sonra eczaneye uğradığınızda ve cebinizden ufak ufak paralar çıktığında,  “Güzel yapmış ya…” der, geçersin! Zaten hastanla uğraşmaktan bunları düşünemezsin bile…   Ama toplama vurduğunda maaşına göre nelerin gittiğinin farkına bile varamazsın… Bir zamanlar parası olanda olmayan da herkes özel hastanelere gidiyordu. Randevu alıyordu sıralar ayları taşınca baktı olacak gibi değil, millet kurnazlık yapıp Acilleri işgal etti. Başbakan “Acillerde hastalardan para alınmayacak” dedi. Bu kez faturalar SGK da kabardı. Hatta bazı özel hastanelerce sahtekârlıklar olup, devletin parası söğüşlenip SGK’nın bütçesi şişince,  avuç içinizi kayıt altına almaya kalktılar… Olmadı Acillere trafik işaretleri koydular...

Hastane demişken yine Ankara’ya yakınımın bir tedavisi için gittiğim dönemde Hacettepe Hastanesi’nin 7 nolu kapısının önüne hava almaya çıkmıştım.  İri yapılı, kalın ve koyu çerçeve gözlüklü 112 Acil kıyafetli bir adam bankta kafası önünde dalmış oturuyordu. Yanı boştu, selamımı verip oturdum. Selamımı alıp doğruldu. “Hiç, öyle dalmışım” dedi. Konu sağlıktan girdi, 112 Acilin özelleştirme ve taşeron konularına geçti. Oradan da malum seçimlere… Kendisinin Kırşehirli olduğunu ve adının İsmet olduğunu söyleyen beyefendi anlatmaya başladı: “… Yanımda çalışan hemşire bir kız vardı. Seçimlerden önce onun babasıyla sohbet ettik. Bana AKP’yi savununca, ona dört bakan neden istifa etti,  televizyonlarda olup bitenleri görmedin mi? diye sorduğumda, bana, “Duydum, biliyorum ama ben yine AKP’ye vereceğim. Onlardan başka kim gelecek?” dediğinde amcaya başka bir şey söylemedim. O amca bir de namaz kılıyordu…

Namaz dedikte aklıma Başbakan’ın her Cuma günü kıldığı Cuma namazını camiden medya yoluyla haber vermesi, ilginçti. Dinimizce ibadetin gizli olduğu büyüklerimizce bize söylendi ve Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere birçok dini kitapta bunu böyle yazmıştır. Allah kendi ile bir başkalarının aldatılmamasını emretmiştir.  Bırakın gizli ibadeti, politikacıların cami çıkışında halka miting bile yaptıkları oluyordu. Politikacıların ağızlarından din sözcükleri hiç düşmedi… Çünkü seçmeni bunu istiyordu. Sayın Kılıçdaroğlu bunları yaptı mı?  Seçim meydanlarında, ‘özgürlük ve bağımsızlık benim karakterim. Yönetime gelirsem, şeffaf ve dürüst olacağım’ sözlerine AKP seçmeni inanmaz! Kılıçdaroğlu veya CHP’nin geleneğinde Cumhuriyetin önemli değerlerinden olan “Dinle, Devlet işleri ayrı” prensibi doğrultusunda diyerek,  dinle siyaseti birbirine karıştırmadı. Bildiğim kadarıyla da karıştırmaz…

Karıştırmadığı için de,  dinine sıkı sıkı bağlı olan,  dinini koruduğunu düşünen onun ağzından çıkanı kendisine emir telaki eden liderlerine sıkı biat eden AKP’lilerden oy alabilir mi? Tabi ki kocaman hayır!

Şimdi paralel yapı gibi kavramlarını teğet geçerek, global açıdan cemaat kavramına bir göz atalım!  Cemaatçilik yine de AKP seçmeni için yıllardır önem arz eden bir oluşumdur. Onlar birbirlerine öyle bağlıdırlar ki, aralarına giren yabancıları ‘şıp’ diye tanırlar. Yıllar önce Fetullah Gülen veya farklı cemaatler Refah Partisi öncülüğünde üst yönetimle sıkı bağlar içinde fikirlerini hep birlikte Anadolu’nun en ücradaki evlerine, şehirlerde ise resmi kurumlara bile girerek bıkmadan, ürkütmeden anlattılar. Onlarla gönül birlikteliği yaptılar. Birbirlerini ticari alanda kalkındırdılar. Holdingler yarattılar. Onların birbiriyle bağları öylesine kuvvetli ki zaman zaman rant uğruna bir birine girseler de amaçları uğruna devletin önemli görevlerine getirilmeleri için eğitim çalışmalarına önem verdiler. Önemli göreve getirecek kişileri kolejlerde, hatta yurt dışında iyi okullarda okuttular. Sonra da yerine göre, bir emniyet müdürü, savcı, kaymakam yaptılar. Belediye onlar için önemliydi. Burada halkla bütünleşme vardı. Onlara daha yakın olunacaktı. Öyle de yaptılar. Belediye Başkanı,  Başbakan, hatta Cumhurbaşkanı bile oldular. Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan ne diyordu? “İstiklal Mücadelesi, bunun sonu da ölüm”  Neyin İstiklaliydi? Bu ülke yalnızca topyekûn bir tane istiklal mücadelesi yaptı, o da ülkesini işgal eden sömürü devletlere ve cahilliğe karşıydı…

Ankara’da yaşadığım yıllarda bir akrabamız mobilya işleriyle uğraşıyordu. Henüz AKP, Erdoğan filan da yoktu. Yalnızca Erbakan ve tayfası vardı. Kendisi hacı filan da değildi… Gayette modern bir yaşamı vardı. Bir gün baktım, uzunca hacı sakalı bırakmıştı. “Hayırdır” dedim. Hiç sorma, ticari ilişkilerde bu şart. Bu olunca benden daha iyi mal alıyorlar. Beni kalkındırıyorlar.” Demişti.

Yine tanıdıklarımdan birisi, “Ben BİM’den başka yerden alışveriş yapmam!” diyordu.

Laf lafı açar gibi gidiyoruz. Sıkıldınız mı? Çayınız bittiyse tazeleyelim birlikte… Evet, cahillik dedim de aklıma Ankara’da yine bir dostumun anlattıkları geldi. Size aynen aktarıyorum:

“Eşimle birlikte hastanedeyiz.  İşlemler için kuyrukta bekliyoruz. Çarşaflı bir kadın elinde biriken tomar kâğıtları yere saçınca kocası ona o kadar insanın içinde bağırmaya bir başladı. Bir kadın olarak ben kötü oldum.  Kadın utandı mı, kızardı mı, yüzü kapalı olduğu için göremedim. Ses çıkarmadan yerdeki kâğıtları toplamaya çalışırken, yardımcı oldum. Kâğıtları kadının eline tutuşturduktan sonra kocasına öyle çıkıştım ki, utanmıyor musun sen, eşine bağırmaktan, bilerek mi düşürdü? Daha iyi davranamaz mısın?” diye çıkıştığımda adam gıkını çıkaramadı. Homurdanarak uzaklaştığında çevredekilerin “Brova kadına, ne cesaretmiş…” diyenleri kulağım işitiyordu.”

Aklıma Aziz Nesin’in bir hikâyesi geldi. Adı “Başparmak”tı. Hikâye vapurda geçiyordu.  Adam işportacı, vapurda meydana gelen her kavgaya müdahil olmuş. Her karışmada bir uzvunu kaybetmiş. En sonunda başparmak olarak kalmış, hikâye bu ya bu başparmak,  yanında oturan adamın birden kavgaya karışması esnasında;  “sen sen ol hiçbir şeye burnunu sokma, yoksa benim gibi olursun” diye öğüt veriyordu...

Muhalefet AKP gibi devletin imkânlarını kullandı mı? Hayır… Başbakan teşkilatlarının hazırladığı Amerikan usulü görsel dizaynlı platformlarda, akademik çevrelerin politik stratejilerini liderlerin güçlü hitabı ile pekiştirerek kemikleşmiş seçmenin kalbine nasıl gireceğini biliyordu. Çünkü liderleri AKP’li seçmen kardeşlerimize, ‘Türkiye’nin İMF’ye olan borçlarını ödedik. Hatta onlara borç bile verdik’ dediğinde, seçmenler, sanki ülkenin başka borcu olmadığına inanıyordu. Ama muhalefetin seçmeni bunları yutmuyordu. Esas borcun büyük olduğunu ve dış borçlarımızın iki buçuk katına çıktığını biliyordu. Yine kişi başına düşen milli gelir miktarının 11 veya 12 bin dolar olduğunu ancak asgari ücrete mahkum  milyonlarca insana düşen miktarın bunun yarısı olduğunu,  yani diğer yarısının kimlerin cebine gittiğini biliyordu.

Birde Kılıçdaroğlu seçimlerde onca olan iddiaları -burada sansür uyguluyorum, malum (!) -  AKP seçmenine anlatırken, acaba hangi AKP’li seçmen bu konuşmaları duyuyor veya okuyordu? Onlar yalnızca AKP’nin yönlendirdiği yandaş medyası ile beslendiler. Onların Alo Fatih hattının gizeminden hiç haberleri yoktu. Yazarlar gazetelerinden kovulmuş onlara neydi ki… Basın Özgürlüğünde 180 ülke arasında 154 ncü olmuş umurlarında mıydı? (İnternet yasaklarından sonra gelecek sene sonlara kapak attık sayılır!)  Hatta gazetesinden kovulanlara ‘iyi olmuş, o da gavur gavur yazmasaydı’  diyen AKP’liler mutlaka milyonları bulurdu. Aslında duysalar ne olacaktı ki, onların biat kültürü ile göbekten bağları vardı. Onlar liderlerine öylesine inanmış ki, liderleri ne yaparsa yapsın, dava yolunda ilerlemek adına her yapılanların doğru olduğunu bir kere kanıksamışlar. Bunların içinde kanunlara,  Anayasaya uymamak, demokrasiyi, basın özgürlüğünü ve yargıyı engellemek olsa bile…

Neyse daha internet yasakları, yargı, dar bölge seçim değişikliği,  Başbakan’ın Başkanlık sevdası, Cumhurbaşkanı Gül’ün emeklilik kararı konularına filan yazarak kafanızı şişirmek istemiyorum. Hem yazım bir köşe yazısına göre oldukça uzun oldu. Birde bunları yazmaya kalkarsak neredeyse bir kitap olacak…

Sözüm o dur ki, muhalefet, Anadolu’da tarlada çalışan Ahmet amca ve Ayşe teyzeme parti politikalarını, olup bitenleri birebir kulaklarına fısıldamadıkları sürece işleri gerçekten zor…

Başka bir yazıda buluşmak üzere esen kalın sevgili okurlarım.

Sürçü lisan ettiysek af ola…

Ertuğrul ERDOĞAN

Nisan 2014/Bursa

www.erdoganlaedebiyat.com

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..