Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '13

 
Kategori
Siyaset
 

AKP nereye koşuyor?

AKP nereye koşuyor?
 

Bu soru çok uzun zamandır kafamı karıştırır durur. Ne zaman bir cevap arasam, o günlerde olan bazı olayları cevap koltuğuna oturtmaya kalksam bir türlü uymadığını görüyorum.

İsterseniz bu koşudaki köşe taşlarına bir göz atarak bitiş noktasının yeri hakkında bir fikir oluşturmaya çalışalım.

AKP iktidarının ilk dönemi bir ölçüde emperyalizme ilk teslim olan Demokrat partimizin ilk dönemi gibi geçti. Ülkeye hızla akan sıcak para bir anda halkı DP çevresinde toplamıştı. Din sosu laik hayatın üzerine serpiliyor, Allah ile aldatma politikası devreye sokuluyordu.

AKP nin ilk dönemi de benzer bir şekilde geçti. Her ne kadar yöneticilerin yaptıkları eylemler dinle pek örtüşmese de söylemde hepsinin maşallahı vardı. AKP yi iktidar yapanların çevreleri bir koyup üç alma politikası ile ülkeye sıcak para akıtıyorlardı. Ancak ikinci dönemde AKP nin müsebbipleri ondan daha radikal işler bekliyordu. İktidardaki cemaat koalisyonunun etkisi altında oldukları söylenen bir kısım yargı ve polis vasıtası ile ordu adeta çökertiliyordu. Darbe teşebbüsünden fuhuşa, hatta askeri casusluğa kadar ordunun üzerine atılmadık suç kalmıyordu. Amaç, ordunun itibarını sarsmak, halk nezdinde gözden düşürmek, kalanlara da gözdağı vermekti. Öyle ya onlar Türk ordusu değil bir NATO haçlı ordusu idi ve hadlerini bilmelilerdi. Ne demek ABD nin bölgedeki çıkarlarına karşı olmak. Kafalarına çuval bile geçirildi.

Başbakan televizyonlarda övünçle BOP projesi eş başkanı olduğunu, kendilerine bir görev verildiğini söylüyordu. O meşhur BOP projesinin haritasında ise Türkiye’nin de bölüneceği açıkça ilan ediliyordu. Bu haritaları muhakkak ki başbakanda görüyor ama umursamıyordu.

İktidarın inanılmaz çabaları ile ülkede var olmayan bir Kürt sorunu var edildi. Hemen hemen bitme noktasındaki PKK nın ihya olmasına en azından göz yumuluyordu.

PKK ile onun meclisteki uzantısı parti el ele vermiş anadilde eğitim, özerklik gibi tam da BOP haritasına uygun söylemler geliştiriyor, AKP iktidarı da onlarla benzer hareket ediyordu.

Ülkeden “Türk” isminin kaldırılmasına ve bölünme yolunun açılmasına neden olacak anayasa çalışmaları yapılıyordu.

Gidişat çığırından temelli çıkmıştı. Artık kırk bin evladımızın ölümünden sorumlu bebek katili ile pazarlık masasına bile oturulabiliyordu. Bu işe “barış” sözcüğünü de kurban etmeleri bile işbirlikçi takımı dışında kimseyi tatmin etmiyordu. Ancak gemi azıya alanların durmaya hiç niyetleri yoktu.

*************

Bütün bu olaylara baktığınızda iktidardaki hükümetin bir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti değil de bir mütareke hükümeti olduğunu zannetmemek için çok da güçlü sebep yok. Ordunun başına çuval geçirildiğinde, “nota vermeyecek misiniz” diye soran muhalefete müzik notası mı diyen, sizinle telefon konuşması yaparken beysbol sopalı resmi n basına verilmesini sorgulayamayan hükümet hakkında ne düşünülebilir ki?

Ben her ne olursa olsun, iktidardaki hükümetin bir Türk hükümeti olduğuna inanmak istiyorum. Bu bakımdan bütün bu olumsuz politikaların altında başka emellerin yattığını düşünüyorum.

Ulusal ve üniter yapıyı bozup kitleleri din şemsiyesi altında gevşek federasyonlar halinde yönetecek bir “Yeni Osmanlı” hayali olabilir mi? Gerçi bu fikir birçok kişi tarafından dillendirildi. Ancak olabilirliliği konusunda kimse bir tartışma yapmadı veya yapmasına izin verilmedi. Osmanlının sonundan ders almayanların kulağına böyle hayaller hoş gelebilir ama gerçekler maalesef biraz acıdır.

Şöyle ki: Bu hayali savunanlar, Osmanlının yaklaşık iki yüz yıl yükselme dönemindeki yönetimini örnek alıyoruz diyebilirler. Ancak uygulamak imkânsızdır. Çünkü o dönemde Osmanlı imparatorluğu en büyük emperyalistti. İşgal edilen devletler vergiye bağlanır, gelen para sarayın ihtişamı dışında bu gevşek yapıyı ayakta tutmak için kullanılırdı.

Ne zaman fetihlerin arkası kesildi, gevşek yapının başındakilere yeterli haraçlar verilemez oldu, hepsi ayaklanıp isyanlar çıkardılar ve zaman içinde imparatorluktan ayrıldılar.

Günümüz Türkiye’si borç ile yaşayan, ithalatı her zaman ihracatından fazla olan, yani sıcak paraya ve sürekli yeni borca mahkûm bir ülke haline getirilmiştir. Bu durumda kimleri nasıl finanse edeceksiniz? Yok, ben değil müsebbiplerim edecek diyorsanız, o politikalarla kısa bir sürede elimizde benim diyeceğimiz bir ülke de kalmaz.

Uygulanan politikaları gördükçe, bunlara böyle sözler mi verildi diye düşünmekten insan kendini alamıyor. Eğer hal böyle ise bilinmelidir ki bu yol yol değildir.

İzmir 2013-02-18

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..