Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '10

 
Kategori
Güncel
 

AKP'nin ''Anayasa Taslağı'' / ''3000'e Doğru''

AKP'nin ''Anayasa Taslağı'' / ''3000'e Doğru''
 

Ahmet Cevdet Paşa, / Osmanlı aydını, tarih bilimcisi,Mecelle'nin babası...


Miiliyet gazetesinin bu günlerde, ''Yeni Anayasa'' taslağı ile ilgili verdiği bilgileri gözden geçirip, haber ve yorumları okuyunca, birdenbire aklıma iki veciz söz geliverdi:

''Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.!..'' ve de, ''Doludan kaçarken, meteor yağmuruna tutulmak!...''

Düşünce şemsiyemin altına sığınarak, Tanzimat'dan bu güne ve Mecelle'den de, olası ''2011 tarihli Yeni Anayasa'' ya doğru bir serüvene çıkıverdim... İmparatorlukla başlayan ve Yeni Cumhuriyet'le devam eden, batılılaşma sürecimiz, yeni yüzyılda da, cumhuriyetimizde, hız ve şiddetle devam ediyordu!... Ve bu serüven, şimdi de gelmiş, Mecelle gibi, fesâhet ve belâgatla yazılacağına inanmak istediğimiz (!) 2010 tarihli ''Yeni Anayasa'' taslağına dayanmıştı...

Bu yeni zamanlarda farklı olsa da, o zamanlar, İstanbul üzerinde etkili olan, Fransız Büyükelçisi'ydi!... Ve ayrıca o zamanlarda, OSI, NED, IRI, NDI ve CIPE gibi, bizim gibi ülkelere, her anlamda yardımcı olan kuruluşlar da yoktu!...

Osmanlı Devleti, yüzyıllar boyu devam eden gerek askeri, gerekse yönetimsel üstünlüğünü, uygulamada, belki de İslamiyet'e ve Bektaşi Ocağı geleneğine tümüyle bağlı kalmasına borçluydu...

Yavuz Sultan Selim, halifeliği, peşine taktığı, aşağılardaki ulemadan bir sürü adamla birlikte, alıp İstanbul'a getirdikten sonra, ülkede iç ahenk bozulmaya başlamış, Kanuni ile başlayan pozisyon kayıpları, bu zamanlarda kurallara bağlılıkta bir esneme ve zafiyet de göstermeye de başlayınca, devletin de dış dinamiğin etkisiyle yükselişi durmuş; bilimde, idari yönetimde, ekonomide ve askerlikte daha evvel gösterilen başarılarda, duraklama ve gerileme devri başlamıştı...

Batıda XV. Yüzyılda Portekiz keşifleriyle ve ''Afrikaya Hücum'' la başlayan kolonyalizmin güçlenmesinin ardından, Fransız Devrimi' yle başlayarak, batıda feodalitenin yıkılması, kapitalizmin doğmasıyla da, Osmanlı devletinin her yönden darbe almaya başlaması, Tanzimat'la birlikte başlayan, sözümona batılılaşma süreciyle daha da hızlı bir şekilde artmaya başlamıştı!...

İslâm dînine iyice yabancılaşan, Avrupa kültürü etkisi altında yetişen, çözüm ve kurtuluşu batılılaşmada gören, başta Reşit Paşa olmak üzere Osmanlı asker-sivil aydınları, Avrupaî tarzda reform ve yenilik hareketlerine giriştiler!... Osmanlı'nın içerde, sonunu hazırlayan iç süreci başlattılar...İşe önce, batılı siyasi baskı ve telkinlerle(!), toprak sistemini yok etmekle başladılar!...

Bu yenilik düşüncesini, devleti yöneten yasalarda da göstermeye kalkıştılar..., Örneğin; Âli Paşa, Fransa’da I. Napolyon zamaninda ki Fransiz Medenî Kânunu’nun Osmanlıca'ya çevrilerek Osmanli Devletinde de uygulanması gerektiğini öne sürüyordu!.. Ahmed Cevdet Paşa ve ileri gelen bazı bilim insanları da, İslâm Hukuku'nun oldukça gelişmiş hali olan Hanefî Fıkhı'yla uyumlandırılmış bir hukuksal yapının, yasallaşması düşüncesini öne sürüyorlardı!...

Bu iki zıt düşünce, modern zamanlarda da , bir şekilde devam ediyor!...

Bu ikinci görüş akl-ı selimle kabul görmüş, tahakkuku için de, Cevdet Paşa başkanlığında, “Mecelle Cemiyeti” unvanıyla , imparatorluğun değerli birçok aydınının yer aldığı, bir bilim kurulu oluşturulmuştu.... 1926 yılına kadar kullanılan bu muhteşem yapıt, bildiğim kadarıyla da, hala İsrail, Kıbrıs ve Ürdün gibi ülkelerde yeni yasalarla birlikte, evlenme ve miras gibi konularda eksik olmasına rağmen gene de, temel medeni kanunun esası olarak kullanılıyor!...

Anayasalarımıza gelince, 1876 'da Kanun-i Esasi ile başlayan süreç, bu anayasanın 1908 meşrutiyetinde, Adana Ermeni İsyanı, Hareket Ordusu'nun İstanbula gelişi ve Abdülhamid'in tahtan indirilişi gibi sert siyasi süreçler ülkede yaşattırılırken(!), padişahın yetkilerini sınırlayan maddelerle ilk tırpanı yedi ya da yenileştirildi!... Bireysel özgürlükler tanınmış, basında sansür kalkmış(!), hükümet ve dolayısıyla askeriye, padişaha değil de meclise bağlanmıştı!... Ardından da, Enver Paşa'ya bağlı, gizli örgüt Teşkilat-ı Mahsusa da kurulmuştu!...

Kurtuluş Savaşı sürecinde, 20 Ocak 1921'de, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adıyla yeni bir anayasa kabul edildi... Cumhuriyetin kuruluş dinamiklerinde ki yeni gelişmeler (!) sonucunda, daha geniş kapsamlı bir anayasa düşüncesi doğdu...20 Nisan 1924'te bu amaçla, gene Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adıyla yeni bir anayasaya hazırlandı... Bu anayasada, Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama yetkisini kendi eliyle, yürütme yetkisini de cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kullanmaktaydı. Ve cumhurbaşkanı Atatürk'ün onayıyla göreve başlayan bakanlar kurulu da, meclise karşı sorumlu sayılmıştı...

Teşkilat-ı Esasiye kanunu isminin, ''Anayasa'' ya dönüşmesi, 1960 askeri ihtilalinden sonra yapılan, ilerici özlü, yeni yasal hakları da bünyesinde barındıran 1961 Anayası' yla başlar...

Bu anayasa, 12 Mart Muhturası' nın komutanlarından Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın, ''üstümüze bol geliyor'' düşüncesi ve talimatıyla, o yılların kıyafet ve modasına uygun bir şekilde daraltılmıştı...

Kasım 1982 Anayasası da, 12 Eylül 1980'deki askeri darbesinin ardı sıra Milli Güvenlik Konseyi ile Danışma Meclisi'nin hazırladığı ''yeni'' bir anayasaydı!... Bu anayasa 7 Kasım 1982'de yapılan halkoylamasında büyük bir çoğunlukla (!) kabul edilerek, yürürlüğe konmuştu... Ülkenin üzerine ikinci bir karasaban gibi çöken bu anayasa, AB'ye uyum sürecinde rötuşlansa da, hala varlığını sürdürüyor!...

1982 Anayasası, bazı hak ve özgürlüklere önemli sınırlamalar getirmişti... Örneğin; Anayasa Mahkemesi'nin ve Danıştay'ın denetim yetkilerini azaltılmıştı!.. Bu anayasa 2001 yılından bu yana bazı olumlu değişiklikler gösterse de, yargının her şeye rağmen yasal, fakat ölçüsüzce yürütme üzerinde olan baskısı da, doğal akışında sürmeye devam ediyordu!...

Otuz yıl sonra da, AB sürecine uyum içinde olmamız için düzenlenen taslak da, birçok olumlu değişimlere rağmen, gene bu çizgilerini koruyor!... Zaten sayın başbakanın da buyuruş şekli, askeri anayasaların buyruluş şeklinden pek de farklı bir çizgi çizmiyor!... Ve zaten, ne seçim yasasında ne de milletvekili dokunulmazlığı konusunda, modern bir anayasada esasen olması gereken konuları pas geçmesi bile, toplumsal konsessüsden vazgeçsek de, gene de anayasa taslağının demokratikliğini de, şüpheye düşürüyor, endişe yaratıyor... Ve insanın imgeleminde, erken seçim çanlarının çalınmasına da katkı sunuyor!...

Bu durum, zihniyet olarak, bu işin gene son kırk yıllık bürokratik alışkanlıklara, merkezci, ısmarlamacı ve dış güdümlü bir geleneğe bağlı olarak sürdürülmeye devam ettiğini, anlamak isteyenlere, bir kez daha gösteriyor...

Ve biz yurttaşların, bu topraklarda devlet olarak kalabilirsek eğer, gerçekten ileri ve demokratik bir anayasaya kavuşmak için, gene birkaç on yıl beklememiz gerektiğini!...

25.mart.2010 / Tarabya,

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..