Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '19

 
Kategori
Öykü
 

Akrep Dövmeli Kadın (6. Bölüm)

Bundan 5 yıl önce bu aylarda  7 bölümlük bir cinayet öyküsü yazmıştım. Bu öykümün bir özelliği vardı. Yazdığım bölüme yorum yapanlara bir sonraki bölümde rol veriyordum.  Ancak daha sonraki bir tarihte bloglarda yaşanan deprem sonrasında bu öykümün altıncı bölümü, önceden yazılmış bir çok blogla birlikte enkaz altında kalmıştı. Geçenlerde bir arkadaşımız gönderdiği mesajda bu öykünün arada kesildiğini belirtti. Yani 5 inci bölümün sonunda devamını bulamamış.  Aslında yedinci bölüm yayında olmasına rağmen beşinci bölümden sonra bağlantı kopmuştu. Bu nedenle aşağıda bağlantıyı tamamlamak uğradığım sitemizde bu bölümü yayına vermek istiyorum.  Bu bahaneyle   12 yıldır burada paylaşım yaptığım arkadaşlarımdan yaşamını kaybedenlere rahmet dilerken, burada yazan ve artık yazmayan diğer arkadaşlarıma da sağlıklı günler diliyorum.

AKREP DÖVMELİ KADIN (Altıncı bölüm)

Cem, Zuhal hanımın camiye girişini görünce hemen uzaklaşmıştı. Belli ki onunla yüz yüze gelmek istemiyordu. Bir dönem Cem, Selin’le arkadaşlık yapmış, ancak Zuhal hanımın Cem’e bir türlü içi ısınmamıştı. Bunun da nedeni Cem’i birkaç kere çapkınlık yaparken yakalanmasıydı.  Camiden ayrılan Cem, Emniyet müdürlüğüne Tarık’ı görmeye gitmişti.

“Tarık beyle görüşmek istiyorum.”

“Tarık bey nezarette. Ancak avukatıyla görüştürebiliyoruz.”

“Ben çok yakın arkadaşıyım. 10 dakika izin verin de görüşeyim.”

“O zaman amirimle görüşün Cem bey.”

Ayşegül hanım, Cem’in Tarık’la görüşmesine izin verir.

“Geçmiş olsun Tarık. Aynı zamanda başın sağolsun  Duyunca çok üzüldüm. Eminim en kısa zamanda çıkacaksın buradan.”

“Sağol Cem, eksik olma”

“Nasıl bu cinayeti senin üzerine yıkıyorlar? Anlayamıyorum?”

“Komşular o gece bağrışmalarımızı duymuş. Sonra gömleğimin üzerinde Selin’in kanı bulunmuş. Daha cinayet saatini kimse bana söylemedi. Ama benim cinayet saatinde evde olmadığımı kanıtlamamam gerek.”

“Başka yerde olduğuna dair tanığın var mıydı?”

“Evet, bunu söyledim. Yabancı bir kadınla birlikteydim o gece. Sadece adını biliyorum. Bir de sol kaburga kemiğinin üzerinde bir akrep dövmesi olduğunu.”

“Kadınla nerede tanışmıştın?”

“Sahil barda tanışmış, ondan sonra senin de takıldığın o butik otele gitmiştik. Ama kadını arıyorlar şu anda.”

“Benim yapabileceğim bir şey var mı?”

“Senin kadınlarla ilişkin iyidir. Bu alemde çevren de geniştir. Eğer bir şey duyarsan, avukatım Erol’a bildir.”

“Adı neydi o kadının?”

“Bana adının Anna olduğunu söylemişti. Ama doğru mu? Değil mi? Ondan da emin değilim.”

“Anna çok kullanılan bir isim. Her ikisi de olabilir.”

Dışardan görüşme süresinin bittiği uyarısı gelince, Cem, Tarık’ın yanından ayrılır.

&&&&&&&

Cem’in kadınlar konusunda deneyimi çoktur. Birçok milletten kadınlarla ilişki yaşamıştır. Özellikle eski Sovyet dünyasındaki kadınların seks konusunda çok doyurucu olduğunu da bilir. Ama onlar içerisinde sıfır bedenli kadınlar ona hiç çekici gelmemiştir. Bu kadınlar arasında dolgun kalçalı kadınlar daha çok ilgisini çeker.  Sıfır bedenli kadınları kemik yığını olarak görür. Latin ve Akdeniz kadınlarını ise tek geçer.  Bugüne kadar ilişkiye girmediği iki kadın ırkı vardır. Bunlardan biri siyahiler, diğeri de Japonlar.  Ama yine de kadınlar konusundaki deneyimlerini kitaplaştırmaya karar vermiştir.  Yazmakta olduğu kitabın 14 Şubat 2015 tarihinde, kitapçı raflarında olacağına inanmaktadır. Bunun için de harıl harıl kitabını tamamlamaya çalışmaktadır.  Kitabının yayına çıkacağı gün olan sevgililer gününü de özellikle seçmiştir.

&&&&&&&

Olay yeri inceleme Selin’in cinayete kurban gittiği evindeki çalışmaları tamamlamıştır. Suç aleti olan, bıçak, kanlı gömlek, delil olarak alınmış, ayrıca parmak izleri, olay yeri fotoğrafları da deliller listesine eklenmiştir. Bütün bunların sonunda Yurdagül hanım, yedek kapı anahtarlarını elinde bulunduran temizlikçi kadından, evi temizlemesini istemiştir. Yalnız burada polisin atladığı bir nokta vardır.  O da iki günde bir  eve temizliğe gelen kadının kocasının sabıkalı bir hırsız olduğudur.  O akşam evde dua yapılacaktır. Yurdagül hanım ve Zuhal hanım bunun için hazırlıklar yapılması için harekete geçmişlerdir. Helva yapımını ise Nahide hoca üstlenmiştir.

&&&&&&&

Camiden sonra Karacaahmet mezarlığında defin işlemi tamamlanmış, Ata Kemal bey, Yurdagül hanımı ve Zuhal hanımı olayın olduğu Selin hanımın evine bırakmıştır. Dönüşte aracının benzinin bitmek üzere olduğunu görüp, her zamanki benzinciye girmiştir. Ata bey, dilimize giren yabancı kelimelere gıcık olmakta, bunların yerine Türkçe kelime kullanılması konusunda herkesi ikaz etmektedir. Bunun için de bu kelimeleri önce kendisi kullanmakta ve böylece Türk diline öncülük edeceğini düşünmektedir. Zaman zaman Mesut beyle yaptığı telefon görüşmelerinde de bu konuda istişarede bulunmaktadırlar.

Ata bey, çok prensip sahibi biridir ve devamlı gittiği benzincide her zaman 7 numaralı pompadan benzin alır. Bunun da nedeninin 7 numaralı pompanın hemen arkasında hemen hemen her benzincide bulunan hava ve su ünitelerinin bulunmasıdır.

Bu gün pompanın başında her zamanki pompacı yoktur. Yeni biri göreve başlamıştır. Ata bey aracını 7 numaralı pompa ile hava ve su yazan ünitenin ortasına bırakmış ve pompacıya depoyu götürgeç suyuyla  doldur demiştir. Bunu söylemesinde amacın insanların artık benzin yerine bu kelimeyi kullanmak istemesindendir.  Aracını pompanın yanında bırakıp, kredi kartı slipi çektirtmek için markete girer. Bütün pompalar marketteki bilgisayara bağlı olduğu için, ekrandan hangi pompaya ne kadar benzin verildiği ve bedeli ekrandan görülmektedir.  Ata bey orada beklemesine rağmen 7 numaralı pompada bir hareket olmadığını görür.  Halbuki önündeki başka bir araç da yoktur. Şimdiye kadar benzin deposunun dolması gerektiğini düşünür ve tekrar aracının başına gelir. Pompacı kendisini görünce “Tamam depoyu suyla doldurdum” der.  Ata bey “Ne yaptın? Ne yaptın?” der. “Dediğiniz gibi depoyu suyla doldurdum” der.  Ata bey sinirden kıpkırmızı olmuştur.  Pompacıyla arasında şu konuşmalar geçer.

“Sen suyla giden araba hiç duydun mu?”

“Evet, duydum. Japonlar suyla giden araç yapmışlar.”

“Peki nasıl çalışıyormuş bu araç?”

“Suyun elektrolizi ile hidrojenin ayrıştırılması ve ortaya çıkan elektrik enerjisinin yakıt pilinde depolanması ve bunun elektrik motoru ile tekerleklere güç verecek şekilde kullanılması mantığıyla çalışan bu tip araçlar, deniz, yağmur veya ırmak suyu ayırt etmeksizin molekül yapısı H2O olan herşey ile çalışabiliyor.”

Ata beyin ağzı açık kalmıştır. Bir pompacı nasıl bu kadar bilgili olabilir diye düşünür.

“Senin tahsilin ne?”

“Ben Boğaziçi üniversitesi elektronik mezunuyum. İş bulamadığım için ekmek parası uğruna  pompacılık yapıyorum.”

“Peki bu teknolojinin daha deneme aşamasında olduğunu bilmiyor muydun?”

“Biliyordum da, sizle depoyu suyla doldurun deyince, demek ki suyla çalışan araç hayata geçmiş diye düşündüm. “

Bu sözler üzerine Ata bey araca daha fazla zarar gelmemesi için motoru çalıştırmaz. Servisi arayıp, bir çekici gönderilmesini ister. Depo sökülüp, temizlenecektir.

Bu arada telefonu çalar.

“Ata Kemal bey, size hangi adınızla hitap etmemizi isterseniz?”

“Nereden arıyorsunuz kardeşim?”

“Efendim biz ücretsiz check up yapıyoruz.”

“Gerçekten benim de şu an check up’a ihtiyacım vardı. Sinirlerim tepemde zaten.”

“Nerede yapıyorsunuz bu check up’ı”

“Sorma ver hastanesi”

“İyi bir ara gelirim o zaman”

“Yalnız kredi kartı bilgilerinizi almak zorundayım.”

“Neden?”

“Çünkü her ne kadar check up işlemlerini ücretsiz yapıyorsak da, katılım bedeli olarak, ücretin yüzde yirmisini almak zorundayız.”

Ata bey telefonda bir şeyler söyler. Bu sözler üzerine  karşısındaki kişi telefonu hemen kapatmak zorunda kalır. Ata bey ne söylemiştir acaba?

&&&&&&&

“Sen kendini Tanrı mı sanıyorsun? İnsanların suçlu olup olmadığına karar verip onları yargılıyorsun. Ya suçsuzları haksız yeri cezalandırıyorsan, bunun hesabını nasıl vereceksin? “

Mehmet Burak bey, iki gündür aynı rüyayı görüyordu. Bir ses bu cümlelerle kendisine hitap ediyordu.  Bu sabah da ter içinde uyanmıştı. Evet, hakimlik zor bir meslekti ama kader ona bu görevi layık görmüştü. Hakimlik sınavına girip kazanınca, büyük bir hevesle bu mesleğe başlamıştı. Acaba avukat olsaydı daha mı iyi olurdu? Her zaman yanlış bir karar vermekten korkardı. En çok korktuğu da suçsuz bir kimseyi haksız yere cezalandırmasıydı. Keşke hakim olacağıma futbol hakemi olsaydım diye düşündü. Haksız bir penaltı versem, birkaç gün konuşulur, daha sonra unutulur giderdi. Mehmet Burak bey çok yufka yürekli biriydi. İnsanlara dostça yaklaşır, tanımadığı insanların bile dertlerini dinler, onlara yardımdan  kaçınmazdı.

Bu düşünceler içerisinde bugün 3 tane davaya girmişti, zanlılardan  birini delil yetersizliğinden serbest bırakmış  iki davada  da sanıkların tutuksuz yargılanmasına karar vermişti.

Birden odasına savcı Yusuf girer.  Yusuf’un şimdiye kadar kapıyı vurmadan girdiği görülmemiştir. Büyük bir hışım ve öfke içinde Mehmet Burak beye çıkışır.

“Siz nasıl olur o suçluyu serbest bırakırsınız? Bütün deliller aleyhindeydi. Karısını öldürmek için kayınpederinin evine dayanmış ve suçüstü yakalanmıştı. Üstelik kayınpederini de elinden yaralamış. Mutlaka tutuklanması gerekiyordu. “

“Ben onu denetimli olarak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktım. Her sabah saat 10.00 da karakola gidip imza verecek”

“Ne imzası hakim bey? Serbest bıraktığın adam biraz önce karısını öldürdü.”

&&&&&&&

Aynı gün birkaç gazetede  şöyle bir haber vardı.

“Fuhuş operasyonları sırasında göz altına alınan kadınlardan Anna ismindeki kadında HIV virüsü tespit edilmiştir. Bu kadınla ilişkiye girenlerin en kısa zamanda bir sağlık kuruluşuna başvurmaları gerekmektedir.”

 Bu yazının yanında ise kadının büyük boy bir fotoğrafı yer almaktaydı.

Devamı için lütfen tıklayınız. 

 

Birinci bölüm için tıklayınız.

Bir önceki bölüm için tıklayınız.

 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..