Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '15

 
Kategori
Anılar
 

Akşamsefaları, Annem ve İstanbul

Akşamsefaları, Annem ve İstanbul
 

               Tüm çıplaklığını ince siyah dantel bir tülle örtmek isteyen geçkin bir yosma gibi Adalar, biten günle birlikte kendi günahlarına gömülüyor. Güneşin suda bıraktığı dudak izleriyle birlikte soluyor tüm renkler. Ve her şey rengini yitirirken, bahçe duvarları dibinde belli belirsiz bir titreyişle açmaya başlayan akşamsefalarının beni kadim zamanlara götüren o eflatun büyüsüyle içsel bir yolculuğa çıkıyorum.  50 yıl öncesinin İstanbul’unda Haliç kıyılarına yakın bir eski zaman mahallesindeki iki katlı ahşap bir eve doğru bu yolculuk.

      Akşamın yavaş yavaş indiği bu saatlerde, evin tersaneye bakan pencerelerinden içeri hafif esintiyle tuzlu bir serinlik ve çokça hüzün dolardı. Tersanedeki yorgun gemileri, çizgi romanlardan tanıdığım kolları dövmeli esmer denizcileri ve uzak denizleri hayal ederdim uzun uzun karşı kıyıya bakarak.

       Ve yine tam da bu saatlerde, hiç kimseyi sevmediğim kadar sevdiğim bir kadının, annemin, demli bir çay gibi koyu ve sıcak bakışlarında noktalanırdı gözlerim. Saklı bir hüzne aşina gözlerle, akşam sefalarının açtığı saatlerde hep    tek bir şarkıyı mırıldandığını duyardım: "Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu / Derdim bana arkadaş, bugün de akşam oldu.” 

          Gerçekten bir derdi var mıydı, yoksa akşam hüznüne uygun düştüğünden mi söylerdi bilmiyorum.  Şarkının sonlarına doğru üzerinden ağır bir yükü silkelermişcesine omuzlarını kaldırarak kalkar, akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa doğru yürürdü. Arkasından bakarken ahşap basamakların gıcırtısında kaybolan iç çekişlerini duyardım...

          Şayet babam o gece nöbetteyse, akşam sefalarını annem sulardı. Kuyudan çektiği buz gibi suyla yaz ikindilerini serinleten çiçek ve toprak kokulu bir rüzgar estirirdi bahçede.

          Çiçeklerle birbirlerini anlıyor gibiydiler...

          Müthiş bir empati vardı aralarında... Hissederdim!

          Annem, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle onlarla konuşarak topraklarını sularken, akşam sefaları da en güzel en parlak çiçeklerini annem için açarlardı...

           Geceyi renklendiren bu güler yüzlü, neşeli çiçeklerin neden hep kuytulara, duvar diplerine dikildiğini hala bilmiyorum. Belki de neşeli, parlak görüntüleriyle kuytu duvar diplerini aydınlatsınlar diyedir, kim bilir?

           Şimdilerde Haliç kıyılarından çok uzaklarda, Marmara’nın başka bir kıyısında Haşim'in gamlı, Dıranas'ın hoyrat ikindilerinden, İlhan'ın "Bir roman gibi biten akşamlar"ına uzanmak , şiirlerinin lezzetine varmak istiyorum.

           Ne mümkün?                                                                                                                           

           Nerede o şiir gibi akşamları İstanbul'un?

           Duvarlarının kenarına akşamsefası dikilen bahçeler gibi kaybolup gitmişler. Tanpınar'ın, Yahya Kemal'in, Haşim'in İstanbul'undan eser kalmamış...

          Bir ben kalmışım o günlerden geriye, İstanbul’un en güzel zamanlarında, en güzel yıllarını yaşamış ben… Bir  geçmiş zaman dinozoru!

         Düşünüyorum da; acaba bizde içimizdeki karanlıktan kurtulmak için, akşamsefaları mı dikmeliyiz, ruhumuzun duvar diplerine...

          Ne dersiniz?

 

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..