Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '15

 
Kategori
Futbol
 

Al birini vur ötekine

Al birini vur ötekine
 

Bu yazı “basketbol” kategorisinde yer alması gerekirken ne yazık ki “futbol” kategorisinde yayınlandı. Çünkü endüstriyel kapitalizm futbolu öyle pazarlayıp öyle ön plana çıkardı ki, futbol adamları da, taraftarları da basketbola bulaşmaya başladı. Hele hele basketbol teknik adamları da futbol teknik adamları gibi davranmaya başlayınca, bu yazı kaçınılmaz olarak “futbol” gibi yazılmaya başlandı. Galatasaray Basketbol Takımı baş antrenörü Ergin Ataman, genç oyuncusu Göktürk Ural’ı tokatladı (tarih 08.Şubat.2015, Yer Eskişehir). Bir de üstüne üstlük adı dayakçıya çıkmış futbol adamı Yılmaz Vural, “oh olsun, ellerine sağlık, iyi etmiş tokat atmakla” türünden açıklama yapınca, “bu yazıyı gel de basketbola yaz yazabilirsen” dedim kendi kendime.

Ne olmuştu Eskişehir’de?

NSK Eskişehir Basketbol Takımı ile Galatasaray Liv Hospital Takımı 08. Şubat.2015 günü Eskişehir’de 18. hafta maçını oynadı (66-61). Ergin Ataman maç içerisinde şans verip verim alamadığı kanaatine kapılarak, maç sonunda soyunma odasında tokatladığı Göktürk Ural’ı maç bittikten sonra da maç otobüsüne bile almak istemiyor, takımdan uzaklaştırıyor. Genç oyuncunun şikâyeti üzerine de bu tokat olayını “itiraf” ediyor (şöyle hafifindenmiş). Nasreddin Hoca’nın “hırsızın hiç mi suçu yok” fıkrasına gönderme yaparak “soyunma odasında olanların dışarı çıkmasının” yanlışlığını öne çıkarıyor. Hani “üste çıkma” denir ya “zeytinyağı” gibi, işte ondan. Tamam, soyunma odası kutsaldır kutsal olmasına da, bu kutsallık “dayak olayını” da kapsamalı mı? Ergin Ataman’a göre “evet” kapsamalı. Kapsamalı ki, bu dayak olayı dışarıya çıkmasın (belki de bundan sonra sık sık devam etsin). Ya da soyunma odasıyla beraber dayak da mı kutsal olsun? (Galatasaray yönetimi Ergin Ataman’a destek verdi, Koç’un birikmiş paraları hemen ödendi, “hocamızın arkasındayız” dendi).

                Ergin Ataman’ın maç bittikten sonra Göktürk Ural’ı maç otobüsüne de almak istememesi, sözüm ona oyuncusunun yeri geldiğinde “babası” olduğunu vurgulamak isteyen “sever de döver de” özdeyişinden mi acaba? Olabilir. Çünkü biz değil miyiz “kızını dövmeyen dizini döver” diyen, biz değil miyiz “eti senin kemiği benim” diyerek öğretmene çocuğunu emanet eden, biz değil miyiz “dayak cennetten çıkmadır” diyen, biz değil miyiz ki “hem sevip hem de döven “, yine biz değil miyiz ki öldürdüğü sevgilisini neden öldürdüğü sorulduğunda “sevdiğimden” diyen?

                Heeey hat…..

                Sevdiğimizden hem döveriz, hem severiz, hem de öldürürüz.

                Futbola göre daha entel veya kültürlü insanların sporu diyebileceğimiz basketbolun koçu, Türk kültüründen kurtulup ne yazık ki “batı’lı spora” geçememiş. Sonra da deriz ki “basketbol başkadır”. Basketbol başka olsa da oynandığı kültüre bürünür. Şikâyet ederiz hep son yıllarda “basketbol seyircisi artık futbol seyircisine devşiriliyor” diye, bu çok doğaldır. Çünkü futboldaki taraftarlık kültürü, hangi futbol takımının taraftarı olunuyorsa, o takımın diğer branşlarının da taraftarı olunmasını zorunlu kılmaktadır. Oysa Amerika’da kış mevsiminde basketbol ve buz hokeyi, yaz mevsiminde de rugby, beyzbol ve Amerikan futbolu taraftarlığı aynı birey için farklı farklıdır. Bizde körü körüne hangi kulübün futbol takımı taraftarı iseniz, o kulübün bütün branşlarının da taraftarısınız demektir. Taraftarı olduğu kulübün futbol takımının maçları olmadığı zaman, futbol seyircisi salonlara inmeye başlamıştır. Bu da 2000’li yıllarda artmıştır. Tabi bunun bazı sosyal nedenleri vardır. Kulüp gelirleri açısından pasta büyüklüğünün artması; federasyonun ve yayıncı kuruluşun verdiği paralar, kulüp yöneticilerinin rakip taraftarlar üzerine daha keskin mesajlar vermesine neden olmuştur. Çok bağıranın ve kamuoyu oluşturanın her yerde sözüm ona büyüklüğünü de getireceği inancıyla yapılan her hamle de en önemli etkendir. Taraftar bugün bir keskin bıçaktır. Zaten doğal olarak bu istenmektedir. Türkiye’deki taraftar sayıları her ünlü büyük kulüp tarafından neden sık sık neden açıklanır? “En büyük biziz” demek için. Adeta Türkiye nüfusuyla alay edercesine üç büyük kulübün taraftar sayılarını topladığınızda geriye diğer Anadolu kulüplerine ya taraftar kalmamaktadır ya da ülke nüfusunun hemen hepsi taraftarmış gibi bir sonuç çıkmaktadır. Başkanların veya yöneticilerin yıllar öncesinde söylediklerine göre (şimdi bu söylenenlerin de onlara göre doğal olarak artması lazım ama biz yine de eski rakamlarla konuşalım), Beşiktaş’ın 20+Galatasaray’ın 25+Fenerbahçe’nin+25 milyon taraftarını topladığınızda 70 milyon çıkıyor. Türkiye nüfusu ne kadar? Artık siz hesaplayın bu mantığı.

                “Başkanım, yöneticim ne söylerse doğru söyler” diyen “kargadan başka kuş da tanımaz” mıdır acaba?  Analitik düşünemeyen, her söylenene inanan ve sorgulamayan her birey tanımaz, tanıyamaz.

                Özel arabada eşi ve çocuklarıyla beraber seyahat eden ailenin çocuklarından biri huysuzluk yapıyor. Derdine derman olacağı yerde huysuzluk yapan çocuğa şöyle Osmanlı’sından bir tokat patlatıyor baba ve arabadan indirip, yola devam ediyor. Anne hemen atılıyor ve “arabadan niye attın çocuğumuzu” diye soruyor. Baba “sevdiğimden” diyor (hani sever de döver ya). Yetmiyor, ısrar eden anneye de bir Osmanlı çakıyor, diğer çocuk da ağlamaya başlıyor. Bu arbede sırasında araba uygun bir yerde duruyor, yoldan geçenler bu arbedeyi görünce soruyorlar “nedir bu durum?”. Baba hemen yanıt veriyor, “bu aile içinde bir olay, neden karışıyorsunuz?”.

                İşlem tamamlanıyor. Ama böyle böyle gelişiyor kültür işte. “Kol kırılıyor yen içinde mi kalıyor?” Veya kalması mı lâzım?

                “Yolda bırakılan çocuk ne oldu?” diye sormayın artık. Her şey olabilir. Küçük olduğu için belki ağlıyor, belki sızlıyor, şaşkınlıktan yolda bile yürüyemiyor, bir arabanın altında belki de can veriyor. Çocuğu ezen adamın da başı belaya giriyor. Şimdi burada suçlu, çocuğuna sahip olamayan babanın mı, çocuğu ezenin mi oluyor? Yoksa takdir-i ilâhi mi?

                Buna verdiğiniz her yanıt, sizin nasıl bir baba olduğunuzun da yanıtıdır.

                Ya Yılmaz Vural gibi “Ergin’i benden iyi tanıyan yoktur. Eline sağlık kardeşim, doğru yapmışsın. Orada yaşanan orada kalır” sözünü onaylayıp yukarıdaki olayda da babaya hak verip “çocuk da uslu dursaydı baba onu arabadan atmazdı ve ölmezdi, iyi olmuş, hak etmiş çocuk ölümü” diyeceksiniz, ya da “olmaz böyle bir şey” diyeceksiniz. Karar sizin. Ama benden size bir tavsiye: Hiçbir zaman “şıracının şahidi bozacı olmayın”.

                İnsanlar hakikat içinde bir yaşamı ancak dönüşüm için yürütecekleri kendi gayretleriyle ya da kendi gerçekleştirme gayretleriyle başarabilir.

                “Al birini vur ötekine” diyeceğim, dayağı savunuyor zannedeceksiniz, ondan korkarım.

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..