Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '14

 
Kategori
Güncel
 

Alaçatı Ot Festivali

Alaçatı Ot Festivali
 

objektifimden...


Alaydı çatıları.

Yeşilin de bin bir tonu vardı.

10-14 Nisan 2014 tarihleri arasında gerçekleştirilen Alaçatı Ot Festivali boyunca; İzmir’den, Ege’nin tüm illerinden ve hatta İstanbul’dan dahi gelen konukları ağırladı, Alaçatı.

Bu yılki festivalin ana konsepti ‘’Isırgan Otu’’ seçilmişti.

Hani ellediğinizde, ısıran ve uzun bir süre değdiği yeri dalayıp da yakan ısırgan otu. Ancak bir o kadar da şifalı. Tabiat ananın mucizevi armağanı.

Cumartesi sabahı erkenden çıktım yola. Ver elini Alaçatı…

İzmir’de hava kapalı, rüzgârlı ve puslu. Tam otobüse binecekken bir de yağmur başladı.

‘’Eyvah’’ dedim içimden. Nisan havası bu, belli mi olur? Bir açık, bir yağışlı. Yol boyu hep gözlerim ufukta, ‘’acaba Güneş çıkar mı?’’ Çıktı da nitekim. Alaçatı’ya geldiğimde, pırıl pırıl bir Güneş ve sıcacık bir hava karşıladı.

Yeniden restore edilmiş, tarihi yel değirmenlerinin civarında ve alt sokaklarında kurulmuştu,festival alanı,stantlar ve ot pazarı. Rivayete göre 1000 değişik çeşit ot yetişirmiş Alaçatı'da...

Bizim karakaçanı da süslemişler, papatyalardan taç yapmışlar başına, salmışlar Alaçatı sokaklarına...

İğne atsan yere düşmeyecek gibiydi o güzelim, Alaçatı sokakları. Sağlı sollu, bembeyaz örtülerle bezenmiş, tertemiz masaların üzerinde; yerli halkın, üretip yetiştirdiği veya özenle hazırlayıp sundukları çeşit çeşit yiyecekler vardı.

Yol boyu stantların yanı sıra, sokaklar gibi restoranlar ve çay bahçeleri de gelen ziyaretçileri ağırlama telaşındaydılar.

Neler neler hazırlanmış ve satışa sunulmuştu. Elimden geldiğince ve özellikle değişik ürünleri fotoğrafladım hani gidip de göremeyenler için.

Bu arada da tarif almaya çalıştım da kimi tarif verdi, kimi suskun kalmayı yeğledi.

İçlerinden en ilginç gelenlerini anlatayım mesela. Dut yaprağından sarma yapmıştı birisi.

‘’Yarın yemek yarışmasına gireceğim bu hazırladığım macunla’’ dedi bir diğeri. Macunun içinde neler yoktu ki? Karabaş otunun mor çiçekleri, ceviz, bal ve … Tarif yok… Sır.

Çeşit çeşit reçeller vardı birçok stantta.

Birkaç tanesi çok ilgimi çekti. Mesela, kırmızı acı biberden reçel yapmıştı bir hanım. Tattırdı… Önce tatlı geliyor damağa, sonra yavaş yavaş bir acı yayılıyor insanın ağzına. İlginç ve özeldi.

Her bir özel tadı tatmaya kalksam ki mümkün değil. Anlatmakla yetineyim.

Gelincik çiçeğinin, turp otu çiçeğinin, çağla bademin, yaban mersininin, limonun, enginarın ve karabaş otunun uç çiçeklerinin reçelini yapmıştı hanımlar, özene bezene de sunuma hazırlamışlar.

Selina’nın restorasyonunu ve iç mimarisini üstlendiği ve de yakında açmayı planladığı restoranın önünde buldum kendimi. Güzel, cana yakın ve şirin Selina.  ‘’Biraz Ordan Biraz Burdan’’  koymayı planlamış restoranın adını. Annesinin, özel tariflerle yaptığı kurabiyelerden ikram etti. Romlu, tereyağlı yulaflı, portakallı çilekli ve Fransız usulü kurabiyelerden. Hepsi bir birinden nefisti.

Vedalaşırken, ‘’sakın ihmal etmeyin, açılışa bekliyorum mutlaka ‘’ diye sıkı sıkıya tembihledi. Dilerim, kısmet olursa senin yanında olacağım Selina açılışta ve daima… Geliş gidiş, Alaçatı’ya mı yerleşsem acaba? Her gittiğim yerde aklım kalıyor da!

Haa unutmadan, ısırgan otu ile yapılmış pilav da bir harikaydı. Bahsetmeden geçmeyeyim.

Bahar derken, yaza girerken… Yolunuz Ege’ye düştüğünde, Alaçatı’ya uğrayın derim ben. Her mevsim özel, her mevsim ayrı güzel.

Başka başka diyarlarda, başka başka güzellikleri anlatmak dileklerim ve sevgilerimle…

 

Ay Şen… den

 

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..