Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '09

 
Kategori
Deneme
 

Alanlar ve Verenler

Alanlar ve Verenler
 

Antalya-Kundu-ATGV Tatil Köyü'nde bir anıt ve yarattığı çağrışımlar...


İnsanoğlu, evrenin ve zamanın sonsuzluğu göz önüne alındığında, adeta tüm olasılık teorilerini alt üst eden kozmik bir mucize ile yaşama gözlerini açarak bu dünyaya onur verir . Kadın-erkek, zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz, genç-yaşlı, şehirli-varoşlu, siteli-gecekondulu, kayıt içi-kayıt dışı demeden onları ‘insan’ ve ‘halk’ ortak paydası altında düşünürsek bu kez de çok temel bir ayrım ortaya çıkmakta… Almayı sevenler-vermeyi sevenler ayrımı. Alanlar ve verenler…

Alanların yetişme tarzları, eğitimleri, fikir ve düşünceleri, gelecek düşleri genel olarak tek bir odağa yönelmiştir. En kolay yoldan almak…

Verenlerse, koşullar ne olursa olsun, elini ateşe sokmaktan, uçurum kenarlarında yol almaktan çekinmeyenlerdir…

Halk arasında, gündelik yaşamda çeşitli vesilelerle ‘Almadan vermek sadece Tanrıya özgüdür’ diye sık sık tekrarlanan bir söz vardır. İçeriği, " insanlar karşılıksız görünen iyiliklerini icra ederken bile aslında bir karşılık beklerler" anlamına gelen bu söz, almayı sevenler lehine safları güçlendiren bir sözdür kanımca. Ama onlar, İnsanların isteklerinin kendilerinden daha çok, sahip olduğu şeylerin başkaları tarafından istenilir bulunmalarından kaynakladığını” da bilmezler. (A.Smith)

Alanlar, bir işe girişecekleri zaman sürekli koşullar öne sürerler. Altyapı, üst yapı hazır olmalı, onların seçkin, yüksek düşünce ve ideallerine yakışır bir ortam önlerine getirilmeli ve onlar da o gümüş tepsinin içinden narin, bakımlı elleriyle istediklerini uzanıp alabilmelidirler.

Verenler, akıntıya kürek çekenler değil, dalgaya karşı cesurca ve büyük bir dirençle yüzmesini bilenlerdir. Onlar Çanakkale’deki, Kurtuluş ve Kuruluş Destanı'ndaki bir Mustafa Kemal’dir, Onlar kağnılarla İnebolu’dan cepheye silah taşıyan Anadolu insanıdır. Meşrutiyet’e giden yolda amansız hürriyet savaşçısı Resneli Niyazi’dir.

Onlar, 93 Harbi'nde Erzurum'da kucağındaki torununu bırakarak kahramanca direnen Nene Hatun, Kurtuluş Savaşımızda Osmaniye'li Tayyar Kadın ve ziynetini satarak aldığı tüfekle Aydın'da Yunanlı'ya karşı kahramanca direnen Emire Ayşe Aliye Hanım'lardır.

Onlar, ilk kurşunu Dörtyol Karakese’de Fransız’a atan Kara Hasan, Samsun’da makineli tüfeğiyle İngiliz’i tarayan önzabit (asteğmen) Hamdi Efendi ve İzmir’de Yunanlıyı Pasaport’a kadar gerileten Hasan Tahsin’dir (2).

Onlar, masasında ileri matematik teorileriyle uğraşan bir Cahit Arf, Wigner Kontraksiyonlarına dalan Erdal İnönü ya da tıbbın dar ve uçurumlu yollarında azimle ilerleyen bir Hulusi Behçet'tir, Akil Muhtar Özden'dir.

Onlar, verenler; kimi zaman kuytu ve bakımsız madenlerde ecele karşı kazma sallayan madencilerdir. Çırçır fabrikalarının tozu, dumanı ve amansız gürültüsünde asgari ücret için günde on saat çalışıp didinen Zeynep’ler, Ayşe’ler, Fatma’lardır. Onlar bazen de fiziksel özürlü bir çocuğun ölene kadar sadık hizmetkârı olabilen, özveride sınır tanımayan birer annedirler…

Anamalcı iktisadi sistemin 'sermeye birikimi' süreci de bir anlamda benzeri türde, örgütlü bir tür alma-biriktirme sürecidir.

Alanlarla verenler çoğu kez ‘halk’ ortak paydası altında aynı saflarda algılanır. Ama bireysel ya da toplumsal koşullar dayatıp da zorluklar had safhaya ulaşınca, çaresizliğin çaresi deyip ‘teslimiyet’e sarılanlarla, ‘Ya istiklal ya ölüm!’,’Kurtuluşa kadar savaş!’ diyerek mücadeleye atılanlar olarak keskin bir şekilde ayrışırlar.

Zafer geldiğinde, davullar, zurnalar çalınıp sofralar düzüldüğünde, havai fişekler geceyi aydınlatarak yırttığında verenler ya orada değildirler ya da -onurlu duruşlarına eşlik eden buruk bir tebessümle- kısa bir uğrama sonrası izin isteyip ayrılırlar…

Onlar artık yeni ödevlerine dalmışlardır.

Tarih, o ödevleri kalın defterine not eder. Alanlar değil, verenler yer alır o onurlu sayfalarda.

Heykeli dikilecek olanlar o sayfalar arasından seçilir hep. Titizlikle ve toplumsal bir oydaşmayla...


Aldıkça değil verdikçe zenginleşenler... Çevrelerine, toplumlarına ve tüm insanlığa verdikçe zenginleşenler!

Onlar anımsanır, onlar bilinir. Yeni nesillere uzanan berrak ve tertemiz bir ışık huzmesi içinde…

Sözlerimi ülkesinin bağımsızlığı için ömrünü veren büyük insan Gandi'nin "Yedi büyük sosyal günah listesi" ile bitirmek isterim... Şöyle ki: İlkesiz siyaset, emeksiz zenginlik, vicdansız haz, niteliksiz bilgi, ahlaksız ticaret, insaniyetsiz bilim, özverisiz ibadet. Bence bu listenin uygulayıcı başat aktörleri de vermeden alanlardır!
 

İ.Ersin KABOĞLU,

24 Haziran 2009, Ankara

Kaynakça ve Blognot:

(1) Anne ve babamızın aynı zamanda ve mekânda karşılaşma olasılığından doğumun biyolojik olasılıklarının birbiriyle çarpımıyla ortaya çıkan çok düşük bir olasılık.

(2) İlk kurşun aslında tek değil üç tanedir. İlki 19 Aralık 1918’de Dörtyol Karakese’de Kara Hasan, ikincisi 19 Mart 1919’da Samsun’da Hamdi Efendi, üçüncüsü de 15 Mayıs 1919’da İzmir’imizin Kordon boyu’nda gazeteci Hasan Tahsin tarafından atılmıştır.( Kaynak: 'O’na Katılmak…', Erol Toy,Gürer yayınları, I.Baskı, Şubat 2007, İstanbul)

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..