Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

Aldatmak için: " daha yaklaş "

Aldatmak için: " daha yaklaş "
 

Bazen daha yakınlaşmanız için, uzaklaşmanız gerekir.

Şu an benim de yaşadığım ruh halini özetlemeye yetiyor yukarıdaki cümlem.

Bol ödüllü "Angels in America" dizisinden tandığımız yönetmen Mike Nichols'un çektiği "Daha Yaklaş" (Closer) filmi, günümüz Londora'sında iki Amerikalı kadın ve iki İngiliz erkek arasında geçen, aldatma ve yalanlar, çelişki ve tutkularla örülü bir film.

Daha Yaklaş günümüz Londra’sında geçen bir traji komedi. Çağımız kadın-erkek ilişkilerini mizahi ve derinlikli bir şekilde işleyen film, birbirine yabancı dört insanın tesadüfi karşılaşmalarını, birbirlerine duydukları anlık çekimleri ve tesadüfi aldatmaları konu alıyor.

Julia Roberts düz saçlı bir biçimde siyah beyaz portre fotoğraflar çeken sanatçı Anna'yı, Jude Law bir gazetede vefat ilanları köşesi yazarı Dan'i, Natalie Portman serbest ruhlu, genç striptizci Alice'i ve Clive Owen ise olayları çözümleme becersine sahip filmdeki tek karakter olan dermatolog Larry'i canlandırıyor.

Amerika'dan yeni gelmiş Alice, İngiltere'de tes akan trafik nedeniyle, yolda ne tarafa bakacağını bilemediği için bir andan kendini arabanın çarpmasıyla bayılır. OLay yerindeki gazeteci Dan ise hemen Alice'ı alarak hastaneye yatiştirir. Ufak bir yarayla kurtulan Alice'le daha sonra ayrılamazlar ve hatta Dan kız hakkında bir kitap bile yazar. İşte bu kitapın arka kapak resmi için Anna'nın stüdyosuna giden Dan, Anna'ya tutulur.

Anna ise bir süre sonra Larry ile tanışır ve evlenirler. Ama ne yazık ki ellerindeki eşlerle bir türlü mutluluğu yakalayaman bu iki çifti türlü tesadüfler ve kavgalar beklemektedir.

Ağırlığını her zaman hissettiğimizin aksine silik bir performans gösteren Julia Roberts var karşımızda. Jude Law ise Alfie'deki gibi şaşkın ve hilebaz rolünde çok başarılı. Ancak hırslı ve güçlü doktor rolündeki Clive Owen ve striptizci, umutsuz kız rolündeki Natalie Portman, filmin esas gözdeleri. Natalie Portman ve Clive Owen'a Altın Küre ve Oscar adaylığı kazandıran "Daha Yaklaş", ilişkiler ve benlikler hakkında düşündüren, ilk başta duran tüm soğukluğuna rağmen yavaş yavaş sizi ele geçiren bir film. Ve asıl sorusu da şu:

- Aşk her şeyi affeder mi?

Biriyle tanışma, ona aşık olma, uzun soluklu bir ilişki yaşama, ilişkiden sıkılma, ardından aldatma, ardından ayrılık... Neredeyse bir klişe halini alan bu ilerleyiş, önce için için yanı donra da sönmeye yüz tutan aşk ateşi, istisnaları olsa dahi 21. yüzyılda böyle yürüyor.

Herkesin hızla kendine yabancılaştığı bir çağda, ilişkiler laçkalaşmaya, benlikler boşlamya, hayat uzaklaşmaya, resimler silikleşmeye, alınan nefes bile bayatlamay başlıyor. Herkesin hayatında bir tatminsizlik alıp başını giderken, kimsenin tam anlamıyla mutlu olamamasını da "paraya" bağlamak da son derece komik kaçıyor. Bu nedenle "Daha Yaklaş" diyen film, dürüstçe öyküsünü anlatıyor.

Aşk ve aldatma... Ne zaman başlıyor ve nerede bitiyor?

Esas hayali yazar olmak olan ancak hayatını ölüm ilanları yazarak kazanan Dan...

Dan'ın hastaneye götürerek iyileştirdiği Alice...

Dan’ın ilk kitabının kapağı için resmini çeken fotoğrafçı Anna...

Filmin tipik bir aşk üçgenine dönüşeceğini sandığımız anda Doktor Larry..

"Daha Yaklaş" ilişkilerdeki dürüstlük, yalan, zaman atlamaları ve senaryo sıçramalarıyla, gerçek ve hayalle alabildiğine oynayarak, gerçeğin ne kadarıyla yüzleşmeye dayanabileceğinizle ilgili bir filme dönüşüyor ve birçok sahnede kalbinizi sıkıştırıyor.

Bir tiyatro oyunundan beyazperdeye aktarılan ‘Closer’, en iyi uyarlama senaryo dalında da Oscara aday gösterilmesini bir sebebi de bu olsa gerek. Yönetmen Mike Nichols hayli uzun olan bu oyunu sinemaya uyarlarken bu kısımları es geçip sadece başlangıç ve bitişler üzerinde durmayı tercih etmiş. Bir çok filmde çiftlerin mutlu zamanları gösterilirken, bu filmde mutlu anlar neredeyse hiç gösterilmiyor. Filmdeki hiçbir karakterle özdeşleşmek, sempati duymak pek mümkün olmuyor. Çünkü her karakterin yaşadığı ilişkideki yüzünü görmemiz, bizi sağlıklı bir tahlil yapmaktan uzak kılıyor.

Önce tanışma, derken gelen bahar, kırmızı bir gül gii patlayan aşk, ve hemen ardından başkasıyla tanışmalar, ihtiraslar, aldatmalar ve yalan... Çatışmalar filmin ana unsuru olarak sürekli gözünüzün önüne getirliyor.

Kimin yabancı kimin tanıdık olduğunun bilinemediği, önce birbirlerine sonra da kendilerine yabancılaşan dört insanın "daha yaklaş" diyebildiği bir film. Suçluyken kurban, kurbanken haksız, haksızken dürüst, dürüstken kötü, kötüyken doğru, doğruyken aldatan, aldatanken iyi, iyiyken riyakar, riyakarken masum olan dört insan. Birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılmalarına rağmen, hepsinin bir yerde kesiştiği, hepsinde ufak da olsa kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz dört insan ve ilişkileri gösterilmeyen kendisi…

Fazla gerçek, fazla hayat... Fazla yakınlaşma, fazla hasar! Sevdiğiniz insanın bir yabancıyla yatması, sizi aldatması, sonra aralarında filizlenen aşkı izlerken, aldatılan diğer kişiyle kurulan köprü ve yaşanan intikam dolu bir başka ilişki.

İnan bunları izlerken, Doktor Larry'nin dediklerini düşünoyr: "Onunla bu yatakta mı yattınız ha! Söyle, güzel miydi? Güzeldi değil mi?! Söyle beni hiç sevdin mi?..."

Diyalogların gözünü budaktan sakınmaz hali başlarda biraz sıradışı gelse de, bir noktadan sonra olağanmış gibi duruyor. Çünkü film ilişkilerin tehlikeli ve fazla anlatılmayan alanında, ustaca dolaşıyor. Kimi zaman en mahrem düşünceleri, kimi zaman da boğazınıza takılıp kalan cümleleri olanca çıplaklığıyla duymanıza neden oluyor. Ve perdedeki o sert kurgunun bu denli gerçek olması... szi bir kez daha titreriyor!

Aşk tutkusu kadar psikoljik şiddeti, sevgisi kadar hırsı, desteği ve anlayışı kadar kızgınlığı ve sertliğiyle de var.

Yakınlaştıkça birbirimizdeki parçaları daha iyi görürken, esas bütünü daha çok kaçırmaya başlarız. Algı bütünlüğe değil, parçalara odaklanır. Ve bazen her aşkın parçaları, kırılan bir camın keskin yüzeyi gibi neresinden tutsanız canınızı yakar!

Hareketli görüntülerin yaşadığı bir hapisanedir filmler. Söz konusu mahkumiyetin son’landırılışı bizim farkındalığımıza bakar. Birbirini hızla izleyen sabit görüntülerden oluşan bir hayale baktığımızı bilirsek hareketin aslında film dışında kalan yaşam öykümüzde olduğunu hatırlayabilir ve izlediğimiz hayalin gerçekliğe olan yakınlığını gözlerimizle değil hareketlerimizle ölçebiliriz.

Daha Yaklaş" şimdiye kadar sevgili omzu na yaslanıp izlenebilecek bir film değil, tam aksine izleyiciyi rahatsız ederek, onu boşlukta bırakarak, aşkı ve aldatmayı sorgulayan, insanı rahatsız edici, kara bir aşk filmi.

Bazen yakınlaşmak ile yaklaşmak arasında ciddi farklar vardır.

Bazen yakınlaşmak kaybetmeye, yaklaşmak ise kazanmayı sağlar.

Çünkü retinanızın üstüne düşen görüntüler dünyası değil, onun öyküsüdür çoğu zaman. Ve her aşkın bir hileli zarı varken, zarın ahngi yüzeyinde güven, hangi yüzeyinde aldatmak yazdığını bilmek, çoğu zaman aşkta da kumarbazların işi. Ancak her zaman zar istenildiği gibi gelmez ve en iyi kumarbazlar bile bir gün yenilebilir. Çünkü başkalarını bir çok kez ancak kendinizi yalnızca bir kez aldatabilirsiniz!

Tıpkı kalbinize düşen alevin, teninize yayılan mıknatısın aşk yakıp kül etmesi ve ihaneti kendine çekmesi gibi...

İyi düşünün, her aşkın "dört" yüzeyi var. Aşk her şeyi affeder mi yoksa affedilecek aşkın kendisi mi?!

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..