Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '10

 
Kategori
Siyaset
 

Aldırma cambaza bak!... / ''Türkiye Defteri''

Aldırma cambaza bak!... / ''Türkiye Defteri''
 

Kuşcubaşı Eşref Bey, (1873-1964) / Teşkilat-ı Mahsusa başkanı


2020' ye on kala, izlerin iyice birbirine karıştırıldığı, ortalığı toz ve dumanın kapladığı bu yılların Türkiyesi, insanı bazen de, hayallere daldırıyor işte!......

Türkiye, 2020' li yıllarda muhtemelen kurulabilecek yeni bir siyasi yapılanmayla ilgili olası senaryoların, artık işporta tezgahlarının altında bile satılmadığı bir ülke!... Ve artık Avrupa'nın bir kültür başkenti de olan İstanbul... Ve İstanbul merkezli; kademeli olarak da, Anadolu, Balkanlar, Mezepotamya, İran, Ermenistan, Gürcistan , Azerbaycan ve diğer bazı küçük Kafkas devletçiklerini de kapsayan ve de gene bir ayağı ağırlıklı müslüman Batı Türkistan' a kadar uzanabilecek, ''Bir Yakındoğu Federasyonu''!...

Şüphesiz ki, Pax Americana' yla eş güdümlü ve onun gölgesinde!...

Hayal bu ya; belki de bunun için, Osmanlı'nın tasfiye sürecinde, misyonlarıyla, misyonerleriyle, gene bölgede bulunan siyasi kadrolarıyla, Ermeniler ve diğer halklar üzerinde politika üretip, pastadan pay kapmaya çalışan o günkü ABD!...

Tarihte Sevr'e taraf olmayan, Lozan' a da gözlemci olarak katılan ve bu sürece mesafeli yaklaşan ve genç cumhuriyetle yaptığı Lozan'ı şeklen çağrıştıran 1924 tarihli, Dostluk ve Ticaret Antlaşması'nı üç yıl sonra parlementosunda, o günkü Ermeni lobisinin de etkisiyle, yeterli salt çoğunluğu elde edemediği için fesheden ABD!...

Hayal bu ya; belki de, o yıllarda, Türkiye ile olan ilişikilerini bir siyasi yönetsel karar biçimi olan ''Modus Vivendi'' yle, büyükelçilik düzeyinde başlatıp bu günlere getiren(!) ABD'nin, olası Sovyet tehlikesine karşı, ittifak yapmasına rağmen, benimsemediği, çok zor koşullarda ortaya çıkarılmış bir ulus devlete, bu yeni, yakın zamanlarda, dağlar eritilip, dışarı çıkması için, kapılar açılmaya çalışılıyor!...

Bütün patırdı, kütürdü, bizim hayalimize göre, bundan kopuyor!...Yani demokrasi bahane; ''İpek Yolu'' üzerine serilmeye çalışılan, bu ipek halı şahane!... Bir de sözümona, dış politikada, görüntü olarak daha çok yararcı, çok yönlü politikalar üretme izlenimi vermeye çalışan bir hükümet...

Nasıl bir gelişmenin sonunda ortaya çıktığı belirsizliğini koruyan 11 Eylül saldırısı sonrasında, ABD'nin Ortadoğuda değişmeye başlayan stratejisi, bu aşamada Türkiye'yi, sınırlarını da şekillendirecek bir tehdite maruz bırakıyordu... Ve işin ilginç yanı, Nato müttefiki Türkiye'nin bu yeni ABD stratejisi içersinde önemli bir yerinin de somut olarak olmaması, bizim hayallerimizi gerçek yaşamda güçlendiriyordu!...

Yeni işbirlikçi, abdestli burjuvazi palazlanlandırılıp, pazardan has akçeyi kovmaya çalışırken ve de otokratik bir yapıya doğru da evrilmesine çalışılan bu ''yeni'' siyasi yapının altında, kendilerine biat edecek müslüman bir işçi sınıfı ve orta sınıf yaratılmaya çalışılırken, bu işlerin mühendisleri de, halkın yaşamsal gerçeğine karşılık veremeyen bir toplumsal ortamda, asker ya da sivil siyaset üretmeye çalışanın ayakta kalamayacağının ayrımında olarak, kendilerine uygun ve uyumlu, stratejiler üretiyorlardı!...

Halkın değerlerini, onun hassa karnını bilenler, bu ülkede cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, doğru ya da yanlış, kurucu bir taraf olan ve ülke siyasetine bir şekilde yasal olarak(!) resmen katılan ordunun ya da askeriyenin de halkın nezdinde gözden düşürülmesi için, onların örgütsel zaaflarını da bilerek, içerden destekle, en iyi ve planlı bir şekilde, o öznel durumundan yararlanmaya çalışıyorlardı!...

Bazı bürokrat, parti yöneticileri ve teknokratlar, ''Askeri Vesayet'' ten kurtulmak gerek laflarını ağzında geveleyip dururken, TSK' nın kuruluş kanunundan da bilerek ya da sözümona bilmeyerek, bi haber davranmayı da ihmal etmiyorlardı!...

TSK'nın kuruluş esaslarını belirleyen C bendindeki madde şöyle söylüyordu:

''Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.''

Türk yurdunu korumak kadar, yasal olarak, ''Kollamak'' da söz konusu olunca, doğal ki işler de değişiyordu!...

Şimdi, askeri vesayetten demokrasiye sözümona geçme sürecinde olduklarını sananların ya da sanılmasını istedikleri bu mavala kendileri de inanmaya çalışanların, dürüstçe yapmaları gereken en önemli şey, askeri vesayet kadar, onun çift yumurta ikizi sivil vesayetten de bu ülkeyi kurtaracak köklü reformist demokratik çözümlere, onurlu bir şekilde kavuşmanın yollarını açmaktır!... Doğal ki, en başta , riyakarlık bataklığına saplanmadan, tümü, kendi parti örgütlerinde demokratik katılımdan başlayarak ve siyaset baronluğuna son vererek!... Anayasa ve adaletli, demokratik seçim sistemini de, toplumsal bir uzlaşmayla , yeniden yapılandırarak!...

İşte gerçek hayal bu olsa gerek!...

Fakat, bölgesel, yeni siyasi durumlara ve gelişmelere ve de değişimlere istinaden, Hilmi Özkök Paşa' yla askeriyede başlayan değişimin devam ettiğini gösteren karineleri görmemek için, insanın başını kuma gömmesi ve orda kalmaya devam etmesi gerekiyor!... Ve de, ABD'den sonra dünyanın ikinci büyük ordusu TSK' nın, ABD silahlı kuvvetlerinden yaklaşık yirmi kat küçük 20 milyar dolarlık(!) bir bütçeyle, yönetilmeye çalışıldığını da unutmadan!...( Not olarak; İsrail'in savunma bütçesi, ek taleplerle 17-18 milyar dolar , Rusya'nın da 45-50 milyar dolar olduğunu da hatırlatalım!...)

Düne kadar resmi tarihte esamesi okunmayan, değerli asker ve siyaset adamı, cumhuriyetin kurucu büyüklerinden Kazım Karabekir Paşa'ya itibarını bir anlamda iade eden ve bilimden yana ve analitik düşünmeye başlayan Genel Kurmay'ın kendi içinde başlattığı ''gerçek demokratik açılım'' ve “Demokrasiye aykırı düşünenleri barındırmayız!....'' diyebilen bir Genel Kurmay Başkanı'nın, en son konuşmasında, ordudan tasfiye edilenlerin dışında; ''Bu ordu elinde silah ülkeyi bekliyor. Bu ordunun tümünü nasıl itham edersiniz!” ve ''Darbe iddialarını devamlı gündemde tutmaktan kim yarar sağlıyor?” sözleri, anlayıp da hissedene, yeterli olmasa da, bu konuda, gerekli mesajları veriyor!...

Güçlü bir devlet geleneğine sahip olan bu ülkede ve hele hele, o İttihak ve Terakki çıkışlı, CIA' nin bile ufkunu genişlettiği söylenen(!) ve amacı o günkü ölümcül koşullarda ülkeyi kollamanın ötersinde, devleti kurtarmak da olan(!) ve ilkeleri ve de hedefleri olan bir örgüt özelliğiyle donanmış, o ''Teşkilat-ı Mahsusa''nın geleneğinin, günümüze kadar gelen siyasi süreçte, sivil-asker bürokrasinin içinde yaşamaması mümkün değildir!..

'Soğuk Savaş'ın başlangıç döneminden, bir şekilde bu günlere kadar taşınmış bir devlet yapılanmasında, kuruluşunu , günümüzden 2200 yıl öncesine kadar götüren ve içinde 1.374.500 aktif personeli bulunan bir TSK' nın, içindeki bazıları çok uçlarda, farklı düşünceler barındırması ve bunları denetleyebilmesi de, pek kolay bir şey olmasa gerektir...

Bizler ipteki cambaza bakarken, sevgideğer yazar, Güngör Uras ağabey de, dünkü Milliyet'te, Merkez Bankası Başkanı'nın salı günü açıkladığı Enflasyon Raporu'nun, Ayşe Hanım Teyze'yi üzdüğünü ve üzmeye devam edeceğini vurguluyordu!...(http://www.milliyet.com.tr/enflasyon-raporu-ayse-hanim-teyzemi-uzdu/gungor-uras/ekonomi/yazardetay/28.01.2010/1191184/default.htm?ver=73)

Mali açığını ve her gün çoğalan yurt dışı borçlarını, ilginç ekonomik önlemler ve halka gene salma salıp, dolaylı vergi arttırımına giderek kapatmaya çalışan,

sanayicisini , küçük esnafını, çiftçisini koruyamayan bir mali politika, ulusal giderlerini bir türlü hesap edemeyen bir ülke, orta sınıfı ve emekçileri perişan edip biata zorlayan, şablon politikalar ve uzun yıllar sonra çok iyi yönetildiği söylenen , 2010'da da yabancı yatırımcıya cazip teklifler sunmaya devam eden ve nihayetinde ''Küresel Borç Bombası'' nın şemsiyesi altında bir ekonomi...

Bu günkü Amerikan ekonomisi, Obama döneminde, dönemsel olarak büyüyerek batmaya devam ederken (!), bizde, Düyun-u Umumiye' den bu yana bitmek tükenmek bilmez ve bir türlü temizlenmez, ''Devlet Borçları'' yla, şimdilik küçülmeye devam ediyoruz !...

Ey halkım, sen bunlara aldırma, cambaza bak!...

(Kuşçubaşı Eşref Bey' e gelince, Arabistan'da bir efsane olan , ''Uçan Şeyh'' olarak anılan bu insan, gene bu ülkeye büyük katkıları olan Süleyman Askeri Bey'in yerine teşkilat-ı Mahsusa'nın başına geçmiş, İngilizlere karşı Süveyş Kanalı harekatında ve çok iyi bildiği Hicaz'da , yani Ülkenin güneyinde doğusunda bu gün dahi bitmeyen bir oyunda önemli görevler almış bir insandı... Mekke emiri Şerif Hüseyin'in , İngilizlerce, Mekke Prensi ilan edilen sonra da, Ürdün Kralı yapılan oğlu Apdullah'a , Hayber Cembele'de yaralanıp, esir düştüğünde şunları söylediği bilinmektedir:

''Hayber’de Peygamberimiz İslamiyet için düşmanlarıyla mücadele etmişti. O’ndan bin iki yüz seksen beş sene sonra biz Türkler de, İslamiyet ve haysiyet için sizlerle muharebe ettik!... Bizi haince arkadan vurdunuz. Haram olsun, yediğiniz ekmeklerimiz...Sizler şerif değil, senıg( alçak) adamlarsınız... '' Ünvanınız, Mekke Mebusu… Üzerinizde ne varsa İngiliz malı. Şimdi de yeni bir mevkiiniz ve makam adınız var: İngiliz resmi vesikalarında size ''MEKKE PRENSİ'' diyorlar. Arapçada prens karşılığı olabilecek bir çok tabirler var. Fakat Size, Efendiniz İngilizlerin Arapça bir ünvan vermemeleri de gösteriyor ki onlar da sizi hakiki Araplıkla hiçbir alakanız olmadığını anlamışlar!…'')

28.ocak.2010 / Perpa

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..