Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '17

 
Kategori
Edebiyat
 

Aleksandr İsayeviç Soljenitsin 20. Yüzyılın Tanığı/Vazgeçmeyen Savaşçı

Aleksandr İsayeviç Soljenitsin  20. Yüzyılın Tanığı/Vazgeçmeyen Savaşçı
 

Sovyetler Birliği’nin parçalanma­sında Gorbaçov ile birlikte ismi anılan Soljenitsin 2008 yılının 3 Ağustosunu 4 Ağustosa bağlayan gece Moskova’daki baba evinde, kalp yetmezliğinden, 90 yaşına altı ay kala yaşamını yitirdi. Ölüm haberi, haber ajanslarına oğlu Stepan tarafından duyuruldu. Vasiyeti üzerine 16. yüzyıldan kalma Donskoy Manastırı’nda toprağa verildi. Manas­tırda Lenin’e karşı mücadele veren ünlü Beyaz Ordu Komutanı General Denikin yatıyordu. İkinci Dünya Savaşı gazisi ol­ması nedeniyle devlet töreni düzenlendi ve Rusya en üst seviyede bu Ortodoks ayinine katılım sağladı.

Ne mutlu ona. Çağdaşları, Sibirya Yolunu onunla birlikte yürümüş olan­lar, bir parça mezar toprağına sahip ol­mak şöyle dursun, nesillerini yitirdiler. Çocuklar, babalarının soyadını taşıdığı için meçhule karıştı. Kaçabilenlere sür­gün yolları açıldı. İşte bu kızıl faşizmin görgü tanığıdır Soljenitsin.

Yaşam öyküsü incelendiğinde, “Hapse girmeden önce komünisttim” sözü birçok şeyi özetler mahiyettedir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında yüzbaşı rütbesi ile Sovyet ordusuna hizmet verdi ama Stalin tarafından yapılan kıyımın savaşın getirdiklerinden daha fazla oldu­ğu eleştirisini getirdi. Savaş sonrası ceza olarak sekiz yıl Moskova yakınlarındaki bir hapishaneye konuldu, ardından üç  yıllığına Orta Asya’da siyasi tutuklular için düzenlenen kampta kaldı. Sonraki yıllarda istenmeyen kişi ilan edilerek sür­güne gönderildi. Bu yıllar,  ona gelecekte edebiyatta kullanacağı eşsiz malzemeleri sağlayacaktı. Dönem hatırlandığında: İkinci Dünya Savaşına kadarki ilk aşa­mada (1920 ile başlayan yıllar) entelektüellerin büyük bir kısmı (Troçki, Galiyev, vb.) yok edildi.  Savaş sonrası Stalin’in o ünlü “Bizim savaş esirlerimiz yoktur, vatan hainlerimiz vardır.” sözüyle başlayan ikinci dalga, "Burjuva Kalıntıları ve Yeni Zenginlik Meraklılarına Karşı Savaş" hareketi  ile hızlanarak  sistemin gözüne batanları temizledi. Soljenitsin işte bu yıllarda tekrar içe­riye alındı ama yok edilemedi. İnatçı bir adamdı, daha sonra Batıya sığınıp 20 yıl oralarda yaşamasına rağmen İngilizceyi de öğrenmedi. Batıyı ahlak çürümesi içinde olduğu gerekçesiyle sürekli eleş­tirdi.

Nikita Kruşçev, Stalin etkilerini ortadan kaldırma hareketini başlatınca, bu yumuşama döneminde Moskova’ya dönmesine izin verildi. 1962’de “İvan Denisoviç’in Yaşamında Bir Gün” adlı kitabını çıkardı. Kitabın başarısı üzeri­ne kendini tamamen edebiyata verdi. Ülkesinde ün ve itibar kazandı, Sovyet Yazarlar Birliği’ne kabul edildi. 1970 yı­lında Nobel Edebiyat ödülünü aldı. Fa­kat yetmişli yıllarda yazdıklarından do­layı takibata uğradı ve KGB tarafından izlemeye alındı.1918 ile 1956 yılları arasında Sovyetler Birliği’ndeki çalışma kampları ve cezaevlerindeki yaşamın en ince ay­rıntısının anlatıldığı üç ciltlik Gulag Takımadalarının ilki, 1973'de Batıda yayımlandı. Tarihe tanıklık edercesine, olup bitenin izdüşümü alınarak yazı­lan eser, Batı tarafından anti-Sovyet propaganda aracı olarak kullanıldı.

Diğer yön­den dünya ilk defa, bir halkın kendi kendine uyguladığı, tarihte eşine ender rastlanır boyuttaki bu zulmü onun ka­leminden öğrendi. Bir toplum cinnet geçiriyordu. Ancak yazdıklarının içeriği üslubunun önüne geçmişti, bu yüzden de edebiyatı tartışma konusu oldu. Bir de o dönemki baskı düşünüldüğünde, yazdıklarını Batıya nasıl çıkardığı soru işaretidir. Gu­lagTakımadaları yayımlanınca Sovyet iktidarı onu apar topar ülkeden kovdu ve 1974 yılında vatandaşlıktan çıkarıldı. ABD’de Vermont eyaletine yerleşti ve Gulag Takımadalarının ikinci ve üçün­cü cildini burada tamamladı.

Yirmi yıllık sürgünden sonra, 1994 yılında özlediği vatanına, insanlarını daha yakından tanımak için Rusya’nın en doğusundan trene binerek, yedi haf­talık bir yolculuktan sonra Moskova’ya geldi. Artık Sovyet yıkılmış, ülkesi piyasa ekonomisine geçmek için kaosa koşu­yordu.

Onun hakkında bir fikre ulaşmak için, bireysel yaratıcılığın toplumsan ey­leme boyun eğmek zorunda kaldığı bir çağda yaşamış aydın, yazar, şair Boris Pasternak’a bakmak gerekir. İkisinin yıldızlarının barışmadı­ğından bah­sedilir. Pas­ternak, Dr Jivago  roma­nı ile devri­mi, Rusya’yı, İkinci Dün­ya Savaşına kadar olan  dönemi Yuri’nin kişisel hayatından anlatırken, tartışmasız, eseri dünya edebiyatındaki yerini aldı. Soljenitsin ise öylesine olay­ların içindeydi ki, yaşananları dünyaya anlatmak gibi bir misyonu üstlenmişti. Öldürülme kaygısı, yarının belirsizliği, ağır yaşam koşulları altında gördüklerini anlatması gerekiyordu, o da öyle yaptı, ama bunu yaparken sanatın bireyselliği­ni unuttu.

Kelimelerin gücüyle gerilla savaşı vermişti ama hayatının sonuna doğru geldiğinde,  aşırı Rus milliyetçisi tutumu ve Ortodoks Kilisesine bağlılığı saygınlığı­na gölge düşürdü. Son söz olarak onun için 20. Yüzyılın tanığı ve  vazgeçmeyen bir savaşçı  olduğu söylenebilir.


 Bu yazı Lacivert Öykü ve Şiir Dergisinde yayımlanmıştır.

 

 

 
Toplam blog
: 8
: 503
Kayıt tarihi
: 27.12.16
 
 

1994'de Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden mezun oldu...