Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '10

 
Kategori
Güncel
 

Aleviyi Alevi olmaktan çıkarmak

İktidarlar, hafızadan hoşlanmaz. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldur” sözünü kılavuz kabul ederler. Hatırlatana da, “dün dündür, bugün de bugün” derler. 2007 genel seçimlerinden sonra, Başbakan Erdoğan’ın, Pir Sultan’dan, Yunus Emre’den dörtlükler okuduğu; Hacı Bektaş’tan aforizmalar aktardığı Alevilik meselesi de, bir çeşit, “dün dündür, bugün de bugün” tekerlemesini hatırlatıyor. “Alevileri CHP’nin arka bahçesi olmaktan çıkartmak” için yola çıkıp, gelinen noktanın eskinin bir adım ötesine taşmaması da bunu gösteriyor.

2007 genel seçimlerinden sonra AKP’nin Alevilik meselesini ele alması, “tek dil, tek millet ve tek din” üzerine kurulu Cumhuriyet’in konseptinde değişikliğe mi gidiliyor sorusunu gündeme getirmişti. AKP yetkilileri, önce bir iftar vermiş; sonrasında, “bizim Alevilik tanımımız tutmadı” diyerek, Alevilerin kendilerini tanımlamalarının önemine dikkat çekmişti. Alevilerden kendilerini tanımlaması sözünün arkasından gelen çalıştayların coşkusu aradan çekilince görüldü ki, Hükümet, Alevileri Alevi olmaktan çıkartmaktan başka bir şey yapmıyor.

Çalıştaylar günü kurtarmak için mi?

Alevilerin talepleri basit ve anlaşılır. Farklı ağızlardan farklı ses tonuyla dile getirilen talepler bir kez de, toplu bir biçimde ve hep bir ağızdan çalıştayda dile getirilmişti. Çalıştaylardan sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelik’in de hazır bulunduğu oturumda, Aleviler, zorunlu din dersinin kaldırılması, Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, Alevi köylerine zorla cami yaptırılmasından vazgeçilmesi, Hacı Bektaş gibi sembolik öneme sahip dergahın gerçek sahiplerine iadesi ve Madımak’ın müze haline getirilmesi konusunda anlaştıklarını açıklamışlardı. Bakan Çelik de, “devlet inanç sahiplerine eşit uzaklıkta ve yakınlıkta olmalı” diyerek, sahici bir laiklik tanımı yapmıştı.

Meğer her şey günü kurtarmaktan ibaretmiş! Gelinen noktada, “bir arpa boyu kadar” bile yol alınmadığı görülüyor. Farklı Alevi örgüt ve çevrelerinin üzerinde uzlaştıkları hak ve taleplerin, Hükümet tarafından “ama”lı, “fakat”lı karşı çıkışlarla eğilip bükülmekten öteye gitmemesinin altında, Hükümet’in, Alevileri Alevi olmaktan çıkartmak ve kendisine bir “arka bahçe” yaratmak istediğinin yattığı anlaşılıyor.

Aleviler için “bizim biçtiğimiz elbise dar geldi” denilen ifade orta yerde dururken, Cemevlerine “kamuya yararlı dernek” yahut Başbakanlığa bağlı “kültür merkezi” tanımlamalarını başka türlü yorumlamak mümkün görünmüyor. “Dar elbise” özeleştirisi ve “eşit mesafe” vurgusundan “devrim kanunu engeli”ne gelinmesi, “teori gridir dostum; hayatın rengi yeşil” sözünü hatırlatıyor. Toplantılar başlarken de varolan “devrim kanunları”nın şimdi hatırlanması size de manidar gelmiyor mu? Açık ki, çokça toplantı yapıp, bir o kadar rapor hazırlanmasına yol açılan sürecin sonucunda Alevilere yeni bir elbise dikme niyeti açığa çıkmış bulunuyor. Bu niyet, Aleviyi Alevi olmaktan çıkartma girişiminden vazgeçilmediğini gösteriyor.

“Devrim Kanunu” engeli, bahane değil mi?

Oysa gerçekleşmesinin önüne “devrim kanunu” engeli konulan taleplerin her biri için herhangi bir anayasal değişikliğe ihtiyaç olmadığı ortada. Mevcut anayasal sisteme göre karar veren yargı da, zorunlu din derslerinin kaldırılması gerektiğini savunuyor. İmar Yasası’nda yapılacak küçük bir değişiklikle Cemevlerinin önündeki engellerin kaldırılabileceğini herkes biliyor. Madımak’ın müze haline getirilebilmesi için herhangi bir yasa değişikliğine bile gerek yok. Geriye zihniyet engeli kalıyor.

Zihniyet engelinin aşılabilmesi, Hükümet’in ısrarla kurmak istediği ideolojik hegemonyadan vazgeçmesini gerektiriyor. Söz konusu hegemonya gerçeğin üstünü örtmeye, anlaşılmasını engellemeye neden oluyor. Diyanet ile bir devlet dini yaratmayı hedefleyen bir aileden yetişen Haluk Özdalga’nın ifrattan tefrite varan sözlerinden de anlaşılıyor ki, söz konusu hegemonya, laiklik gibi herkes için din ve vicdan özgürlüğü anlamına gelebilecek bir kavramın uygulanmasını engelleyip, toplumun parçalanmasını ve birinin özgürlüğünün diğerinin özgürlüğüne engel olduğu yanılsamasını tetikliyor.

Başpiskopos Cisneros’un Müslümanlar’a ait bütün kitapları ateşe atıp yakarak, İspanya’daki sekiz yüz yıllık İslam kültürünün yazılı tarihini yok etmesi, Endülüs Medeniyeti gerçeğini ortadan kaldırmadığını biliyoruz. Endülüs gerçeği, Alevi gerçekliği için çarpıcı bir örnek oluşturuyor. İdeolojik ve fiziki şiddetin her türlüsü kullanılarak asimile edilmek istenen Aleviler, bugün hala, varlıklarını koruyorlarsa, Hükümetlere düşen görev, “ama”lı, “fakat”lı cümlelerden vazgeçip, gerçeği olduğu gibi kabul edecek adımlar atmaktan geçiyor.

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..