Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '13

 
Kategori
Öykü
 

Ali Baba'nın çiftliği

Ali Baba'nın çiftliği
 

Sol arka ayagı hafif kısa oldugundan, hasır örgülü sandalye, en küçük bir harekette yalpalıyordu. Bu bir ayağı topal sandalyeye oturan, uzun kır sakallı, mavi gözlü adam oldukça yorgundu. Öyle ki; O her yanı ile, olagelen her türlü oluşumun yorgunuydu. Beyni, kalbi, tüyleri, cigerleri, kolları, elleri, ayakları, gözleri, saçlarının dipleri yorgundu. Hasır örgülü sandalye gıcırtılarla sallanıyor, kırçıl sakalları kırçıllaşıp uzuyor,  yorgun bomcuk mavisi gözleri, derya olup daha da mavişleşiyorlardı.
Derin insani düşünceleri, dünyaya sığmayan hayalleri, btn unsanlari kucaklayan idealleri, aklı, zekası, rüyaları, düşleri, bitmeyen özlemleri, hasretleri, sevgileri, güzellikleri, çiçekleri, yakılan köyleri, köylerinden yükselen dumanları, köylerinin yalnızlıgı, gelecegi, geçmişi, şimdisi ve sonrası bitap düşmüştü.
 
Oysa milyonlarla sayılan bir halka mensuptu. Ezilen, yok sayılan ve zaman zaman yok edilmek istenen, işkencelere, prangalara, kelepçelere, zindanlara, karanlıklara, tecavüzlere, dili, kültürü yasaklara maruz kalan bir halktı.  
Yorgun adamın halkı, yine milyonlarla ifade edilen başka bir halkla, aynı toprakları paylaşıyordu. Bu başka halk, yorgun adamın halkı binlerce yıldır bu topraklarda yaşarken, bin yıl kadar önce çok uzaklardan sökün edip, geldiler. Yorgun adamın insanları misafirperverdi. Yıgınlar halinde at üstünde gelen bu çekik gözlü misafirlerine; ayranlar ikram ettiler, koyunlarını, kuzularını kesip, onları en güzel şekilde misafir olarak agırladılar. Ardı arkası gelmeyen sunumlarda bulundular. Misafirleri yaşamak için bir yer aradıklarını, hatta ev sahipleri ile aynı dini kabul edebileceklerini de söylediler ve öyle de yaptılar. Yorgun adamın insanları oturdukları toprakları, misafirlerini kardeş görüp onlarla paylaştılar. Lakin misafir halk bir süre sonra süzme zeytinyagı misali üste çıkıp, ev sahiplerini ezip, bütün insani haklarını gasp ettiler. Yogun bir zulüm uygulayıp, barbarlıgın son kertesine çıktılar. Uzun bir süre sonra ilk gelişlerinde, geldikleri yoldan soluklanıp, susuzluklarını gidermeleri için sunulan ayranı dahi, kendilerinin milli içecegi olarak duyurdular.
Sandalyede oturan adam yorgundu. Ali Baba’nın çiftliginde bulunan horozlar, kediler ve diger canlılar dahi kendi dillerinde gıdaklıyor, ürüyor veya miyavlıyorlardı. Ama yorgun adamın sesi, solugu uzaklardan gelen, empatiden bihaber beklenmedik misafirleri tarafından yasaklandı. Her alanda tabular oluştu. Yorgun adamın halkı kardeşlikten, kendilerinin de haklarının oldugundan bahsettiklerinde, farklı olduklarını her ima ettiklerinde, kafalarına sopa ile vurulup, susturuldular. En agır cezalara çarptırıldılar. Kültürlerini anlatma çabasıyla, bunu yaşamaları gerektigini, zenginlik ve renklilik oldugunu dile getirmeye çalıştıklarında da anlaşılmadılar. Birlikte aynı topraklarda yaşayanlardan misafirligi bitmeyenler, her zaman tek taraflı olarak kendi kültürlerini dayattılar. O’nun yaşam tarzına igne ucu kadar saygı gösterilmedi. Oysa onlar evlerinin, gönüllerinin ve topraklarının kapılarını, misafirlerine sonuna kadar açtılar. Birlikte yaşamayı ev sahibi olarak, kendileri önerdiler. Kardeşçe bir yaşam dilediler. Ama olmadı. Bütün bunlardan yorulan adamın insanları; “ne zaman ki bak benim de kendimce bir kültürüm var dediklerinde,”  Can Yücel’in deyimi ile, “Siz Mem û Zin dersiniz, bizimkiler limuzin anlar” oldu. Mezopotamya’da binlerce yıldır yaşayan, bu kadim halkın kültürüne düşmanlık duyuldu, dilinden tek kelime olsun ögrenme gereksinimi duyulmadıgı gibi, dili yasaklandı. Yorgun adamın halkı misafirlerine her şeye ragmen yine de hep kardeş gözüyle baktılar. Onun kültürüne, çogu evrenselligi yakalamış, degerli yazarı, çizeri ve sanatçısı ile katkıda bulundular. Yorgun adamın insanlarından biri olan Cemal Süreyya’nın da dedigi gibi; “Mutlu olmanın yolunu, karşıdakini mutlu etmek sanıyorduk. Çünkü ne kadar mutlu ettiysek, o kadar yalnız kaldık.” Misafiri mutlu edelim derlerken, yalnız kalan, ötelenen, hor görülen, dışlanan ve itelenenler, hep onlar oldular.
Salt onların mutlulugu için, öncesinde büyük vaatlerle Çaldıran, Mercidabık, Trablusgarp, Kırım, Yemen, 93 harbi cephelerinde, Avrupa kapılarında, Balkan Harblerinde, Çanakkale, Dumlupınar, Kocatepe ve daha pek çok cephede misafirlerinin önüne geçilemeyen histerileri için, omuz omuza savaştılar. Su yüzeyine yazılan vaatler ve verilen sözler, her defasında tuzla buz oldu. Bu arada Memo zaten her zaman ki gibi; iki kat daha uzun süre nöbetteydi. Dagdan gelen de bagdakini kovunca da, misafirin dili bu deyimle zenginleşti. Yorgun adam, daha da bir yoruldu.  
Evet sandalyedeki adam, hem de çok yorgundu. Kendini anlatamamaktan, anlaşılmamaktan, misafirine uzttıgı kardeşlik elinin havada kalmasından, yok edilmek istenmesinden ve yok sayılmasından yorgundu. Rahat ve konforlu bir koltuga oturmanın zamanı bir türlü gelmedigi gibi, kardeşlik hasır örgülü sandalye gibi hep sallanıyordu. Yorgun adam maviş gözlerini kapattı, tam anlık bir uykuya dalacaktı ki, gıcıklık veren gıcırtılarla gidip gelen sandalyede sendeleyip, yeniden uyandı. İnsanca yaşamaya dair olan düşleri, hayalleri ve rüyaları her defasında fiyasko ile son buluyordu. Sandalyedeki adam bitkindi.
 
Amsterdam, 3 Agustos 2013
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..