Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

09 Kasım '15

 
Kategori
Edebiyat
 

Alim Efe

 Sarı Dere Umman Denizi gibi büyüktü… Koca dağın yamacına sırtını verdi; Sarı Dere’nin karşı yamacında, kendisine bakan tarafında düşmanını gördü… Hedef tahtası gibiydi…

Hayta, martini kucağına aldı, mekanizmayı küçük topundan tutup önce ileri, sonra geri çekip mermiyi namlunun haznesine sürdü ve kendini beklemeye aldı. İkilem içerisindeydi:

“Vurayım mı, vurmayayım mı?”

“Ateş edeyim mi, etmeyeyim mi?”

“Ben orada, o da burada olsa, o bana mutlaka ateş eder, beni vururdu. Bu adam buradan kaybolmadan düşünüp kararımı vermeliyim.”

Hayta gözü pek biriydi. Martini’yi (Mavzerin değişiği bir silah) yanından hiç eksik etmezdi. Silah Hayta’nın en büyük dostu, en güvendiği yardımcısıydı. Yardımcısı da ne, her şeyiydi…

Haksızlıklara tahammülü olmadığından, bazı çevrelerce sevilmez, aleyhine söylentiler düzülür, düşmanı bir iken bin tane yapılırdı. Bunun için dostu az, düşmanı çoktu. Dost görünenlerde, Hayta’nın düşmanıydılar esasen. Çünkü yüzüne konuşurlarken dost görünüyorlar, arkasından yapmadıklarını bırakmıyorlardı.

Sarı Dere’nin karşı yamacında, Kızıl tepenin böğründe nişangâhına aldığı kişi, dost görünenlerin kendine düşman ettikleri; suçsuz, gariban ve fakirin biriydi. Ne var ki, mütegallibeler hiçte boş durmuyor, Hayta için sürekli düşman üretiyorlardı. Böyle böyle Hayta’nın bir yığın hasmı olmuştu. Kime kurşun değdireceğini bilmez hâllerdeydi.

Alim, Hayta’nın imrendiği kahramanıydı… Namı, ünü çok uzaklara giden Alim, aslında Dinarlıydı. Birazda eşkıyalığı vardı, denilirdi kendisi hakkında… Lakin ona çoğu insan eşkıyalığı konduramaz, bahadır olarak anarlardı.

Alim’in yarı ömrü mahpushanelerde geçmişti. Bu babayiğit insana ağıtlar yakılmış, türküler düzülmüştü:

“Dinar yolu gele gide aşındı

Alim Efe mahpushaneye taşındı” diye… Alim hapishanedeyken de, dış dünyadayken de namının gittiği her yeri tir tir titretmişti. “Alim” adını duyan herkes ürperir, yüzüne korku nöbetleri gelirdi. O, yaşadığı yıllarda adının üstüne toz kondurmayan yiğitler yiğidi, yürekli biriydi. Ta ki Dinar’da yonca altında, darağacındaki yağlı ilmeğe boynu geçinceye kadar…

Ne zamanki başı önüne düştü, bedeni nefes almaz, nefes vermez oldu; işte o vakit, ondan çekinen insanların yüzlerindeki korku azıcık kaldı. Hele hele düşmanları adamlar saldılar, Alim Efe’nin idam edilip edilmediğini öğrenmek için… İşi şansa bırakmıyorlardı.

Alim Ağa’nın yahut Alim Efe’nin idam edilişinin kesinleşmesinden sonra düşmanları davullar vurdurup halaylar çektirdiler. Bu defa idamına türküler yakıldı:

“Alim Efe düşmanlarına korku saldı

Bölük bölük jandarmaları tek başına yardı

Bir gece kurulan darağacına

Alim Efe sabaha karşı asıldı. Yok, yok… Hayta, Alim Efe gibi olmayacaktı. Eşkıyalığı da kabul etmeyecekti. Adam vursa bile hakkıyla öldürdüğünü sanacak, vicdan azabı çekmeyecekti. Bir de arkasından türküler yaktırıp, adını ebedileştirmek istemiyordu. O, Gölbaşı Dağı’nın, Sarı Dere’nin, Acı Dere’nin, Ergenli’nin, İnce Boyu’nun, Kayı Yaylası’nın Hayta’sı kalmak istiyordu. Kendisine “Katil” de dedirtmek hoşuna gitmiyordu.

12’lik mermi, namlunun haznesinde hâlâ sürülü… Tetik sanki emir bekliyor gibiydi. Sağ elinin işaret parmağı, tetiğin çember tarafından girip, geriye, kendisine doğru geldi miydi; dost görünüp de hainlik yaparak kendisine düşman yaptıkları kişiyi, tek mermiyle öldürecekti. Racon böyleydi. Hesap böyleydi.

Tek mermi kâfiydi. Çok mermi atıp, koyakları yankılandırmak, ayrıca kıt olan mermileri çabuk bitirmek demekti; bu işine gelmiyordu. Sonra öteki düşmanlara mermi kalmayabilirdi.

Çam ağaçları, samyeliyle birlikte oynaşmaya, uğuldamaya başladı. Etrafta müthiş bir gürültü vardı. Hayta, düşmanlarından değil, bu gürültüden korkuyordu… Aradan bir saat geçmesine rağmen, hedefindeki düşmana karşı hâlâ ikircim içerisindeydi. Bir türlü kesin karara varamıyordu. Aynı zamanda bir yanılgıya da düşmek istemiyordu.

Son defa martine baktı ve sağ elinin namlunun ucundan kabzanın omzuna gelen yerine kadar sıvazladı, eğilip bir de öptü… Ne olduysa oldu; martini omzuna dayadı, gezi-gözü ayarladı ve tetiğe bastı…

Düşmanlarının düşman ettiği Akça Efe, tek kurşunla olduğu yere kıvrılıp cansız yattı. Artık her şey bitmişti… Akça Efe’nin ölüsü orada bir gece kaldı. Öldürüldüğünü bilen yoktu. Gören olunca herkesin haberi olacaktı. Hayta’da -ben öldürdüm- dememişti. Jandarma, Hayta’nın bileklerine kelepçeyi bağlarken, itiraf etti: “Ben öldürdüm!” diye…Ayfer AYTAÇ

AyferAYTAC:COM

 

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..