Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '11

 
Kategori
Siyaset
 

Allah'ın askeriyim

Allah'ın askeriyim
 

"Saldırgan, Allah`ın elçisiyiz, askeriyiz` diyerek odadan içeri giriyor. Bunlar türban kararından ötürü. Yapılanlar yanlış, bu sadece Danıştay´a yapılan bir saldırı değildir, lanetlemek yetmez. Toplumsal mutabakatı bozanlar suçludur. Onlar kendilerini biliyor" 

“Ben hiçbir zaman ‘Tekbir getirdi’ ifadesini kullanmadım. Saldırının tanığı falan değilim. Saldırının olduğu odayı hiç bilmiyorum. Saldırı anında ne yaşandığını bilmiyorum. Olayın tanığı değilim. Saldırı anına ait de hiçbir yerde bilgi vermedim. Olay anına ilişkin bir ifadem yok. Ben sadece olay olup bittikten sonra dışarı çıktığımda, saldırganın yakalandığı sırada ‘Ben Allah’ın askeriyim’ diye bir ifade kullandığını oradaki polislerden duydum. Yoksa bizzat görüp duyduğum bir şey değildi. Saldırı anı değil yani, koridorda yakalanırken... Bu da duyuma dayalı bir bilgi. Orada medya sorunca ben de dedim ki: ‘Vallahi bilmiyorum, ‘Allah’ın askeriyim’ deyip saldırmış.’ Yoksa olayın tanığı değilim, görmedim.” 

Yukarıdaki ifadelerin her ikisi de aynı kişiye ait. Biri olayın hemen ardından yapılmış basın açıklaması, diğeri ise aradan 5 yıl geçtikten sonra aynı olay hakkında verilen ifade. 

Olayın öznesi Tansel Çölaşan elbette. Danıştay eski başsavcısı ve ADD başkanı. 

Danıştay saldırısı soruşturmasının sonradan büründüğü şekli ise takip edenler bilir. Biz Ergenekon davası ile bireştirildiğini hatırlatalım yeter. 

Olayı bu sayfaya taşımamın sebebi ise toplum içerisinde önemli sayıda bir kesimin düşünce kalıbına mükemmel bir örnek oluşturuyor olması. 

Milli görüş geleneğinden kopan AKP'nin tek başına iktidara gelmesi, toplumun kendisini laik, Atatürkçü, cumhuriyetçi olarak tanımlayan kesimi üzerinde öyle bir travma yarattı ki, etkilerinden sıyrılmayı bugün dahi başaramıyorlar. 

Tansel Çölaşan'a sorsanız kendisini inanmış bir Atatürkçü olarak tarif edecektir. Danıştay saldırısından dakikalar sonra sıcağı sıcağına uzatılan mikrofonlara yaptığı dayanaksız açıklamaların doğruluğundan o kadar emindi ki, ne bilgiyi doğrulatma gereği hissetti ne de böylesine hassas bir ortamda bu kirli bilgiyi basın aracılığı ile kitlelere yaymaktan imtina etti. Bir nevi yalan söyledi, insanları aldattı. Gerekli koşullar bir araya gelmiş olsaydı belki linç girişimleri ile sonuçlanabilecek bir ortamı bilerek ya da bilmeyerek yaratma teşebbüsünde bulundu. 

Peki Tansel Çölaşan danıştay saldırısından haberdar mıydı, olacağını biliyor muydu. Planın bir parçası olarak toplumu manipüle etme görevini mi üstlenmişti? Bu anlamda Alparslan Aslan'dan tek farkı görev paylaşımındaki yeri miydi? 

Öyle olmadığını, söz ve hareketlerinde kasıt taşımadığını düşünürsek, bu hissiyata sahip bir kişi, bu kişi Tansel Çölaşan olmasa bile, teklif edilse gönüllü olarak görev almaz mıydı. Bir vatansever, Atatürkçü ve cumhuriyetçi olarak, adım adım "şeriat getirilmek ve parçalanmak istenen" ülkesini kurtarmak için verilecek görevlerden geri mi dururdu? Tansel Hanım gerçeği itiraf etmek için neden 5 yıl bekledi? Yalan söylediğini bile bile ölene kadar da beleyebilirdi, çünkü davasına inanmıştı, her yol mubahtı, ancak eski Danıştay başkanı Mustafa Birden'in mahkemedeki itirafından sonra oyun bozuldu. 

Ülkenin yarısının desteğini arkasın almış şekilde AKP iktidarında geçen 10 yıldan sonra, şeriat getirilmek istendiğine dair hiçbir ciddi emare hala ortada yokken bile bu tür duyarlılıklara sahip olmakla kendini tanımlayan kitlenin ve onları temsil eden partinin yaklaşımı, politikası, söylemleri ortada. 

Peki "şeriatçı" ve "bölücü" AKP iktidarının ilk döneminde, henüz kadrosu ve niyetleriyle ilgili büyük bir belirsizlik, şüphe durumu sözkonusuyken, hem de tek başına ülke kaderine hükmetme imkanına kavuşmuşken, eldeki bütün yasal-yasadışı sivil ya da silahlı güçleri kulanarak AKP'yi engellemek ve alaşağı etmek için darbe teşebbüsü ve terör yöntemleri dahil türlü yolların denenmiş, planlanmış olması kulaklara neden imkansız geliyor? Kaldı ki bu politika Türkiye'nin karşısına ilk defa çıkmış değil, benzerleri 1980 ve öncesinde sıklıkla yaşandı, bunları artık biliyoruz. 

Uzatmayalım, merak eden kaynağını bulur, okur. Bunların hiçbiri gizli bilgi değil çok şükür. 

1-Bence adı Ergenekon mudur, başka birşey midir bilemem, bir illegal yapılanma kesinlikle vardır. Bu süreçte Danıştay saldırısı dahil çeşitli silahlı eylemler yapmıştır. 

2-AKP döneminde, hükümeti ortadan kaldırmak için cunta hazırlıkları ve darbe planları kesinlikle yapılmıştır. 

3-Darbe ve terör yöntemiyle de olsa "şeriatçı ve bölücü" AKP hükümetinin ortadan kaldırılmasına destek veren, bu projede görev alan ya da almaya hazır olan, bu uğurda halkın yarısı telef edilse zerre kılı kıpırdamayacak olan her toplum kesiminden ve "gazetecilik dahil" her meslek grubudan geniş bir kitle kesinlikle bu toplum içerisinde yaşamaktadır. 

4- Başarılı olmak için ilk üç maddede yer alan unsurların bir araya gelmesi şarttır. O yüzden Ergenekon ve darbe soruşturmalarından cezaevlerinde yatan insanların kompozisyonu kimseyi aldatmasın. İçlerinde sıradan tetikçiler de, askerler de, "gazeteci"ler de olacaktır. Çünkü hepsine ihtiyaç vardı. 

Neyse ki hükümet bütün riskleri göze alarak ve hak desteğini de sağlayarak bütün bu girişimleri boşa çıkarttı. 

Muhalefet de baktı şetat geldiği geleceği yok, politikasını daha somut ülke gerçeklerine doğru yönlendirdi, mesela cari açık gibi bir hayati sorundan bahsetmeye başladı, bu sürecin böyle bir müspet sonuç ürettiği söylenebilir. Bu ülke şeriat tehtidinden değil ama cari açıktan batabilir. 

Bana gelince, dünya yansa umurumda değil. Ama haksızlık vicdanımı rahatsız ediyor. Gördüğümü söyleme ihtiyacı duyuyorum. 

Selamlar 

 
Toplam blog
: 16
: 938
Kayıt tarihi
: 20.12.08
 
 

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunuyum. Finans ve vergi danışmanlığı alanında çalışıyo..