Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '15

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Allah taş eder!

Adriyatik’te Bir Gece, Pompei ve Napoli
 
Selânik’ten İgoamenitsa’ ya 350 km’ lik dağlık bir yoldan gidiyoruz.  Uzunlu kısalı  pek çok tünelden geçiyoruz. Tünellerde oldukça gelişmiş ışıklandırma ve havalandırma var. Yollar otoban ve konforlu. Yunanistan’ın sallantıdaki ekonomik durumuna bakıp buna şaşırırken şoförümüz Ümit (-ki ona Driver Ümit diye hitap ediyoruz. Çünkü o kendine “driver” diyor ve sol üst cebine takılmış böyle bir kokart taşıyor.) yolların ve tünellerin İngiltere tarafından yap- işlet- devret modeliyle inşa edildiğini  ve elli bir yıllığına kiralandığını söylüyor.
 
Yunanistan’ın kuzay batısında, Adriyatik kıyısında dağlarla çevrili İgomenitsa’ ya geldiğimizde 700 km yol yapmış bulunuyoruz. Burası panoramik bir liman kenti. Buradan İtalya'nın Ancona, Venedik, Bari ve Brindisi limanlarına rutin feribot seferleri bulunmakta.
 
Öğrendiğime göre: 1479'da Fatih Sultan Mehmed tarafından Osmanlı yönetimine katılan İgoumenitsa 1913'teki Balkan Savaşları'na kadar Reşadiye ismiyle Osmanlı idaresinde kalmış. 1930'lu yıllara kadar küçük bir balıkçı kasabası iken II. Dünya Savaşı'nda tahribata uğramış, sonraki yıllarda ise İtalya'ya yakın bir konumda bulunması avantajı ile önemli bir liman kenti olmuş.
 
Gönen’deki Reşadiye Mahallesi’ni hatırlıyorum. Ve yörede “macır” denen “muhacir” yani göçmenlerin geldikleri yerlerin adını mahallelerine vermelerini. Bu güzel kenti bırakıp gelmek hiç de kolay olmamıştır.
 
Check in yapmak için iki saat önceden limandayız. Akşam yemeğinde göçmenler gibi limana dizilip, yanımızda getirdiklerimizden oluşan menüyü yiyoruz. Şöyle bir bakınca çoğumuzda bir zamanlar bu coğrafyada yaşamız ataların izleri var.
 
Hava bunaltıcı değil ama sıcak. Limandan kalkan ve limana yanaşan gemileri izlemek güzel. Hava çoktan kararmışken gemimiz limana yanaşıyor. Otobüsten gerekli eşyamızı alıp gemiye biniyoruz. Biletimiz airplane seat tipi. Pullmanlarda geceleyeceğiz. Pullman yatar koltuğa verilen isim. Önce numaralı koltuklara yerleşiyoruz. Sonra bilet numarasına sadık kalmaksızın boş koltuklardan yararlanarak uyuyoruz. Önceden hazırlıklı gelen başkaları uyku tulumları vb ile  yerde uyuyor. Kafede, güvertede uyuyanlar bile var. Kamarada uyumak isteyen 44 euro karşılığı yatak satın alabiliyor. Yolda rahatsızlanan bir arkadaşımız eşi ve çocuğu ile bu yolu deniyor.
 
Sabah kahvaltımızı gemide yapıyoruz. Adriyatik’te gecelediğimiz on saat yolculuktan sonra Bari Limanı’na ulaşmak güzel. Evet,  İtalya’nın güneydoğusundayız.
 
İtalya’nın Napoli’den sonra en büyük kenti Bari’nin ne yazık ki yalnızca limanını görebiliyoruz.  Bari, yoktan var eden anlamındaymış. Allah’ın doksan dokuz isminden biri.
 
Pompei’ye doğru yola çıkıyoruz. Üç yüz kilometreye yakın yolumuz var. Yaklaştıkça   gördüğüm rüzgâr  gülleri serinliği  işaret etse de sıcaklık ortalamasının otuzlu dereceleri geçtiği cehennem yangını  bir gün. Varacağımız şehir ise cehennemin dramatik  şahidi.
 
Pompei Napoli’nin ilçesi. Çarşısında karnımızı doyuruyor, dondurmamızı yiyoruz. Mekan temiz, işlek ve çok güzel turtaları var. Hediyelik eşya satan dükkânları geziyoruz. Magnet ve anahtarlık benzeri ufak tefek hediyelikler alıyoruz.Satılanlar arasında  küller  ve taşlar da var!  
 
Turizm bürosundan yanımıza bir rehber alıp,çarşının bitişiğindeki antik şehri görmek üzere yola çıkıyoruz. Rehberin İngilizce anlattıklarını Lütfiye  hanım Türkçe’ye  çeviriyor. O zaman fark ediyorum Can çocuğu. O küçük yaşına rağmen  (11-12   yaşlarında  ) cümleleri pıtır pıtır Türkçeleştiriyor. Öyle sevimli ki, yaşının üzerinde her hareketi onun için sıradan.
 
Antik Pompei sekiz kapılı bir duvarla çevrili. Rehberimiz Maria İtalyan’dan çok Meksikalı’ya benziyor. Esmer tenli ve tombul. Genç yaşların sonunda bir kadın. Haki renkte uzun kollu bir bluz ve  dizlerinin altında siyah bir tayt giymiş. Güneşten korunmak için elinde şemsiye taşıyor. Bizi önce ahşap kaplı piramit  müzeye yönlendiriyor. İçeri girmeden önce de şu bilgileri veriyor:
 
Pompei MÖ 5000 yıllarında Vezüv Yanardağı  eteklerinde  kurulmuş. Bağlar, bahçeler ve görkemli evlerle çevrili, çok güzel bir şehirmiş. Uğradığı son felaketten  179 yıl önce Romalılar’ ın eline geçmiş. Güzelliği ve ihtişamı ile Roma’nın aristokrat, zengin ve nüfuzlu insanlarını kendine çekmiş. 62 yılında depremle yerle bir olmuşsa da yeniden inşa edilmiş.
 
Arkamızdaki üç dağdan büyük olan Vezüv  Yanardağı, diyor.  (Bakınca aynı  büyüklükte yanyana iki dağ görüyorum. Bunlardan biriymiş. Üçüncü bazen görünüyormuş anladığım. ) Yanardağ faaliyete geçince on sekiz bin metrekarelik alana sahip şehir küller altında kalmış. Yaklaşık yirmi bin kişi nüfus kükürt zehirlenmesi sonucu birkaç  dakikada   ölmüş.
 
Sonra müzeden içeri giriyoruz.  Pramitin  duvarlarında  kazılar sırasında çekilen fotoğraflar var. Ortada ise heykelleşmiş insan bedenlerinden bazı örnekler…
 
Rehber Maria, insanların  böylesi heykelleşmesinin nedenini, yanardağın püskürttüğü volkanik tozların sertleşmesi olarak açıklıyor. Bu lavlar kalıp oluşturmuş. Kazıyı yapan bir arkeolog bunu fark ederek boşluklara, yaptığı özel bir alçıyı döküp, ölen insanların ve hayvanların  heykellerinin elde edilmesini sağlamış.
 
Felaket  anında ne yapıyorlarsa o halde bulunmuşlar. Uyuyanlar, birbirine sarılan ve birbirine  sığınanlar, o sırada cinsel ilişkide olanlar ve saklanmaya ya da kaçmaya çalışanlar var.  
 
Dehşeti önünüze serilmiş bir şekilde izliyor ve insanları konumlarına bakarak bulundukları yeri gözümüzde canlandırıyoruz. Sonrasında ise fotoğraflarda görüyoruz.
 
Rehber Maria anlatmaya devam ediyor: Denize doğru kaçanlar dalgalarda boğulmuş. Küllerin yarattığı karanlıkta yönünü şaşırıp alev fışkıran dağa doğru kaçan bile olmuş. O an ne yapıyorsalar öylece kalmışlar. Fırından henüz çıkarılan ekmek var. Atlar ve köpekler de var. Küller onları yorgan  gibi örtüğü için çürüyüp, yok olmamışlar. Tarih 23 Ağustos 79. Saat:13.00 (Bunu nasıl tespit ettiklerini çok merak ettim doğrusu.)
 
İlk kazıların, 1709 da Herculaneum da başladığını öğreniyoruz. Uzun çalışmalar sonunda, kent ortaya çıkarılmış. Kazılar ve çıkarılan eserlerin olması gerektiği yere yerleştirilmesi suretiyle tamamlamalar devam ediyor.
 
Yüzde altmışı asillerden, yüzde kırkı ise kölelerden oluşan şehirliler rahat ve bu günden bakınca  edepsiz bir hayat sürüyormuş. Öyle zengin, öyle refah içinde yaşıyorlarmış ki sapıtmışlar. Gözleri zenginlik ve zevkten başka bir şey görmez olmuş. Daha çok yiyebilmek için boğazlarını kaz tüyü ile uyararak yediklerini çıkarmak en hafifi görünüyor. Eşcinsel ilişkinin yaygınlığı ve hatta kardeşin kardeşle ilişkiye girmesi gibi hazzın sınırsızlığını işaret eden anlatımlar var. İkinci bir Sodom ve Gomora vakası olduğu  rivayet ediliyor. Bu yüzden doğal felaketin oluşturduğu  bu sonuç bazıları tarafından tanrının insanları cezalandırması anlamına geliyor.
 
Ben en çok da insanların felaket anında yaşadıkları acıyı hissettim. Müzeyi irkilerek ve dehşet içinde gezdim. Akdeniz'in hafif deniz rüzgârlarını alan bu coğrafyada niçin yeni bir kent kurulduğunu düşünmeden de edemedim. Vezüv  Dağı, yarattığı felaketi  pazarlayan bu insanların üzerine tekrar püskürmez mi?
 
Forum, tapınaklar, tiyatrolar, amfi tiyatrolar, bazilikalar, caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, hanlar, hamamlar, meyhaneler, çamaşırhaneler, değirmenler, fırınlar, kumarhaneler, batakhaneler, meraklı gözlerce fark edilebiliyor.
 
Rehberimiz Maria, birbirine paralel beş altı yassı taştan yola dik olarak oluşturulmuş yolu ilk yaya geçidi olarak işaret ediyor. Sokaklarda yola ara ara döşedikleri parlak taşlarla gece   görüşünü arttırmışlar. İlk hamburger fırını, dediği ama tanımlamasından pizza fırını olduklarını sandığım fırınları gösteriyor. Bizim tandırların başka bir versiyonu.
 
Yolların birbirine geçişlerinde  insan ya da aslan figürlü kurnasından hâlâ su akan çeşmeler var. Bazılarında durup su içiyoruz.
 
Bir genelevin içini gezdiriyor bize. Bu erkekleri neşelendirirken kadınlarda gerginlik yaratıyor. Ya da bana öyle geliyor. Duvarlarda bulunan ve müşterilerin cinsel ilişkinin şeklini seçmesine yol gösteren resimler kaba esprilerin havada uçuşmasına neden oluyor. Rehber Maria, tuvalet ve banyo olarak kullanılan mekanda ihtiyaçlarını bugünkü modern tuvaletler gibi çömelerek değil de delikli bir tahtaya oturarak giderdiklerini işaret ediyor. İçerdeki delikli tahta için dünyanın bilinen ilk klozeti, diyor.
 
Kölelerin hizmet verdiği daracık odalar penceresiz ve müşteriler uzun süre kalmasın diye yatakları ile yastıkları taştan oyulmuş. Duvara paralel, mesafesiz yerleştirilmiş. Günün fahişesinin günün menüsü gibi sergilendiğini ve mekânın penceresinde oturduğunu anlatıyor. Müşteri çekmek için köpek gibi ulurmuş.
 
Arenada, kölenin köleyle ya da aslanla mücadele ettiğini söylüyor. Gezdiğimiz bir evde ihtişamın kapı girişindeki masanın üzerinde sergilendiğini anlatıyor. Yukarıdan haznesine sular dökülen bir havuz ve aslan figürlü ayaklı bir masa kalıntısı var. Suyun şebekeyle ve borularla evlere getirildiğini gösteren kalıntılar var. Kızgın güneşin altındaki gezimiz en alt kapıda sona eriyor ve 25 km uzaklıktaki Napoli’ye gitmek üzere oradan ayrılıyoruz.
 
Yola çıktığımızdan bu yana driver Ümit hırsızlık vakalarının çok olduğunu söyleyip uyarıda bulunuyor. Diğer şoförümüz Kenan ise her ne söylense sessizce gülümsüyor.
 
Napoli’nin tarihsel şehir merkezi Unesco Dünya Mirasları listesinde.Tarih, sanat, kültür, mimari, müzik ve astronomi yönlerinden İtalya'da hayati rol oynayan bu şehir için ayrılan zamanda planlanan meşhur pizzasının tadına bakmak. O yüzden şehir merkezini turluyor ve uygun gördüğümüz pizzacı da tercihimiz olan pizzayı yiyoruz. Kimse de benimki güzeldi, demiyor. Açıkçası ben de yediğim mozerellalı pizzadan hoşnut değilim. Hamurunun pide hamurundan farkı yok. Biga’da Napoli Pizza’ da yediğim pizzalar çok daha lezzetli. Hatta daha iyisini başka bir yerde yemedim, diyebilirim. O lezzeti aşmasını beklediğimden belki hayal kırıklığına uğruyorum. Diğerleri de benim gibi.
 
Vitrinlerde indirim ilanları var. İndirim “ SALDI ” kelimesi ile ifade ediliyor. Bu aramızda espri konusu oluyor.
 
Akşam olmak üzere ve çok yorulduk. Roma- Napoli arası 250 km. Driver Umut saatte 80 km ile hesap yapıyor. Bu hesaba göre daha üç saatlik yolumuz var, diyerek uyumaya çalışıyoruz.
 
Roma’ya vardığımızda saatin on olduğunu görüp, temizlenmek ve dinlenmek için odalarımıza çekiliyoruz.
 
 
 
Gülgün Çako  / 3 Ağustos 2015
 
Toplam blog
: 17
: 635
Kayıt tarihi
: 03.02.07
 
 

Yaşamı seven, farkı fark etme çabasında biri. Anlaşılmaktan çok anlama öncelikli... Çocuklar nefe..