Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Allahını seversen bi dur

Allahını seversen bi dur
 

Türk bloglarında dünya bloglarıyla eş zamanlı ilk kez. Bir Suret035 yazısı.


Aylardır niye yazmadığımı soracak olursanız büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim. Yazamıyordum çünkü şifremi hatırlamıyordum. En iyisi baştan anlatmak: Bir sabah uyandığımda nerdeyse hiçbir şey hatırlamıyordum. Doğruca banyoya gittim yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Uyandığın da ilk iş yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladığıma göre ben modern ve hijyenik bir insan olmalıydım, buna sevindim. Mutfağa gidip kendime bir kahve suyu koydum, bu arada televizyonu açtım, büyük ekran bir televizyonum vardı, demek ki zengince bir arkadaştım, ekranda Digitürkten gelen bir mesaj belirdi: “Sn. Suret Sıfırotuzbeş 2 aylık lig tv üyelik borcunuzu 3 gün içinde ödemediğiniz takdirde lig tv üyeliğiniz sona erecektir.” Yazıyordu. Demek ki düşündüğüm kadar zengin biri değildim. Kahveyi içerken evin içinde dolaşmaya bir şeyler hatırlamaya çalışıyordum. Odalar derli toplu, eşyalar yerli yerindeydi. “Acaba dün gece çok içmiş olabilir miyim” diyerekten mutfak dolabının içindeki çöpü kurcalamaya başladım. Çöpün içinde boş içki şişeleri bulmayı umut ederken birkaç ilaç kutusu (doğum kontrol hapı ve akne kremi) bir hazır yemek kutusu (içinde bulgur ve roka kırıntıları kalmış köpük tabak) ve iç içe top haline getirilmiş bir çift lacivert çorap buldum. Sadece ufak bir damla çamaşır suyu lekesi olan çorabı çöpten alıp banyodaki çamaşır sepetine attım, 2 aydır digitürk faturasını ödememiş birisi için çöpe çorap atmak ne büyük sorumsuzluktu. Bu arada aç karnına içtiğim kahve midemi cimcirmişti, sanırım gözünü açtığı gibi kahve içebilenler kadar modern biri değildim. İçgüdülerimin (mide-barsak hareketleri) sesine bakılırsa sabahları ben, peynir ekmek ve çay insanıydım.

Edindiğim bilgilerden yola çıkarak anladığıma göre: orta gelirde, orta modernlikte ve orta sorumsuzlukta, sivilceleri olan ve hamile kalmamaya özen gösteren hijyenik bir adamdım. Neden hiçbir şey hatırlamadığımla ilgili bir fikrim yoktu. Belki en doğrusu modern tıptan yardım almak olacaktı, bu amaçla üstümü değiştirip mahallenin aile hekimine gittim. Aile hekimi az önce odasından çıkan ilaç mümessilinin bıraktığı kalemleri ve blok notları çekmecesine yerleştiriyordu. İçgüdüsel olarak: “-fazla kalem var mı?” dedim. “-Yok” dedi.

Bunun üzerine derdimi anlatmaya başladım: “Sabah uyandığımda hiçbir şey hatırlamayan bir adama dönüştüm” dedim. “-olsun varsın dev bir böceğe de dönüşebilirdiniz” dedi, sanırım Kafka’dan dem vurarak kafa ütülemeye çalışıyordu. Adım, yaşımı, ne iş yaptığımı filan sordu? “Digitürkten öğrendiğime göre adım suret olmalı, hissettiğime göre orta yaşlardayım ama ne iş yaptığım tam bir muamma” dedim. Aile hekimi sanki odada bizden başka biri varmış gibi: “korkarım hafızasını kaybetmiş, yaşadığı bir şok nedeniyle belleği tamamen kendisini kapatmış” dedi. “-Dr bey neden 3. bir şahsa bahseder gibi anlatıyorsunuz, burada bizden başka biri daha mı var?” diye sordum. Aile hekimi: “hayır” dedi, “biz modern tıp biliminde hafıza kaybı ve görme kaybı teşhisini bu şekilde açıklarız, hiç mi türk filmi izlemediniz” diye ekledi. Doğrusu durumumdan endişelenmeye başlamıştım, “hiç mi umut yok?” diye sordum. Doktor: “yaşadığı şoka benzer bir şok yaşarsa hafızasının geri gelme ihtimali var, bu süre zarfında hatırlaması için baskıcı olmayın” dedi. Son olarak mide koruyucu isteyip istemediğimi sordu, cevabımı duymadan reçeteye mide koruyucu bir ilaç yazıp elime verdi.

Eve dönerken arkamdan birisi “suret bey” diye ünledi. Elinde pazar poşetleri olan 50-55 yaşlarında bir teyzeydi. Yavaşlayıp bekledim. Teyze içinde lahana ve turp olduğu görünen poşeti elime tutuşturup sordu: “nerden böyle?” sanırım yakın binalarda oturuyorduk ve ağır poşetini taşıttıracak kadar bir hukukumuz vardı. “Beni tanıyor musunuz?” dedim. Minik bir kahkaha atıp karşılık verdi: “ilahi işin gücün oyun” dedi. “-Dün gece balkonda Yavuz abinle oturuyorduk seslendik duymadın. Şimşek çakanda sen arap aksanıyla –allahu akbar- diye slogan atınca, yavuz abin yıkıldı gülmekten” dedi. Hiçbir şey hatırlamıyordum, acaba o şimşekle birlikte o an mı şoka girmiştim. “-Yavuz abi kim? Eşiniz mi?” diye sordum. Teyze benzer ve yinelenen şakalardan sıkılmışlığını gösteren ince bir azarla karışık latif bir edayla “he kocamı da mı unuttun? ben de karşı komşunuz mensure teyzen!” dedi. “Suret bırak kafa bulmayı da o poşeti bizim kapının koluna asıver, ben şuradan kırık pirinç alıcam daha” dedi ve yanımdan ayrıldı.

Eve döndüğüm de iyice kafam karışmıştı. Ama en çok ne iş yaptığımı, hayatta kimim kimsem olup olmadığını merak ediyordum. İlk iş cüzdanımı karıştırmaya başladım, içinde 35 lira para, ehliyetim ve birkaç banka kartından başka bir şey yoktu. Arabam var mı yok mu onu bile hatırlamıyordum ki yoksa ne biçim üzülecektim, “insan bu yaşa gelmiş bi araba sahibi olmaz mı a.k.” diye sövecektim. En iyisi internetten araştırmaktı, adımı soyadımı internete yazıp neyim kimim öğrenebilirdim. Yatak odasında yerde bulduğum bilgisayarı açıp google’a suret sıfırotuzbeş yazdım, adım bir haber sitesinde çıkıyordu, sanırım ben bir yazardım.

“Umarım etkili ve önemli bir yazarımdır, yeri geldiğinde hükümet üzerinde filan tesiri olabilen biriyimdir” diye içimden geçirdim. İsmime tıkladığımda yönlendirildiğim sayfa, saygın bir gazetenin saygın bir blog sitesiydi. Demek ki ben bir blog yazarıydım, -belki belediye meclisi üzerinde tesiri olan yerel bir otoriteyimdir-. Geçmişte yazdıklarımı ve yorumları okuduğumda; saygın bir gazetenin saygın bir blog sitesinde hiç de saygın olmayan bir blog yazarı olduğumu keşfettim. Ne hükümet, ne belediye meclisi ne de mahalle muhtarı üzerinde en ufak bir tesiri olamayan sıradan bir adamdım. Saçma sapan şeyler yazmış, anlaşılması manasız "eroir" başlıklı şiirler denemiş, daha da fenası blogda editörlere sataşarak bazen de yalakalık yaparak (daha çok yalakalık yaparak) prim yapmayı amaçlamıştım. En utanç vericisi de blogdaki güzel hatunların yazılarına kompliman dolu yorumlar yazıp bir çoğuna (hepsine) yavşamıştım.  “Allahım ben böyle ne pis bir insanmışım da haberim yokmuş” dedim. Yazdıklarımı blogdan silmek, yazılı geçmişimi kökten yok etmek istedim ama üye girişi yapmam isteniyordu ve şifremi hatırlamıyordum.

İçgüdüsel bir hareketle kendimi balkona attım, balkonda mandalların yanında duran sigara paketini fark etmemle içinden bi dal alıp yakmam bir oldu. Aynı esnada otoparkta ki arabalara gözüm takıldı: “faturaları yatırmıyosun, bu yaşta araban yok, yırtığı pırtığı olmayan çorabı çöpe atıyorsun ama sigara içmeyi biliyosun! Sen ne biçim bir malsın acaba?” diyerek kendimi azarladım.

Henüz kendimi aşağılamam bitmemişken telefon çaldı. Ekranda yazdığına göre Derman diye biri arıyordu. Kafamda kim olduğunu anımsamaya çalışmak boşunaydı, cinsiyetini bile tahmin edemiyordum. Küçük bir tereddütten sonra telefonu açtım. Bir kadın sesi “ Suret bey ben özel derman polikliniğinden arıyorum dünkü işleminiz için randevunuza gelmediniz” dedi. “Ne işlemi?” diye sordum. “kolonoskopi” dedi. “randevunuzu kaçırdınız isterseniz bir ay sonraya yeni bir gün verelim” dedi. “gerek yok” dedim. Kız “neden?” diye üsteleyince “g.tümüze girebilir, ondan” deyip kapattım. Telefonda üstelik hiç tanımadığım bir hanıma karşı kendiliğinden ağzımdan çıkan bu laftan dolayı utanmıştım. Demek ki nezaket çerçevesinde konuşmayı dahi beceremeyen biriydim. Doğrusu kendisi hakkında hiçbir kanaati olmayan birinin, bağırsaklarını yakından tanımak ve onları önemsemek gibi bir öncülü olamazdı. Ama zavallı kızın bundan nasıl haberi olabilirdi, O sadece işini yapmaya çalışan masum biriydi. Kuvvetle muhtemel kendisi üzerinde tesiri olamayacak zayıf kimseleri, haksız yere küçük düşürmeyi marifet sayanlardandım.

Kendimi keşfettikçe benden nefret etmeye başlıyordum. Oysa kendim hakkında daha güzel şeyler beklerdim. Ben kendimi hayal kırıklığına uğratmıştım. Böyle bir adamın kendini sevmesi, kendiyle barışık olması düşünülemezdi acaba etrafımda nasıl bilinen nasıl tanınan biriydim? Kesin çift kişilikli bir yalancıydım, kim bilir hangi rollere bürünüp, insanların hakkımda menfi düşünmemesi savaşını veriyordum. Hakkım da bilmediğim bir çok şey olmasına rağmen yarım günde öğrendiklerimle kendimi kınıyordum. Yalnız mıydım? Eşim dostum sevgilim var mıydı? Tanrıya inanıyor muydum mesela? Yada inanmadığım halde inanıyormuş gibi mi yapıyordum? Hatırlamıyordum.

Tüm bunları düşünmek ve kendimle bir nebze de olsa hesaplaşmak için en iyi yerin duş olduğuna karar verdim. Çırçıplak soyunup cılbanmak için soğuk suyun altına girdim. O esnada vücudumu incelemeye başladım. Bir organım iriliğiyle dikkat çekiyor, öyle ki gözüme batarcasına beni rahatsız ediyordu, göbeğimin niye bu kadar büyük olduğunu sorgularken içimden gaz olmasını temenni ediyordum. Duşla ilgili malzemeleri incelediğimde saç dökülmesine karşı şampuan, saç dökülmesine karşı krem, saç dökülmesine karşı losyon ve saç dökülmesine karşı banyo lifim olduğunu gördüm. Aslında epeyce saçım vardı, demek ki şişmanca olduğumu önemsemek yerine kafamdaki kıllara değer veriyor, cinsel istikbalim için kıldan tüyden medet umuyordum. Oysa estetik kaygılardan çok entelektüel beklentileri öne çıkaran karşı cinsi, hedef alan biri olmak isterdim.

Banyo dolabında bulduğum bornoza sarılıp duştan çıkarken kapı zili çaldı. Hemen hızlıca kurulanıp giyinmeye hamle edecekken, kapı bu kez ısrarla yumruklanıyor aynı anda tekrar tekrar zile basılıyordu. “Dur bi allahını seversen!” diye söylenerek giyinmeye çalıştım, en azından çoraplarımı ve donumu giymiş, üzerimde bornoz olduğu halde kapıya yöneldim ve açtım. An itibariyle karşımda bulmayı aklımdan geçirdiğim; bir saat önce özel derman polikliniğinden telefon eden sekreter kızdı. Belki elinde bir hortumla içeri dalacak “illa da g.tünüze bakacaz, biz bunun için varız!” diyecekti. Kuşkusuz o değildi, yetmişli yaşlarında bir amcaydı ve bornozlu olduğuma, buyur edip etmediğime bakmaksızın: “Nerdesin evlatım? Meraklandırdın beni” diyerekten içeri girdi.

Amca evi iyi biliyor zaman zaman gelip gidiyor olmalıydı ki, aşlık olduğunu sandığım koltuğa gidip oturdu. “Kahvaltıya da gelmedin? Öldün mü kaldın mı? Zile bastım sabah da açmadın” dedi. “Amca allahını seversen bi dur, ben belleğimi kaybettim hiçbir şey hatırlamıyom zati” dedim. “Sabahta erkenden aile hekimine gittim evde değildim.” diye ekledim. Amca hiç şaşırmamış görünerek ve içten bir samimiyetle ciddiyetini takınarak sordu: “Mide koruyucu yazdı mı? Yazdıysa eczaneden alalım benim kedi kusup duruyo” dedi. “Yaa ben hiçbir şey hatırlamıyom öğğhh” diyerekten ağlamaklı bağrınıyordum ki, amca: “Dur evlatım sakin ol, ben sana her şeyi hatırlatcam şimdi” dedi ve anlatmaya başladı:

-Dün biz senle apartmanın kömürlüğünü tertipleyelim dediydik hani. Biliyosun doğal gaz bağlanan da geçen kıştan kalan odunu kömürü simit fırınına okuttuk ta parasıyla bi meyhane muhabbeti yapacağıdık. İşte o depoda sen, benim 15 sene önceden kalmış su damacanasındaki Şirince şaraplarını bulduydun. Tastamam yirmişerden üç damacana, yekünü altmış litre kırmızı şarap. "Bozulmuştur, sirke olmuştur, cır cır eder" ne dediysem dinletemedim sana. İlla taşıdın onları benim evin balkonuna. Hatta "burası karanlık yer, serin yer, mahsen gibi bişi olmaz" dedin, hatırlasana. Sonracıma efendime söyleyim, akşamına bende balık kızarttık hatta sen dedin ki: “-Bahattin amca bende 35 lira var buna bira mı alayım? Yoksa şu senin madenden çıkan şarapdan mı hacılayalım?” "sen bilin evlatım ama onlar zehirlemesin bizi" dedim. Neyse açtık damacanın birini, su pompasını takıp şarabı doldurduk sürahiye. Tadı ilk başta keskin ve ekşi geldiyse de içtikçe alıştık. İçtikçe içesimiz geldi. İşte bir sürahi bittiğinde sen saçmalamaya başladın: “Şu andan itibaren kimseyi tanımıyom, başbakan kim ki, adım ne benim, babam gelse tanımam” vs laflar etmeye başladın. En nihayet seni evine getirip yatırdım. Hatta gece yarısı balkondan “allahu akbar” diye bağırıyodun, arap mısın evlatım sen? geldim kapıya da açmadın yine. Dedim sızdı zaar. Yani demem o ki o eski şarap sende geçici bir bellek uykusu yaratmış olmalı. Ondan sebep hatırlamazsın bazı hususları.

-Peki dedim amca sen içmedin mi o şaraptan sana niye bi şey olmadı?

-“E suretim, biz eski toprağız gerçi ben de sabah namazına uyanamadım, öğlende de Kevser suresini hatırlayamadım” dedi.

“İyi de Bahattin amca, benim kimim kimsem yok mu? Ne iş yaparım şu dünyada?”

“-Evlatım birbirimizden başka kimimiz var allasen?”

“Tamam da Bahattin amca, çöpte doğum kontrol hapı buldum ben?”

“-Hee o onbeşte bir temizliğe gelen Nezaket hanımın hapıdır, bi de ona çorap borçluymuşsun banyonu ovarken çamaşır suyu mu ne damlamış”

-Arabam var mı benim? Sevgilim var mı? Lig tv parasını niye ödemedim?

-Aldan bi araban var evlatım, yıkatmak lazım ama koltukları hep kir. Sevgilin yok diye biliyom terk edileli epey oldun. Halbükü çıtı-pıtı bi hanım kızdı kim bilir ne bok yidindi. Maç kanalına gelince Fener’e kızgınsın ondan ödemedin zaar.

Bahattin amca geldiği gibi hışımla kalktı “-Neyse akşam yemeğe gel, benim yatsıya yetişmem lazım” diyerekten, oysa henüz öğlen vaktiydi. Bahattin amca son olarak ayakkabılarını giyip kapıdan çıkarken: “Onu bunu bırak da evlatım, dün benim kolonoskopim vardı unuttuk gitti, taa geçen ay sen alıvermiştin randevumu, aramadılar mı hiç dermandan?” dedi.

“Aradılar bahattin amca aradılar”. dedim.

Neyse arkadaşlarım, o gün bugündür gündüzleri hafıza kaybı yaşıyorum, hiçbir şeyi anımsamadan uyanıyorum, gün boyunca kendimi tanımaya çalışıyorum, tam akşam üzeri belleğim düzeliyorken Bahattin amcanın damacanadan bir sürahi daha şarap çekip içiyoruz ve gündüz ayıldığımda yine hiçbir şey hatırlamıyorum. Bu neredeyse 4-5 aydır böyleydi nitekim o eski şarap bitti de hayatı hatırlar olduk. Bu arada o kadar da tiksinç biri olmadığıma karar verdim, iyiyim ben böyle yani.

Eroir

Gerçeği boş ver

Hoyrat öfken geçtiğinde

Özlemekle ilgili bir cümle kur

Örneğin içinden tren geçen bir hissi, cümle içinde kullan

Yada ne bileceksin

Bir otel odasını cümlenin öznesi yap

Gerçeği değil, ânı hayatının notası yap

Belleksizliği düşün, acısız yorulmamış anılarını

Ben buldum.

Özlü Laf: Geleneğin emretmediği şeylerde ahlak yoktur; ve gelenek yaşamı ne denli az belirlerse, ahlaklılık çemberi de o denli küçülür. F. Nietzsche Bulmuş.

Uzunca bir mevsimden sonra yeniden Selam Olsun blog ahalisine.

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..