Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '09

 
Kategori
Edebiyat
 

Almanya'dan mektup var


Sayın M.Kemal Yılmaz’ın mektuplarından söz ederken, bana en son gelen (07.09.2006) tarihli mektubunda, hâlen Almanya’da bulunan vefalı bir öğrencisi Kuyucaklı Dr. İsmet Özer’den övgüyle söz etmişti.” Ona da bir mektup yaz, belki o da bir şeyler yazar, şair yanı da vardır. Vefalı bir kişidir. Ondan da benimle ilgili bir yazı isteyebilirsin, kitabına renk katar” diye yazıyordu.

Bunun üzerine ben de 17 Kasım 2006 tarihinde Dr. İsmet Özer Bey’e bir mektup yazdım. Sayın Yılmaz’ın dediği gibi Dr. İsmet Özer, gerçekten vefalı çıktı. Vefalı olduğunu bir kez daha kanıtladı. “Boş ver, bu da nerden çıktı, kimdir bu adam?” diyemedi. Özenle sarıp sarmaladığı beni de duygulandıran, geçmiş öğretmenlik günlerime götüren nefis, hoş duygulu mektubunu bana yazıp gönderdiler. Mektubu zevkle okudum, Sayın Dr. İsmet Özerle tanıştığıma çok sevindim. Aynı zamanda öğretmen meslektaşım olan Sayın Özer Bey’e teşekkür ederek Almanya’dan göndermiş olduğu değerli mektubunu aynen tek bir sözcüğünü değiştirmeden sunuyorum.

Sevgili Abdülkadir Bey,

<ı>Alzey, 27.11.06

Ne güzel de öyle gökten inen Hızır gibi evimize düşüverdiniz. Hocam Mustafa Kemal Yılmaz, devamlı gönderdiği kopyalar (fotokopiler) arasında hepinizin, yazar, şair, öğretmen arkadaşların adı geçiyordu. Sizin de Hocam hakkında bir BİYOGRAFİ hazırladığınızı okudum. Çok merak ediyordum, yeni neler buldunuz, neler yazacaksınız diye. Onun için de sizinle tanışmak istiyordum.

Ecevit’in Meclis’teki cenaze töreninde (11.11.2006) hocam beni ve eşimi Meclis’e götürdü. Ne yazık ki çok kısa bir süre birlikte kalabildik. Çok üzgünüz, nerede bir daha birlikte olabileceğiz artık? Zaman darlığından söz Aydınlı yazar ve şair arkadaşlara gelemeden ayrıldık. İşte bu yüzden mektubunuza çok sevindim. Ben de sizin bir meslektaşınızım. Meslekî yolum hocamın aynısı, her yanıyla. Meğer hayatımız ve çıkış noktamız da aynıymış, bunu bu son buluşmamızda öğrendim.

Onun da babası oğlunu yanında tutmak istiyor, annesi ise okumasını, köyden çıkmasını, yükselmesini istiyormuş. “Dürzü okuyup ta başımıza mebus mu olacak” diye babası annesine kızıyormuş. Bizde de aynı hikâyeler olmuştu. Onun bir dayısı, bir anneannesi varmış, Siirt’te de güzel günler yaşamış. Dayısının öğretmenlik yaptığı ortaokulda okumuş, ya ben, ya biz Kuyucaklı ortaokul talebeleri!.. Şu son 70, 80 yılda küremizin üstünde yaşayan toplumlar ne kadar hızla değiştiler. Demek annelerin önsezileri bunu biz erkeklerden çok daha önce sezinlemişler. Hocamın Mahmut Özay gibi bir dayısı varmış. Benim de Orhan Özer gibi bir ağabeyim vardı.

Ağabeyimin yalnız annesindeki saçının dalgasına değil, sesinin güzelliğine, türküleri ve şarkıları okuyuşundaki ustalığına da, şiirleri okuyuşundaki heyecanına da heveslenirdim. Okuyup bıraktığı bütün kitapları hemen okurdum. Kısa bir zamanda kitaplığımızda 650-700 kitap oluşuvermişti. O çukurun o zamanlar ilk büyük kitaplığı olduğunu sanırdık. Kuyucak’ın gençlerine de bu kitaplardan dağıtırdık. Ne mesut günlerdi onlar!

Ama hocamın bunlardan çok daha önce Bartın - Çiftlik Köyü’nde, o inci gibi yazısıyla mânileri topladığını bilmiyordum. El yazısının o kadar güzel olduğunu Londra’dan bana, Balıkesir Öğretmen Okulu’na gönderdiği mektuplarında görür ve hayran kalırdım. Hep sorardım kendi kendime, “insan nasıl bu kadar güzel yazabilir” diye. Ağabeyim de hep arada bir öyle güzel yazmaya heveslenir, denerdi; ama hatırlıyorum, ama hocamınki kadar güzel olmuyordu onun yazısı. Aynı şekilde Nazilli Ortaokulu’nda iken hocamın pantolonları hep ütülü, gömlekleri tiril tiril, üstü başı ter temiz idi ki onu gören herkes onun İstanbullu olduğunu, büyük şehirlerden geldiğini sanırdı. Oysa ağabeyim de temiz giymeye özenirdi, ama yine de onun Kuyucaklı olduğu hemen anlaşılırdı. Hocam M. Kemal Yılmaz, uzun boylu, dimdik, aslan gibi bir sportmen erkekti. Sesi, şimdi nasılsa o zaman da öyleydi. Biraz karık, biraz ahenkli, biraz alçaktı. Düzgün, açık, yalın bir Türkçesi vardı. Nereden Nazilli Ortaokulu’na çıkıp gelivermişti, nereliydi, nasıl ve niçin bizlere bakarken gözlerinden sevgi akar, sesinin tonundaki o sıcaklık kalplerimize sızardı? Peki niçin durup dururken o yaşta bizim Verlaine’in şiirlerini çevirmemizi isterdi? Bunu anlamam için 65 yıl daha geçmesi gerekmiş. Meğer o daha Verlaine’i tanımazdan önce, Bartın Çiftlik Köyü’nde, Verlaine gibi şiir yazmağa başlamış ve Fransız şiirini tanıyan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın arkadaşı, Ahmet Kudsi Tecer, Hocamın şiirlerindeki bu Verlaine’msi ahengi hemen kavramıştı. Hocam ondan aldığı o 10 lirayı gerçekten hak etmişti. (Bakınız / Mısır İmecesi Şiirine)

Hocam sınıfta benim çeviri çalışmalarımla karaladığım defteri alıp nasıl herkese göstermiş, “işte çeviri böyle çalışarak yapılır” demişti. Hangi şiir olduğunu bugün gibi hatırlıyorum:

Le ciel est, par-dessus le toit

Si bleu, si calme !

Un arbre, par-dessus le toit

Berce sa palme

Lacloche, dans le ciel qu’on voit

Doucement tinte

Un oiseau sur l’arbre qu’on voit

Chante sa plainte

Mon Dieu, mon Dieu, la vie est la

Simple et tranquille

Cette paisible remeur-la

Vient de la ville

Qu’as-tu fait ö toi que viola

Pleurant sans cesse

Dis, qu’as-tu fait, toi que voila

De ta jeunesse?

Sevgili Abdülkadir Bey, eğer “kısa kesin” demeseydiniz, size daha neler neler anlatırdım, Nazilli Ortaokulu’ndaki Mustafa Kemal Yılmaz öğretmenimiz hakkında. Örneğin Mösyö Sequin’in Keçisi’ni nasıl çevirdiğimizi. Örneğin hangi genç bayan öğretmenimizi, çok yakışıklı Mustafa Kemal öğretmenimize layık gördüğümüzü… Falan falan… Bu sadece Nazilli Ortaokulu’ndaki birlikteliğimiz, öğrenci ve öğretmen olarak.

Hoşça kalın, eski meslektaşınız.

Kuyucaklı Dr. İsmet ÖZER
Almanya İmza

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..