Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '07

 
Kategori
Alternatif Tatil
 

Almanya’nın kuzeyinde bir çiftlikte gönüllü çalışma kampı

Almanya’nın kuzeyinde bir çiftlikte gönüllü çalışma kampı
 

Almanya'ya internet aracılığıyla bulduğum bir kamp sayesinde gitmiştim. Kamp yapacağım kent Almanya'nın kuzey kesiminde olan Rostock şehrine yakın küçük bir köy konumundaki Pölchow’du. Otobüsle 3 günlük bir yolculuktan sonra Köln’e ulaşmıştık ve Köln’deki tanıdıklarda iki gece geçirip dinlendikten sonra tekrar Köln’den Rostok şehrine tren ile hareke geçtik. Ama ilk defa yabancı bir ülke içerisinde seyahat etmenin verdiği bir huzursuzluk içimizi kaplamıştı.

Bu yolculuğu kardeşimle beraber yapıyorduk. İkimiz de ilk defa yurt dışına çıkmıştık. Tedirginlik yaratan nokta bizim tren seyahat sistemine benzemeyen bir sistemleri vardı. Belki her iki saatte belirli istasyonlarda trenden inip diğer trene aktarma yapılıyordu.

Tabi elimizde hangi trene bineceğimizi gösteren rehber niteliğinde tren istasyonundaki otomatik makineden ücret ödemeden aldığımız küçük kağıtlar vardı. Bu kağıdın üstünde hangi saatte hangi şehirde olacağımızı ve hangi perondan kaç numaralı istasyona bineceğimi gösteren notlar yazılmıştı.

Aslında bizdeki sistem daha iyi. Bir biniyorsun ve varmak istediğin şehirde iniyorsun. Hele de taşımak zorunda olduğun çok eşyan varsa o zaman işin gerçekten zor. Çünkü bazen inmenle binmen arasında neredeyse beş dakikadan daha az bir süre olabiliyor. Nitekim istasyonun birinde inip diğer trene binmemiz için beş dakikalık bir süre vardı. Bu esnada bizler elimizde bir ton yükle koşmak zorunda kalıyorduk ki neredeyse zaman zaman treni kaçırmak işten bile değildi.

Tek biz değildik koşmak zorunda olan. Tüm millet. Herkes kendini trene zor atıyor. Hele de o yaşlı ve kilolu insanlar. Manzara gerçekten çok komik ve acıklı idi! Almanya’da hafta sonu trenler oldukça ucuz oluyor ve beş kişi hafta sonu bileti ile yirmi dört saat boyunca sınırsız seyahat edebiliyorlar. Tabi ikinci sınıf kompartımanda. Aslında varmak istediğiniz şehre vardığınızda bileti herhangi bir kişiye de verirseniz o bilet hala o kişi için geçerli oluyor. Bundan dolayı siz trenden inince bazı yolcular sizden biletlerinizi istiyorlar. Ne de olsa bedava seyahat.

Saat dokuz gibi Köln tren istasyonundan hareket ettik ve akşam saat on bir gibi Rostock şehrine ulaştık. Ama o saatte gideceğimiz yer olan Pölchow’a tren olmadığından ve biz de o şehirde o saatte orada olmak istemediğimizden bir taksi tutmak zorunda kaldık. Taksi şoförümüz bir Naziyi andırıyordu. Gitmeden Almanya’daki Türk arkadaşlardan öğrendiğimiz kadarıyla Rostok’da çok sayıda Nazi sempatisini taşıyan insanlar varmış. Ve bizim taksi şöförümüz tıpkı onlara benziyor. Ve kendisi de ingilizce bilmediğinden sadece gideceğimiz yer ismiyle anlaştık ve taksi fiyatını da öğrendikten sonra Pölchow’a doğru hareket ettik.

İçimizde bir tedirginlik belirmişti; ormanlık alandan geçerken bu tedirginlik daha da artmıştı. Ne de olsa ilk imaj bizi tedirgin etmişti. Yarım saat sonunda Pölchow’a vardık ve bizim taksi şöförümüzün aslında iyi bir insan olduğunu işte o noktadan sonra anladık. Bir köy küçüklüğünde olan Pölchow’ın girişine girince taksi şoförümüz taksimetreyi kapadı ve adresi bulmak için nereden baksan yarım saat o küçük yerde dolaştı durdu. Yani bize hesapta herhangi bir hile yapmadı. Adresi aradı durdu. Merkeze ve birkaç yere telefon açtı sordu. Arabasından inip eve bile gecenin o saatinde sordu. Sonunda adresi buldu ve bizi adrese teslim ederken de elimizi sıktı. Yani aslında ne kadar iyi bir insanmış.

Burası uluslararası gönüllü gençlik kampını geçireceğimiz yer olan bir çiftlik evi. Büyükçe bir ev. Taksinin geldiğini görünce iki tane Alman genç kız kapıya çıktılar. Bunlar bizim kamp liderlerimiz Jana ve Melani. Eşyalarımızı taşıdıktan sonra içerde başka bir kişi daha var. Onunla İngilizce konuşmaya başladık ve İngilizce konuşurken onunda Türk olduğunu anlayınca gülerek hemen Türkçe'ye otomatik bir geçiş yaptık. İstanbul’dan bu kamp için gelmiş.

Banyomuzu yapıp bir şeyler yedikten sonra artık uyumanın zamanı. Ahır tipinde bir çiftlik evi burası. Bizler üst kısımda kalıyoruz. Dar bir yer. Uyku tulumlarımız var ve pek de rahat olmayan bir yer. Saat neredeyse sabah dört gibi ışımaya başlıyor. Çünkü burası kuzey noktasına yakın bir yer olduğundan erkenden güneş kendini göstermeye başlıyor.

Bu arada kamp liderlerim erkenden kalkıyorlar ve istasyona gidiyorlar herhangi bir gelen var mı diye. Bizler sabah erkenden kalkıyoruz; ne de olsa çevreyi keşfetmemiz lazım. Kahvaltı yaptıktan sonra artık kampa katılacak diğer kişilerde gelmeye başlıyorlar. Tanışma sohbet derken birbirlerimize yavaş yavaş alışmaya başlıyoruz.

İlk günden ekibimizin hemen hemen hepsi tamam. Bizler üç Türk üz iki Alman kamp lideri, iki Slovak kız ve bir erkek ,bir Koreli kız ve bir erkek ve bir Gana’lı erkek .Hepimiz bu kadarız. Tanışıp biraz da çevreyi gezdikten sonra akşam kamp hakkında bize bilgi veriliyor. Uluslararası çalışma kampı olunca mecburen günde en az altı saat çalışmak lazım ve bunu karşılığında sen de onların sana sunduğu kültür programlarından yararlanıyorsun.

Nedir bunlar, her türlü çevre ve şehir gezileri, bedava kalış ve yemek. Yani karın tokluğuna çalışmak. Aslında çalışmak da illa beden gücüne gerektirecek işler değil. Ne de olsa kızlarla aynı işi yapacaksın. Biz erkekler için zor olmasa gerek. İki türlü iş mevcut kampta. Ya soğan tarlasındaki otları elinle temizleyeceksin güneşin altında, ya da yakındaki göldeki bataklığı temizleyeceksin.

Ertesi gün erkenden kaktık. İlk iş günümüz. Kahvaltıdan sonra hemen hepimiz soğan tarlasındaki işi seçtik ama saatler ilerledikçe bu işin sıkıcı olduğuna karar verdim. Soğan tarlasındaki yabani otları elinle temizle dur. Ne sıkıcı ve sıcak bir hava. Bataklığa gitmeye bir gurup arkadaşla karar veriyoruz. Başlıyoruz bataklıkta çalışmaya. Ama burası da çok pis kokuyor. Hiç kimse bu işte çalışmak istemiyor. Ama kamp liderlerimiz soğan tarlasını tercih ettikleri için biz de bataklıkta kalmaya karar veriyoruz. Ne de olsa işten kaçmak için iyi bir ortam. Kimse yok ve kafana göre çalışabiliyorsun.

Soğan tarlasında yabani otları öldürmek için kimyasal maddeler kullanmadıkları için her tarafı otlar bürümüş ve temizlenmesi lazım. Kampımızı organize eden NIG isimli kuruluş bu çiftlikle anlaşmış. Bizler bedeva iş gücünü oluşturuz ve çiflikte bizlere bedava konakla sağlıyor. Yani karşılıklı çıkarlar söz konusu. Aslında beni en çok şaşırtan şey Anadolu kökenli olmama karşın o tarlada çalışamam ve çalıma isteğimin olmamasına karşın Avrupa’nın göbeğinden gelen hele de o kızları o sıcak altında o soğan tarlasındaki çalışmaları beni çok şaşırttı. Yani çok ama çok ilginç geldi. Günler biraz soğan tarlasında ve çoğunluklada bataklıkta geçerek geçip gitti.

Genelde saat sabah 7 de kalkıyoruz ve sekizde tarlada veya bataklıkta işe başlıyoruz ama öğleden sonra eğlence zamanı. Genellikle plaja gidiyoruz. Baltık denizindeki Warnemün’de sahil kenti Almanya’nın ünlü bir sahil kasabası. Bizim kamp kurduğumuz yerden trenle yarım saat uzaklıkta. Kumsal biraz tuhaf. Çünkü Akdeniz plajlarında rastlanmayan kendine özgü bir havası var buranın. Plaj tamamen oturulan üstü kapalı koltuklarla dolu. Yani insanlar dinlenmek için kapalı koltukları tercih ediyorlar.

Dikkate diğer bir nokta da plajdaki kalabalığın neredeyse yarısından fazlasının tamamen çıplak olarak dolaştığı. Yani burası özel bir plaj değil ama herkes mayosuz dolaşıyor. Dünyada mayosuz plaj kavramı ilk olarak Almanya’nın bu plajlarında icat olduğu gerçeğinden yola çıkarak pek şaşmamak gerek.

Akşam altıya kadar genelde plajda kalıyoruz ve denizin tadını çıkarıyoruz. Ama tekrar kampa dönmek berbat, çünkü akşam yemeğine kadar tekrar iş var. Yemek işini nöbetleşe yapıyoruz. Her gün birileri yemek yapıyor. Korelilerin şekerli suyun içine normal pirinç atıp onu yemekte bize sunmaları çok ilginçti. Yani bizde ayran nasılsa o şekerli pirinç de onlar için aynı. Almanya’da bizim tükettiğimiz normal yoğurt olmadığından yani birkaç Türk market hariç bizde meyveli yoğurttan ayran yapıp ikram edelim dedik ama pek kimse sevmedi. İşin aslı biz de pek sevmedik.

Kamp hayatımız hafta içi bu şekilde devam ederken hafta sonları daha da zevkli oluyordu. Çünkü iş yok eğlence zamanı. Bir hafta sonu diğer kamp gurupları ile toplandık ve nehir kenarında küçük bir parti yaptık ve diğer insanlarla tanıştık. Her şeyin onlar tarafından organize edilmesi ve tüm masrafların onlar tarafından ödenmesi yol paramız da dahil olmak üzere çalışma kampını bir nebze olsun daha da zevkli hale getirdi.

Bir hafta sonu da beş saati göze alarak Berlin’e geziye gittik. Ne mükemmel bir kent. Aynı Türkiye gibi. Ne çok Türk ve Türk dükkanları var bu şehirde. Alman Kamp liderimizin şu sözü çok hoşuma gitti. “Dönersiz” Berlin olmaz. Evet döner artık onların günlük yiyeceklerinden birisi olmuş. Ama şu da gerçek ki Türkiye’de yapılan dönerle Berlin’de yediğimiz döner arasında çok fark var. Bizim buradaki döner galiba daha güzel.

Kamp hayatımız çalışma, plaj, parti ve diskolarla bu şekilde geçti. Toplam iki hafta kamp yaptık. Ama en güzel tarafı orda o insanlarla iki haftayı geçirmek. Yirmi dört saati hep beraber geçiyorsun. Aynı yerde yatıyorsun, aynı yemeği yiyorsun, aynı işte çalışıyorunsun ve hiçbir ayırım yok.

Yok sen şu millettensin yok sen kızsın şu işi yapamazsın.Yok siz erkekler şu tarafta yok siz kızlar şu tarafta yatacaksınız. Yani zaten bu kampların ortak amacı da bu. Global ve ayırım yapmadan dünya gençliğini aynı çatı altında toplamak ve bir nebze olsun dünya barışına katkıda bulunmak.

 
Toplam blog
: 30
: 2026
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

1973 Sivas doğumlum. 1998 yılında ODTÜ Fizik bölümü, 2005 yılında Anadolu Üniversitesi işletme bö..