Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '12

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Alo, ben kimim?

Alo, ben kimim?
 

Bazen insan aklımızla anlamak, kabul etmek istemiyoruz veya zor geliyor değil mi ?

Ben iyiyim, ben mükemmelim, ben harikayım, ben sevgi doluyum, sevecenim, yardımseverim, ama dünya neden böyle ?

Dünya bana karşı neden kötü davranıyor, diye soruyoruz.

Cevabı oldukça açık aslında, ne kadar kabul etmezden gelsek de...

Çünkü....

Sen böyle olduğun için dünya böyle!

Tanrılar Okulu adlı kitabı okuduktan sonra başucu kitaplarımdan biri haline geldi. Ne zaman isyan etsem ve bu soruyu sorsam kendime, hemen bir sayfasını açıp okuyorum, kendime geliyorum.

Ve dünyaya her isyan edişimde mottom bu cümle oldu artık.

"Sen böyle olduğun için dünya böyle!"

Hayat dışımızda akmıyor, tam tersi hayat içimizde akan bir nehir.

Kendimizle yüzleşmek başlarda korkutucu, ama bunu bir kez yapmaya başladığınızda harika bir duygu olduğunu anlıyorsunuz.

İşte o anda tüm suçlamaları bırakıyorsunuz.

Suçlunun dünya değil, siz olduğunuz anlıyorsunuz. İçinizdeki nehir nasıl akıyorsa, dışındaki dünya da aynı şekilde akıp yansıyor size.

Şimdi bu muhteşem kitaptan bir alıntıyla sizi baş başa bırakmak istiyorum.

<>>>

“Alo, ben kimim?”

Gün daha sabahın köründen tırısa kalkmıştı. Samia’daki evin terasında daha şimdiden birçok farklı telefon görüşmesi yapmıştım. Olayların baskısı altında bunalıp içeriklerine göre görüşmelerin heyecanıyla sağa sola emirler verip sesimi yükselttiğim, kızdığım ve hatta birkaç kez kendimi kaybedip öfkelendiğim bu sürede, Dreamer yanı başımda durup beni sessizce seyretti.

Kendilerine her şeyin yüzlerce defa tekrarlanması gereken bir beceriksizler takımını yönetmek gibi nankör bir görevden dolayı böyle didiniyordum. İnsanlar nasıl bu kadar kalın kafalı olabiliyor, çok basit ve net bir talimatı bile nasıl böyle yanlış anlayabiliyorlardı? Arada bir dönüp Dreamer’a bakıyor, sabahtan beri yaptığım yığınla iş nedeniyle bana başıyla vereceği bir destekleme işaretini almak veya bana katıldığını gösteren bir bakışını yakalamak için aranıyordum.

Ben hâlâ uzun bir telefon görüşmesinin son diyaloglarını tamamlamak üzereyken, Dreamer beni şaşkınlığa düşürerek, “Telefonu açtığında ‘Alo, kim o?’ diye değil, ‘Alo, ben kimim?’ diye yanıtlamalısın” dedi. Söylediğini tam anlayamadığımı sandım. Bunları, özellikle önemli bir şey aktaracağı, yani yaptığım her şeyi olduğu gibi bırakıp sözlerine kulak kesilmem gereken zamanlarda hep yaptığı gibi fısıltıyla söylemişti. Hemen hazır ola geçtim. Tek bakışım, Dreamer’ın çoktan acımasız bir yırtıcıya dönüştüğünü anlamama yetti. Bir yandan damarlarıma yüksek dozda adrenalin pompalandığını hissederken, öte yandan omurgamdan aşağı soğuk bir ürperti indi. Toparlayabildiğim tüm sükûnetimle az önce söylediklerini tekrar etmesini istedim; ama sesim büyüyen bir korkuyla çoktan çatlamıştı.

Korkunç bir sesle, “Diğerleri sensin!!!” diye bağırdı. Suçlamalarımla şikayetlerimin beni fırlattığı iç dünyalarda, oluşun bu cehenneminde Dreamer artık evimde masanın başında oturan, sessiz ve nazik bir misafir değil, uçsuz bucaksız ve karanlık bir okyanusta, fırtınanın içinde kalıp felaketin kıyısına gelmiş bir geminin bağırarak emirler verip dehşet saçan kaptanıydı. Aklım başımdan gitmişti. Korktuğum için, ahize de sanki yaramaz, kaygan canlı bir varlık gibi elimden kaydı ve az daha masaya düşüyordu.

Görüntü o kadar komik olmalıydı ki, Dreamer bile gülmekten kendini alamadı. Öte yandan beni, onun savurduğu tehditlerden çok daha fazla yıldıran şey, en sert maskesinin ve görünüşteki kontrolsüz öfkesinin ardında sfenkslerinkine benzer bir dinginlik bulunmasıydı. Çok kısa bir süreyle o halde kaldıktan sonra, yüzü yine gözü dönmüş yırtıcı hayvanın hatlarını aldı.

“Diğerleri sensin!” dedi. Sesi yatışmıştı, ama bu bile bana huzur vermedi. “Dünya sen böyle olduğun için bu haldedir; bunun tersi olmaz.

Sakın kaçma. Görünenler senin görünmeyeni tanımana yardım eder. Diğerleri, kendinde görmekten kaçındığın şeyleri meydana çıkarıp görmene yararlar. Bendeki bütün bunları yansıtan nedir? İşte saygın bir insanın kendi ne soracağı soru budur!

Seni dinledim. Kararsızsın ve gereksiz ayrıntılara dalıyorsun. Yakındığın şeyler diğerlerinde değil, sende.” Bunları söylerken masanın üzerinden belli belirsiz yine bana doğru eğildi. “Dünya, senin ne ve nerede olduğunu saptamak için kendisini şüpheci, kaotik ve sorumsuz olarak gösteriyor. Karşıdaki kim olursa olsun sana her telefonda hiç şaşmadan, ‘Rahatsız ediyor muyum?’ diye soruyor.

Dreamer dikkatimi buna çektikten sonra ben de aynen böyle olduğunu fark ettim. Buna rağmen bu ayrıntının ne gibi bir önemi olabileceğini hâlâ anlayamamıştım. ‘Rahatsız ediyor muyum?’ sadece koşulları rahatlatıcı bir soruydu. Bu soruyu her zaman ilgisizce dinler, sıradan bir nezaket ifadesi veya özellikle bir astın daha üst olan bir başkasının mahremiyetine gösterdiği bir saygı belirtisi sayardım.

’Rahatsız ediyor muyum?’ diyorlar, çünkü hazırlıksız olduğunu hissediyorlar. Dünya, diğer insanlar, seni yansıtırlar. Onlar, tembel ve kendi kendine konuşan bir adamın görüntüsünü yansıtan aynalardır. ‘Rahatsız ediyor muyum?’ senin sorumsuzluğundur! ‘Rahatsız ediyor muyum?’; çünkü açık değilsin! ‘Rahatsız ediyor muyum?’ seni itham eden dünyadır.

Zırrr! Yine telefon çaldı.

Ahizeyi kaldırıp mekanik biçimde, ‘Kim o?’ dedim.

Daha alışılagelmiş bu sözleri tamamlamama fırsat kalmadan, Dreamer’in sesi öncekinden de korkunç biçimde havada çınladı. “’Alo, ben kimim?’ demelisin. ‘Kim o?’ değil.” Öfkelenmiş bağırıyordu. “’Ben kimim?’ Hattın diğer ucunda daima kendilerini anlayan kişiler böyle sorarlar!

Bir yandan Dreamer’ı dinlerken, bir yandan da henüz başladığım telefon konuşmasını her şey normalmiş gibi sürdürmeye çalışıyordum.

Dreamer, telefonla konuşmama aldırmadan ve hattaki muhatabımın kim olduğunu veya sesini duyabileceğini hiç umursamadan, sözlerini sürdürerek, “’Alo, ben kimim?’ demek, kendi yanlış anlamanla karşılaştığını anımsadığın anlamına gelir.” dedi. Dreamer’ı dinlerken hattaki kişiye de tek heceli yanıtlar vererek görüşmeyi kısa kesip kapatmaya çalışıyordum.

Dünya yönetilmek ister! Arayan kim olursa olsun, senin yönetimimim altına girmeye ve açıklığa kavuşmaya gereksinim duymaktadır. Ama senin gittiğin bir yön olmadığını anlamasına bir karşılık yetecektir. Sen yaralısın, aşırı yüklüsün. Bırak kendini, geniş ol ve diğer anlama bölgelerine eriş!” Dreamer, kendi normal ses tonuna dönerek hiç beklemediğim bir sevecenlikle beni yönlendiriyordu. “Uyanık ve tetikte olan bir kişi, kararlılık ve sahte güvenlik kabuğunun altına hep aynı yaranın, hep aynı kederin gizlendiğini, yara sarılıp iyileştirilmeden yapabileceği hiçbir şey olmadığını bilir. Kaçıp uzaklaşmaya çalışsa; telefondan veya bağlantılardan uzakta, bir münzevi gibi bir mağaraya çekilse; ya da bir keşiş gibi bir manastıra bile kapansa o yara onun hazırlık eksikliğini ortaya sermeye yine geri gelecektir. Fakat sen, tüm sıradan insanlar gibi acıyı artık hissetmiyor veya dahası, önemli olmadığını iddia ediyorsun.

Sesinde çaresi olmayan bir başarısızlığın yankısı kozmik bir yenilginin ıstırabı vardı. Telefon yeniden çaldı. Bu noktada artık ne yapacağımı bilmiyordum. Ne Dreamer’la ters düşmek istiyor, ne de telefonu onun talimatı uyarınca yanıtlayacak, yani oyunun havasına veya anlamına girecek kadar kendimi özgür hissediyordum. Telefon çalmaya devam etti. Dreamer, bir baş işaretiyle beni cesaretlendirdi. Ve bu jestine şu sözleri ekledi: “Böylesine bir kutsama hakkında bir düşün! Dünya bize ne olduğumuzu ve eksikliklerimizi söylemek için bizi arıyor. Bu bir Delphoi kahinin yanında olmak ve her istediğinde ona danışmak gibi bir şey.” Sonra yarı ciddi yarı yapmacık olarak, “Telefona yanıt veren herkesin karşı tarafa kim olduğunu sorduğunu görüyoruz; aslında biliyorlar. Sen karşıdakinin kim olduğunu biliyorsun; çünkü seni arayan yine sensin” dedi.

Bir şey yayından fırlayıp açıldı. Kayan bir omurun yerine oturmasına benzeyen bir iyileşme duygusu beni sardı. Telefon çalıyor, ama yazmakla çok meşgul olduğumdan onu yanıtlayamıyordum. İçin için yanıyordum. Hemen hemen boyun eğip bir insanın yazgısını ve yaşamını değiştirecek, bunu yapmaya gücü olan o sözleri söylemek üzereydim.

Dreamer beni yine uyararak, “Dünya benliğinin yalın bir yansımasıdır. Bunu unutma!” dedi. “Dünya kim olduğunu söylemek, kendin hakkında bilmekten hep kaçındığın şeyi bilmeni sağlamak için sana telefon ediyor! Hattın öbür ucunda kimin olması gerektiğine karar verecek olan sen, yalnızca sensin. Şimdilik hattın öbür ucunda senin kırılganlığını yansıtan bir insanoğlu var. İmdat ve iyileştirme isteyen sensin

Dreamer’ın söylediklerini, her şeyin bütünüyle böyle olacağından kesinlikle emin olarak dinledim ve yazdım. Her şey bence mükemmel bir berraklıktaydı. Dreamer’ın öğretilerinin dağınık parçaları mükemmel bir kompozisyonla yerlerine oturuyordu. O anda ulaştığım o anlama yetisinde be zaman gerek duysam bir bütün olarak hepsini bulmak ve bir gün bunu aşabilmek için her ayrıntıyı kaydetmek istiyordum.

Dreamer, içimde açılan gedikten yararlanarak bastırıp, “Yaşayan bir insan yaşamı davet eder. Kendine acıman başarısızlığı cesaretlendirir.

Her şey benzerini kendine çeker. Bilgelik bilgeliği çeker.

Hattın diğer ucundaki kişiyi değiştirmek istiyor musun? Onların sözlerini, tavırlarını ve taşıdıkları haberleri değiştirmek? Kendini değiştir! Çözüm haline gel ve böylece dünya ebediyen çözüm bulacaktır” dedi.

Nefes alabilmem için bana birkaç saniye verdi. Ben konuşmasının bu son kısmını da yazana dek bekledi ve sonra sözlerine devam etti.

Yanıtlarken, ‘Alo, ben kimim?’ demek, yaşamında başına gelen her şeyin tek sorumlusunun kendisi olduğunu anımsayan ve bilen bir insanın yatkınlığıdır. Bir telefon çağrısı, şimdiye dek görmekten, ellemekten ve yüzleşmekten kaçındığın şeyi anlamana yardımcı olur.

Tam bu sırada telefon yeniden çaldı. Ahizeyi kaldırmadan önce, Dreamer’ın önerisine kulak verebilmek için birkaç saniye bekledim. “Açıklık... Dünyaya açıklık kazandır; o zaman hattın öbür ucunda iyi haber olacaktır.

‘Alo, ben kimim?’ dedim. Bu tuhaf sorumun hattaki muhatabımın üzerinde yaratacağı etkiyi düşününce gülümsedim. O andan itibaren, artık ahizeyi kaldırmak sıradan bir konuşmayı değil, eski hacıların Delphoi’ye yaptığı bir keşif yolculuğunu başlatacaktı; peygamber işi ve maceralı. Tapınağın tabanındaki yarıklardan yavaşça yükselen buharlar kadar gizemli; Phtia ile görüşebilmek kadar baştan çıkarıcı...

Telefon tekrar çaldı. Dreamer, bir baş işaretiyle çağrıyı almama izin verirken, “İçinde, çözüm ol! Dışarıda, özgür ol! Ne çözülecek bir sorun, ne kendini koruman gereken kötü bir şey, ne de savaşman gereken bir düşman var. Dünyaya bir yanıt verebilmen için kendin çözüm olmalısın. Oluşun parlaklığı içinde samimiyete, sadeliğe ve rahatlığa eriş. Eğer ‘oyun’a kuşbakışı bakabilirsen, hattın her iki ucunda da dünyanın sana tüm şükranlarını ve sadakatini sunduğunu keşfedeceksin.

Sonra bir gün bir insanın gerçek işinin, hatta tek işinin dünyayı onarmak olduğunu bulacaksın. Dünyada ortaya çıkan her deliliğinin her çatılmanın ve her suçluluğun tek kaynağının sen, yalnızca sen olduğunu; eğer yüreğinde kendini iyileştirebilir, esirgeyebilir, koruyabilir ve sevebilirsen, onu yine senin, tek senin iyileştirebileceğini esirgeyebileceğini, koruyabileceğini ve sevebileceğini fark edeceksin.

Telefon hâlâ çalıyordu. Ahizeyi kaldırıp. ‘alo, ben kimim?’ diye yanıtladım. Dreamer’a karşı bir şükran duygusunun tüm hücrelerime yayıldığını hissettiğimde yüreğimden birdenbire yükselen ama uygunsuz kaçabilecek dayanılmaz onu kucaklama isteğine çok zor karşı koyabildim.

(Phtia: Delphoi Tapınağı’nda hacıların sorularını yanıtlayan kâhin rahibe.)

 
Toplam blog
: 563
: 8587
Kayıt tarihi
: 30.03.10
 
 

Kişisel gelişim uzmanıyım. Yaşam Koçu, İlişki Koçu, NLP Uzmanı ve Eğitmeni, Kuantum Yaşam Koç..