Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Alo merkez, orada mı herkes?

Alo merkez, orada mı herkes?
 

Evet, herkes oradaydı, bir eksiğiyle. Beni de tıktılar içeri tamam olduk. Münih Polis Merkezinin alt katındaki hücrelerden birindeydim. Ne işim var burada? Ben de bilmiyorum.

Bir kavga olayından sonra, gecenin bir vakti gittim polise teslim oldum. Yanımda rahmetli Cem Karaca da vardı. Teslim olmadan önce onun sevgilisi Meral ile oturduğu evde konuşmuştuk her şeyi. Avukatım Gerd Samson'u da telefonla aramış, düşüncelerini sormuştum.

Nefs-i müdafaa nasıl olsa, bir gün nezarethaneye atsalar da ertesi gün elimi kolumu sallayarak çıkar gelirdim işimin başına.

Bu düşüncelerle gittiğim Polis Merkezinde daha önce yüzlerce defa tercümanlık yaptığımda tanıdığım hiçbir polis memuru yoktu. Onlar yukarı katlarda görevliydi burası alt kat. Sabaha kadar ifademi almak bahanesiyle eziyet çektirdiler bana. Hatta bir ara polis memuru Herr BUCKARD, (ismi hafızamda kazılı) elinde tuttuğu pasaportumu göstererek,

''- Türk Pasaportu tuvalet kâğıdından farksız. Burada doğum yılın yazıyor ama, günü ve ayı yok.'' dedi.

Çok üzüldüm. Onun alacağı ifade çok önemliydi. Umursamadım. Tam da hassas olduğum noktada damarıma basmıştı.

''- Bana istediğiniz kadar hakaret edin ama Türklüğüme, Devletime lâf söyletmem. Siz önyargılısınız. Ben size ifade veremem. Bildiğiniz gibi yazacaksınız nasıl olsa, yazın istediğinizi.'' dedim.

Başka bir memura havale etti işi ama o da yanıbaşında durup onu yönlendiriyordu. Sabahın erken bir vakti ifade alma işlemi bitti ve beni daha aşağıdaki bir hücreye götürdüler.

Hücreye şöyle bir baktım ''iki binli yıllarda Münih gibi bir dünya şehrinde böyle bir nezarethanenin olacağı aklıma gelmemiş daha önce'' düşüncelerine daldım. 20 metrekarelik bir yer. İçeridekileri saydım ama şimdi hatırlamıyorum tam rakamı, 20-25 kişi vardı.

Polis ekiplerinin topladığı zanlılar, nöbetçi hakime çıkarılıncaya kadar bu tip hücrelere atılıyor. Bu polis merkezine belki yüzlerce defa geldim. Tarihi bir yapı. Duvarları taş örgü, genelde sıvasız. Koyduğum resim orijinaldir, bakın lütfen! Nezarethanenin daha doğrusu hücrenin duvarları da bakınca insana hüzün veren bir soğuklukta, taşlarla örülmüş. Kafanızı yukarı kaldırınca biraz tarih bilginiz varsa ürkebilirsiniz. 2 adet mazgal. Yani içeri kısmı geniş, dışı dar delik. Merak ettim, yanımdaki zanlıya sordum,

''- Bu mazgallar ne böyle?'' diye

''- Nazi döneminde tutukluların bir kısmı mahkemeye çıkarılmadan buradan atılan ateşle öldürülüyordu.'' dedi. Ne derece doğru bilemem. Ama bence yanlış da değil.

Etrafta yatak filân yok? Bu kadar insan nerede yatacak? Ama tahta ranzalar var? Belki burada oturarak uyuyacağız. Kafam böyle şeylerle meşgulken devamlı bir kapı açılması, kapanması oluyor. Polis her kapıyı açışta bir kişiyi daha getiriyor içeri, dışarı çıkardığı kimse yok. Nöbetçi hakim gelmedi daha.

İçeride kadro tamamlanmak üzere. 30 kişiyi geçtik. Oturacak yer yok ama o.uracak yer var. Küçük bir bölüm, köşede. Adam oturmuş hem hacet gideriyor hem rahatlıyor. Kimsenin umurunda değil. Hafif bir mok kokusu da geliyor ama burası tatil köyü değil, dayanacağız.

Biri sifonu çekmeden çıkıyor. Zaten kapısı olmadığı için görünüyor.

''- Sifonu çeksene!'' uyarısını ya duymuyor ya da duymak istemiyor. Çekiliyor köşeye uyuyor. Belli ki gecenin sarhoşluğunu atamamış üzerinden.

Bu adam sifonu çekmedi diye kızanlardan biri,

''- Gece birahanede 2 kişiyi öldürmüş...'' diyor.

''Aman Allah'ım, bu da mı gelecekti başıma. Herkesin sayıp sevdiği, iyi bir iş adamıyım ben. Ne işim var katilin, alenen o.uranların bulunduğu bu daracık hücrede?'' diye düşünüyorum ama nöbetçi mahkemeye çıkarılır çıkarılmaz serbest bırakılacağımdan emin olduğum için çok üzülmeden etrafı gözlemliyorum.

''Kardeşim, arkadaşlarım, eşim hepsi bir olup mutlaka avukatlarla gelecekler ve beni alıp gidecekler.'' diye düşünmemin en önemli sebebplerinden biri de adalet makamlarının adaletsizlik yapmayacaklarına olan güvenimden kaynaklanıyor. Ayrıca kendilerine dostluk yaptığım birçok insanın beni yalnız bırakmayacaklarından eminim. Onlara güveniyorum. O sırada güveniyordum daha doğrusu.

Birkaç saat sonra, hacetini giderdikten sonra sifonu çekmeyip etrafı kokutan adam uyanıyor. Şöyle bir silkeliyor kafasını. Duvardaki bir delikten kısa aralıklarla kesilip akıtılan suyun yanına gidip yüzünü yıkıyor.

''- Burası neresi ya? Ben niye buradayım? Sizler kimsiniz?'' diye soruyor kendisine en yakın mesafede durana.

''- Burası nezarethane. Hepimiz de çeşitli nedenlerle getirildik buraya, nöbetçi hakimi bekliyoruz.'' diyor o da.

''- Peki ben niye geldim? Kim getirdi beni? Ne zamandır buradayım?''

Arka arkaya sorulan bu sorulara kimse cevap vermiyor. Bakıyorum etrafıma cevap vermek için harekete geçen kimse yok. Adam da kuşkulu gözlerle bakıyor ama ne olduğunu, neden buraya geldiğini bilmediği belli. Çok sarhoştu geldiğinde...

''- 2 kişiyi öldürmüşsün, hatırlamıyor musun?'' diyorum.

Herkes bana bakıyor. Aptallığıma mı, cesaretime mi şaşırdılar anlayamıyorum.

''-Waaaaaaassssss?'' ''Neeeeeeeee?'' diye bağırması gözlerimden gitmiyor. Bugün bile hatırlıyorum.

Onun bağıramasını duyan polis geliyor ve alıp başka bir hücreye götürüyor. Bizlere zarar vermesin diye herhalde. Kendi verdikleri zararı hesaba katmıyor belki de.

Ne oldum delisi insanlar vardır. Paraları kadar konuşurlar. Güzellikleri ve yakışıklı olmalarıyla övünürler veya havalara girerler. Etraflarındakileri aşağılamakla ömür tüketirler de kendilerinin de bir gün aşağılanabileceklerini düşünmezler.

Hiçbirimizin Allah ile yapılmış anlaşmamız yok. Hepimiz ölümcül hastayız, günün birinde öleceğimize göre. Birbirimize böbürlenmeyelim. Mululukları da, üzüntüleri de paylaşalım. Bir ölümlük canımız var. Burada edindiğimiz mal varlıklarını da alıp götüremiyoruz giderken.

Dün, en güzel yaşamı süren insanlar bugün o güzelliklerin hayalleriyle yaşıyorlarsa onlara saygılı olalım. Onların ne yapacakları belli olmaz. Beklemediğiniz bir anda tekrar eski güçlerini yakalayabilirler ve siz utanırsınız, tabii böyle duygulara sahipseniz. Blog'dan bir eski dost bana mail atmış bu gece:

''Asırlık hikâyelerinle övünme burada. Şimdi nesin, onu anlat!'' diyor.

Kendisinin dostluğunu istemediğim için bana hakaret ediyor aklınca. Ben geçmişimi belki birileri bilhassa gençler yararlansın diye anlatıyorum. Kendimi övmek aklımdan geçmez ama bazı başarılı yaşam bölümlerimi ve bunları kanıtlayan resimlerimi de yırıp atamam. Geçmiş zaman olur ki...

Blog'dan hiçbir bayanla özel bir ilişkim olmadı, açıkçası istemiyorum da. Ekonomik özgürlüğümü elde edemezsem yapayalnız ölmek isterim. Cenazeme de, mezarıma da kimseyi beklemiyorum. Sağlığımda bana değer vermeyenlerin, cesedime değer vermelerine gülemeyeceğim için, kimsenin gelmesini istemem.

Hepinizie sağlıklı, mutlu günler dilerim.

Mustafa Mumcu, 11. Haziran 2007 (17:25)

 
Toplam blog
: 324
: 2811
Kayıt tarihi
: 10.04.07
 
 

06. 06. 1945 İzmir doğumluyum ve İzmirli olmaktan da gurur duyuyorum. 1968 yılında birkaç yıllığın..