Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '11

 
Kategori
Anılar
 

Altındağ 24 Kasım İlköğretim Okulu, ilk öğrencilerim (3)

Altındağ 24 Kasım İlköğretim Okulu, ilk öğrencilerim (3)
 

İlk görev yerim


1996'nın kışı soğuk geçiyor ama bizim derslerimiz öğrencilerimin bana hissettirdiği sıcak duygularla sürüyor. Sınıfımın olduğu bina eski olduğu için orada kalorifer sistemi yok. Sobalarla ısıtılıyor sınıflar. Bazı günler sabah derse başlandığında, odunlar yaş olduğu için soba yanmakta başarısızlığa uğramış oluyor. Derhal çoçuklarla işbirliğine giriyoruz. Önce çıradan yardım alıyoruz, olmadığı zaman nefesimizin gücü ne kadar yeterse artık. Kağıdın zayıf gücüne nefesimizin rüzgarını katarak üflüyoruz. Çoğu zaman sobayı birlikte yakmayı başarıyoruz. Sobayı yakmış olmanın sarhoşluğu içinde derse başlıyoruz. Sobada adete dans eden odun ve kömürün çıtır çıtır sesleri derslere müzik etkisi katıyor...Bazı arkadaşlarımız belki haklı olarak, bu çağda, başkentte hala sobalı sınıflar olmasına şaşırıyor, ama ben, yenilere tüm kalbimle açık olsam da, eskilerin rahat olmayan, çalışma gerektiren, güç ve ortaklık gerektiren işleyişine içimden hiç te isyan etmiyorum. Çünkü beden ve beyin ne kadar işlerse o kadar gelişir düşüncesine katılıyorum. Beyni ve bedeni besleyen hareketler yüreği de geliştirir. Diğer taraftan her zaman hazıra konmak insanı bazen amaçsız bırakır...İşin felsefesini bırakacak olursak, öğrencilerle ortaklaşa iş başarmış olmak hem beni hem de onları mutlu ediyor.

Sınıfımda üçüzlerin haricinde bir de ikizlerim var. Onlar ayrı yumurtaların ikizleri. Dünyaları da çok ayrı Leyla ve Abdulkadir'in.Hem fizik hem de karekter olarak birbirlerinin çok uzağındalar. Araç gereçleri ortak olduğu için onları aynı sırada oturtmak zorunda kalıyorum ama gerçekte ben de onlar da çok zorlanıyorlar. Yan yana olmayı başaramıyorlar. Abdulkadir; zayıf, esmer,kısa boylu. Leyla, topluca kardeşinden daha gürbüz görünüyor. O, kardeşinden daha iri olsa da, Abdul'ün asabi davranışlarından kendini koruyamıyor. Bir gün ağlayarak yanıma gelip : "öğretmenim sizinle özel görüşebilir miyim ?" diye soruyor. O gün bir teneffüs saatinde onunla konuşuyorum. Kardeşinin sürekli kendisini rahatsız ettiğini söylüyor. Bu kez ben Abdul'a özel görüşme talebinde bulunuyorum. Abdulkadir ağlayarak mazeretlerini sıralıyor. Onu telkin etmeye çalışıyorum. Aileye başvuruyorum.Onların benden daha dertli olduğunu görüyorum. "Hocahanım, sormayın, evde de böyle kıza hiç tad vermiyor., aman bir çare sizden!" diyorlar. Abdul'la tekrar konuşup onu sakinleştirmeye çalışıyorum, sıralarını ayırıyorum, sürekli telkinlerle daha huzurlu olmalarını sağlıyorum. Birbirlerine karşı hırçın olan bu kardeşler, öğretmenlerine karşı ise son derece saygılı, terbiyeli aynı zamanda derslerinde de başarılı öğrencilerdi.

Ebru! Kara kızım , sempatik tavırlarıyla herkesin ilgisini topluyor. Derslerinde orta halli ama sosyal yönü oldukça gelişmiş. Tüm aktivitelerde baş gönüllü. Sınıftaki bütün arkadaşlarının ilgisini çekiyor ama Ali Karataş'ın özel ilgisini çekiyor. Bir gün, Ebru yanıma gelip, ağlayarak; Ali'nin hafta sonları evlerinin etrafında dolaştığını söylüyor. Aslında sınıftaki diğer öğrenciler daha önce bana gelip "öğretmenim Ali Karataş Ebru'yu seviyor" demişlerdi.Bense onları susturup gözlemlemeyi tercih etmiştim. Ali'yle konuşmanın tam zamanı deyip onu yine bir teneffüs saatinde yanıma çağırıyorum. Yalnız olarak konuşuyoruz. "Oğlum bak hafta sonları Ebruların evlerinin etrafında dolaşıyormuşsun, kızı rahatsız ediyormuşsun, nedir bu iş? Senden bir açıklama bekliyorum " diyorum. "Orası sadece onların mı sokağı" diye cevap veriyor bana. "Hiç inandırıcı değilsin Ali, şimdi bana doğruyu söyle" Ali bir süre susuyor,doğru cevabın geleceğini anlıyorum. "Ne yapayım öğretmenim seviyorum." Bu hoşuma giden cevap karşısında gülmemek için kendimi zor tutuyorum. "Oğlum, o, senin kardeşin, aynı sınıfı paylaşıyorsunuz. Olur mu öyle şey" gibi klasik öğretmen lafları ediyorum. Lafımı ağzımda yarım bıraktırıyor "nereden kardeşim oluyormuş öğretmenim? " Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Buralardan tutturamayacağımı anlıyorum. "İyi de çoçuğum kız seni istemiyor, rahatsız etmeye ne hakkın var" "Öğretmenim, baştan o da bana karşılık veriyordu, ne oldu da şimdi öyle ters döndü" "Ne olduysa oldu, siz daha küçüksünüz, bak duygularınız hemen değişiveriyor" diye ikna etmeye çalışıyorum ama nafile "benim duygularım değişmez" diyor ve ağlayarak sınıftan çıkıp gidiyor. Yalnız kaldığımda gülmem mi gerekir, duygulanmam mı gerekir ben de ayrımına varamıyorum. Önce gülümsüyorum, sonra da duygulanıyorum....

Sınıfımın en yaramaz öğrencilerinden biri Volkan, kafası çalışıyor ama hiç ders çalışmıyor. Volkan dört-beş yaşlarında bir kaza geçirmiş, araba çarpmış, kısaca öllümden dönmüş. O hayata dönüp eve geldiğinde aile evin bu en küçük çoçuğunu alabildiğine şımartmış. Baba, yoksul mahallenin zenginlerinden sayılıyor. Kışın gecekondulardan çıkan dumanlar muhtemelen Volkan'ın babasının kömürlerinin gri rengini taşıyor. Kömür depoları var ve deponun onlara sağladığı ekonomik rahatlık, Volkan'ın günlük haşlığında kendini gösteriyor. Çoçuk aksi, yaramaz ama kalbi çok temiz. Okulumuzun karşısında bulunan bakkaldan aldığı çikolataları, gofletleri arkadaşlarıyla paylaşıyor çoğu zaman. Yaramazlığı yüzünden zaman zaman Volkan'ı azarlıyorum, ona kızıyorum fakat eve gidip başımı yastığa koyduğumda bu kez kendime kızıyorum çünkü bu davranışlarının sebebinin kendisinden değil ailesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Zaten hiç kin tutmayan bir çoçuk, ona bağırmamım ardından sanki hiç bir şey olmamış gibi tüm masumiyetiyle, "öğretmenim, böyle mi, şöyle mi " gibi dersle ilgili sorulara geçerdi. Biraz da kendini affettirmek için böyle davranırdı sanırım.

Yeliz'in gözlerinin ışıltısı, Adem'in efendiliği ve terbiyesi , Kadir'in pozitif enerjisi kısaca 4-J sınıfındaki hiç bir öğrencimi unutmadım.

Öğretmenliğin en güzel yanlarından biri de öğretirken öğrenmektir. Ben bir çok şeyi onlarla birlikte öğrendim. Üniversitede edbiyat okudum.Matematiği bilmiyordum. Çünkü orta ögrenim hayatımda sürekli bir matematik öğretmenimiz olmadı. Matematiğin cazibesini ve güzelliğini öğrencilerimle farkettim. Çözülemeyen bir problem beni deli edebilirdi, problemin üzerinde o kadar yoğunlaşırdım ki ,onu çözmeden bırakmazdım. Yani onlarla birlikte , bana çok uzak gibi görünen matematiği, fen bilgisini çok sevdim. Onları ve okuttuğum, okutmakta olduğum tüm öğrencilerimi çok sevdim. Hepsinin yolu açık olsun...

(Kasım 2008) Strazburg

 

 

 
Toplam blog
: 71
: 1292
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Hacettepe Fransız Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Öğretmenim, şu anda yurt dışında görev yapıyorum. ..