Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '11

 
Kategori
Sinema
 

Amacı havada kalan HANNA…

Amacı havada kalan HANNA…
 

İnsan denilen varlığın doyumsuzluk gerçeğinde, Tanrı’nın bahşettiğiyle yetinmeyip, insanı olağanüstü güçlere sahip varlık haline getirme isteği, ezeli ve ebedi bir tutku! Bu uğurda yürütülen araştırmalar, şimdi de sinema sektörüne verimli bir esin kaynağı olmakta. Yönetmenliğini Joe Wright’ın üstlendiği, ABD-İngiltere-Almanya ortak yapımı HANNA da bunlardan biri olarak karşımıza çıkmakta. 

Beyaz ayısı, geyiği ve el değmemiş karlarıyla bakir bir orman… Bu doğal güzellikle ters düşense, ‘Senin kalbini özledim’ diyerek, önce okunu fırlatan sonra da tetiğe basan bir genç kız! Bu giriş sahnesinde en etkileyici ayrıntı, geyiğin gözleri… Onu parçalayıp kalbini çıkartmaya çalışırken vampirlerin kan içiciliğine bürünen kıza gelince, gizem katmak için yaratılan bu atmosferin başkahramanı! ‘Dur bakalım ne olacak’ dedirten bu başlangıç, kendisini ‘ölüm makinesi’ gibi yetiştiren babasıyla inzivada yaşayan Hanna’nın bilgi dağarcığının sergilenişiyle sürmekte… Kulak tırmalayan haykırışıyla saldırıp ‘Daima hazır olmalısın’ diyen babasına dövüşteki ustalığını gösteren Hanna, İngilizcenin yanı sıra Almanca, İtalyanca, İspanyolca konuşarak ve mavi balinaların biyolojisini sıralayarak da, seyirciye her konuda ne kadar zeki olduğunu ispatlamakta. Grimm Kardeşler’in Masallarına meraklı olan kızın hangi görev için böylesine titizlikle eğitildiğini anlamak henüz bu aşamada ne yazık ki mümkün olmuyor. Bu bilmeceyi ilerleyen dakikalarda çözmeyi umarken, babası tarafından geleceğiyle ilgili tercih sürecine sokulan Hanna da düğmeye basarak dünyanın diğer yarımküresindeki CIA ajanlarını telaşa sokuyor. Ajan babası tarafından, karlı kayın ormanında kaderiyle ve eli silahlı adamlarla baş başa bırakılan Hanna, gözünü açtığında kendini bir yer altı üssünde buluyor. Koskoca üsten, herkesi bir çırpıda devirerek kaçmayı beceren ve tıbbi raporunda anormal DNA’ları olduğu vurgulanan Hanna’yı Fas’tan Berlin’e uzanan bir yolculuk beklemektedir. Tabii peşindekileri de… 

Şehirlerin insanı bitirdiğini, Tanrı inancının herkes için gerekli olduğunu saptayan HANNA, Yunanistan’ın turistik reklamını yapmaktan da geri durmuyor. Sosyal yaşamdan uzak yetiştirilen bir çocuğun yaşadığı boşlukları ve ailenin vereceği duygusal doyumu çöl ortasında ortaya çıkartılan gezginlerle yansıtmaya çalışan yapımda suni yapılandırmalarla yaratılanların güzel olmadığı ana tema! ‘Sahtecilik’ olarak tanımlandırılan plastik cerrahi ve makyajla, yaratılanın dışına çıkmanın ikiyüzlülüğü ortaya konurken ‘Bebekleri Güçlendirme Programı’ vasıtasıyla da Polonya’daki insan DNA’sıyla oynayanlar eleştirilmekte. 

Kalemin öldürücü gücüne şahit olduğumuz yapımda, öpüşmenin bilimsel açıklamasının verilmesi güldüren unsurlardan. Arka plandaki Ezan sesi eşliğinde ‘Kendiniz olun. Kendinizi güzel hissedin’ sözleriyle mesajını veren HANNA, bu tür olumlu ayrıntılarına karşın kurgusu zayıf bir yapım! Çarpıcı bir konudan yola çıkıp hedefe ulaşamayan ve tutarsızlıklarla dolu olan filmde aksiyon da fazlasıyla zayıf. Daldan dala bir anlatımla ilerleyen, zaman ve yer kavramlarını hiçe sayan, ağır çekim dövüş sahneleriyle dikkat çeken filmin en büyük eksiği, amacının havada kalması. Yetersiz ve ucu açık bir sonla noktalanan HANNA, onca koşturmanın boşluğunu ortaya çıkartıp ‘Ne oldu şimdi’ dedirtmekte… 

Anibal Güleroğlu  

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..