Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aman Tanrım yazamıyorum!

Aman Tanrım yazamıyorum!
 

Kaynak:İnternet


Şimdi okuyor olduğunuz yazı yazılana dek ne kadar ıkınıp sıkındığımı bir bilseniz, şaşar kalırsınız! 

 

Çok ciddiyim!.. 

 

Normalde klavyenin başına oturur, “Ne yazmak istiyorsun Gülgün?” diye sorarım, ilk aklıma gelenden yazmaya başlarım; o nedenle başı sonu belli olmaz ya bazen, neyse… 

 

Geçenlerde bir yazımda başımı Atatürk’ün omzuna yaslayıp ağlamak istediğimi yazdım, gelen yorumlar arasında bu ağlak halimi psikolojik probleme bağlayıp da acilen tedavi görmem konusunda ısrar eden okurlar oldu. 

 

Kendimi tanıyorum, evelallah, bu gece klavye başına oturup da “Ne yazmak istiyorsun kızım?” diye sorduğumda muhtemelen rahmetli babam günün mana ve ehemmiyeti açısından ilk sıraya yerleşecek. 

 

Bunca sevgi, bunca özlem ile rahmetliyi anarken, eee ben başımı babamın da omuzuna yaslamak isteyeceğim, istemekle kalmayıp, yazının doğal akışı içinde bunu da yazacağım; hatta yazarken çokça ağlıyor olacağım, en azından bir miktarını sizinle de paylaşacağım… 

 

“Bu kadın da sürekli ağlıyor”! 

 

“Dedimdi, acil tedavi görmeli”! 

 

Tarzında yorumları ise rahmetli babam söz konusu olunca pek kolay kaldıramayacağımı bildiğimden, bile bile canını acıtma kızım, bu sefer klavye başına oturmadan ne yazacağını sapta, şöyle keyifli, esprili bir şeyler olsun, hüznüne inat dedim, kendi kendime… 

 

Hay demez olaydım! 

 

Üç dakikalık alış verişte beş espri yapıp da, beş esprinin dördünü anlamayıp aval aval suratıma bakan manavı, bakkalı falan anlatsam yeter, lakin yok! 

 

Yok, yazacak bir şey gelmiyor aklıma!... 

 

Ayol, bir sürü salaklıklarım vardı benim, ıhh, hiç biri aklıma gelmiyor! 

 

Eski sevgilileri yazsam, hiç cazip gelmiyor; hadi diyelim zorladım, o günleri anımsadım, eee bir yerlerinde ağlamaklı olmamak insan bünyesine aykırı… 

 

Velhasıl, yazmaktan vaz geçtim bir ara, “com.tr” yazarı olmanın lüksü de burada; yattım, uyu uyuyabilirsen… 

 

Beş dakika önce esnemekten ağzımın sol kenarı yırtılmıştı, hem de zinde olup da keyifli bir şeyler bulabileyim diye akşam saati içtiğim multivitamine rağmen. 

 

Yatak batıyor, beynim çıfıt çarşısı, klavye başına oturacak güç yok lakin… 

 

Tövbe! 

 

Bir daha ne yazacağımı tasarlamak mı? Asla! 

 

Nutkum tutuldu ayol, beynim uyuştu… 

 

Ne menem bir eziyet, hele ki benim gibi terazi kadınına; kararsızlıktan dolayı aynı tişörtün altı rengini birden alana “Haydi konu seç” denir mi? 

 

Doğallığı her şeyin üstünde gören birisine “Öyle bir konu seç ki içinde ağlamak olmasın” denilir mi? 

 

Ne güzel, öyle keyif ala ala yazıyordum, istediğimde gülüyor, istediğimde ağlıyordum; bir daha böyle sınır koyar mıyım kendime! Tövbe!... 

 

Sonuç itibariyle ne keyifli bir yazı oldu, ne bilgi içeren… 

 

Ne bir fikri savundu, ne de bir başucu yazısı oldu… 

 

“Yazabiliyorum yine de” anlamında bana katkısı oldu! 

 

Bir de… 

 

Her kim ne derse, ne düşünürse… 

 

“Çok özledim seni babam be!” diye ağlayarak haykırmama bir daha asla engel olmamam gerektiğini öğrendim; nasıl ki demek istediklerimi, düşüncelerimi, dahi duygularımı içimden geldiğince yazıyor, paylaşıyorsam... 

 

Yani, böyle işte… 

 

Bildiğin yol en kısasıdır diye boşuna dememişler, benim de bildiğim yol bu, uzatmanın anlamı yokmuş! 

 

Gerçi, sağ el ile yazarken sol el ile yazmak nasıl bir şeydir diye meraklanıp, meraklanmakla da kalmayıp becerme isteği ile lise yıllarında sol el ile yazmışlığım vardır; becerdikten sonra vazgeçmiştim, o başka… 

 

Becerebildiğim, o zar-zor ulaşabildiğim doğallığı bırakıp da bilmediğim bir yola girmenin anlamı yokmuş! 

 

Neyse… 

 

İzninizle bir haykırayım: Çok özledim seni babam be!... 

 

 

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..