Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '13

 
Kategori
Kitap
 

Amca size 'google' diyebilir miyim?

Amca size 'google' diyebilir miyim?
 

En klasik Türk filmleri repliğidir. Sokakta bir çocuk, ki muhtemelen de Ömercik'tir, aslında babası olup da mahalleden geçmekte olan amca rolündeki adama, ki o da olsa olsa Ediz Hun'dur, yanaşıp sonraları en az onlar kadar meşhur olacak olan Küçük Emrah ses ve tonlaması ile,
 
- Amca size baba diyebilir miyim? diye sorar...
 
Sağolsun Google çıktı çıkalı ortamda baba ve babalara gereksinim azaldı.

''O nedir, bu nasıl yapılır?''dan, ''Mastürbasyonun fazlası zararlı mıdır, kız arkadaşım hamile kaldı şimdi ne yapacağız?''a kadar her sorunuzun muhattabı artık Google amcadır.
 
Hani bir de hergün harçlık verip, okulda size dayılanan çocuğa da herkesin önünde iki tokat atsa, kimse sizin nüfus kağıdınızda yazan fiziksel babanıza bakmadan, sizi kolları kanatları arasına almış google'ı öz babanız bilecektir.

İşte baba-oğul diyaloglarını bitirip, çekirdek ailenin temellerini dinamitleyerek toplumsal yapımızı darmadağın eden bu google amca ve onun arkasındaki Amerikancı zihniyettir. (İllüminati blog'u her gün binlerce tık alınca, biraz bilim kurgusal senaryo girişiyle okur üzerinde merak uyandırmak istediğim için tüm bunları yazıyorum.)
 
Yalnız nedense sanırım ben bu google denen zımbırtıyı çok iyi kullanamıyorum. Buna nasıl mı karar verdim? İnternette mutlaka olması gerektiğini düşündüğüm, hani o evlilik programlarının mottosuyla, olmazsa olmaz bilgilere bile bir türlü erişmeyi beceremiyorum
 
Misal Halide Edip Adıvar, herkesin bildiği meşhur edebiyatçılarımızdan. Peki bu meşhur edibe ve yazarın bilindik romanlarından biri olan Raik'ın Annesi ile ilgili, alışveriş sitelerinde eski kitaplar satan yerler hariç, hiçbir yerde tek kelime edilmemesi sizce olası mıdır?
 
Onca üniversitemiz var, bunların edebiyat fakülteleri ve oralarda da okuyan gençlerimiz. Bir tanesi bile bu konuda beş dakika dahi olsa bir araştırma yapıp, bunu da yazıya dökmemiş olabilir mi? Hani belki diyorum, liselerde okutulmamıştır, dili ağır gelmiş ya da güncel değil denebilir ama, hiç mi araştırmacımız yok bu kitap hakkında iki satır bile olsa bir şeyler yazacak?
 
Sultanahmet Mitingi'nin tarihi kişiliği, Kurtuluş Savaşı'nın başlaması ile beraber eşiyle Anadolu'ya geçip, 'onbaşı' olarak askerlik yapan sonra da çavuş rütbesine yükseltilen bu edebiyatçımızı, hiç kimse tanıtmasa bile en azından Atatürk düşmanları alıp bayrak yaparlardı diye düşünüyorum. Yani enazından, fikir uyuşmazlıkları sonucu ülkesini terkedip de Atatürk'ün ölümüne kadar da bir daha dönmemesini kullanabilirlerdi...
 
Neyse anlaşıldığı kadarıyla bu iş de yine enaz diğer 'gereksiz' işler kadar bana kaldı. Gereksiz diyorum çünkü, okunma oranlarıma bakıyorum da vapur çıkışlarında dağıtılan el ilanlarına gösterilen ilgi kadar bile bir şey ortada olmayınca, ben de doğal olarak aksini düşünemiyorum. Eh kendim edip kendim buluyorum, bir dizi hakkında üç beş laf, bir maç yorumu, ne bileyim güncele ait salatadan laflar yerine edebiyata dair bir şeyler yazıp, bir de okunmayı beklemek herhalde çok saflık olurdu değil mi?

Yine kendi kendimi vazifelendirip, bu iş(!)'ten de yüzümün akıyla çıkmaya çalışayım bari...
 
İlk baskısı 1909 yılında yapılan Raik'ın annesi'nin sonraki baskıları 1924, 1967 ve 1973 yıllarında gerçekleşmiştir.
 
1924 yılındaki baskıya, sonradan Halikarnas Balıkçısı olarak ünlenecek Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın çizgileri renk katmıştır.
 
Bir erkeğin ağzından romanını seslendiren Halide Edip, yarattığı karakterler üzerinden yabancı hayranlığının züppelik derecesine varışını anlatır.
 
Roman kahramanımız, dayısının küçük kızı Mihri'nin kanalı ile kendisine ulaşan, Fransızca konuşup Fransız kızlarının hareketlerini taklit eden komşu kızı Necibe'nin ailesinin, kendisini kızlarına uygun bir damat olarak gördüğü haberini alır almaz Heybeliada'daki Halki Palas'ta kiraladığı küçük odasında soluğu alır.
 
32 yaşındaki damat adayı, kendisine gelin olarak uygun görülen bu özenti kızın, ki daha sadece 15 yaşındadır,  ısrarlı tacizlerinden ancak bu şekilde kurtulabileceğini düşünürken, kendisini biranda başka karmaşık ilişkilerin ortasında bulacaktır.
 
Heybeliada'da balıkçı Yanko ile sandalla her gün  balığa çıkarlar. Tuttukları balıkları, adanın Burgaz'a bakan tarafından karaya çıktıkları yerde kızartıp yerler ve sonrasında da yazar çamların altında kestirirken, Yanko kayığı ile tekrardan denize açılır.
 
Yaptığı şekerlemenin ardından Çamlimanı'ndaki kahvehaneye gidip şekerli kahvesini de içen yazar, ardından otele gelip üstünü değiştirir ve akşam yemeğini de terasında yapar...
 
Böylesine bohem bir hayat sürerken bir gün karşısına, diğer özenti kadınlara hiç benzemeyen birisi çıkar. Bu Raik'in annesi Refika'dır. Kendisinden çok etkilenir ve onu gözünde yücelterek bir namus timsali yapar.
 
Tam da o günlerde, Raik'ın babası ve Refika'nın da kocası olduğunu sonradan öğreneceği eski arkadaşı Rauf'u, Halki Palas'ın koridorlarında kendisine iki oda ararken görür ama Rauf bu karşılaşmadan tedirgin olup koşarcasına yazarın yanından uzaklaşır.
 
Rauf, hafif meşrep kadınlarla gününü gün eden sorumsuz adamın tekidir. Kayınpederi de bu yüzden kendisinden hiç hoşlanmaktadır. Kızına yaptığı ''Artık bu sorumsuz ve her gün başka kadınlarla gezen kocandan ayrıl'' baskılarına rağmen kızı Refika, evliliğine bir Katolik Akdiolarak bakmakta ve ayrılığı kesinlikle düşünmemektedir.
 
Yazar ile yaptığı duygusal sohbetlerden birinde,Rauf birgün aniden, oğluna olan hasretiyle, ''Raik'in ipek buklelerini öpebilmek''ten sözeder. Oğlunu özlemiş ve onun saçları gözünün önüne gelmiştir.

İşte o bukleler, İtalya'da resim eğitimi de almış Cevat Şakir'in kitaptaki desenlerinde Raik'i biraz da olsa kız gibi çizmesine neden olur...
 
İtalya aslında Cevat Şakir'in hayatında çok da belirleyici olmuştur. Eşi Agnesia Kafera ile bir süre yaşadıkları İtalya'da, aynı zamanda resim dersleri de almıştır. Oxford Üniversitesi'nde dört yıl 'Yakın Çağlar Tarihi' okumasına rağmen okulunu bitiremeyen Kabaağaçlı'nın, babası ile de arası açıktır. Uğruna yaptığı onca masrafa karşın, okulunu bile bitirmediği için kendisini adam olmaz bir mirasyedi olarak gören babası Mehmet Şakir Paşa'yı, bir tartışma sonucu silahından çıkan kurşunlarla öldürür. Sonraları bu kavganın ve cinayetin sebebinin Cevat Şakir'in, eşi ve babasının   varolduğu söylenen ilişkilerini öğrenmesi olduğu da iddia edilmiştir.
 
1914 yılında babasını öldürdüğü için 14 yıla mahkum edilen, ancak yedinci yılın sonunda vereme yakalandığı için tahliye edilen Cevat Şakir, bu kez bir yazısı nedeniyle 1925 yılında İstiklal Mahkemesi tarafından Bodrum'da üç yıl sürgüne mahkum edilir...
 
Raik'ın annesi romanında Rauf'un dayı oğlu Mansur da, yurtdışında okumuş birisidir. Ve yine ne tesadüftür ki o da tıpkı Cevat Şakir gibi verem hastasıdır. Refika'yı deliler gibi sevip, kalan ömründe kendisini eşi olarak görmek isteyen Mansur, maalesef Cevat Şakir kadar şanslı değildir,  yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak ölür.
 
Kitabın son sayfasında Erzurum'un bir ilçesine kaymakam olarak atanıp herşeyi geride bırakıp giden romanın kahramanı 'yazar' ise, akıllara Bodrum'a sürgüne giden Cevat Şakir'i getirir.
 
Aslında bu roman yazıldığı sıralarda Cevat Şakir, ne resim eğitimi almış, ne babasını vurmuş, ne verem olmuş, ne de yazdığı bir yazıdan dolayı sürgüne gitmiştir. Kitabı resimlediği yıllarda da, daha henüz ciddi para sıkıntıları içerisindedir.
 
Bu yazıyı yazma sebebim biraz da, Cevat Şakir'in kitaptaki çizimlerini paylaşabilmek. Hep yazıları ile tanıdığımız bir efsaneyi, farklı bir yönüyle de görmek herkes için ilginç olabilir diye düşündüm.

Anakronik tesadüfler ise tamamen; Halide Edip, Cevat Şakir ve roman kahramanları arasında, okurken aklıma takılan düşüncelerin, üzerinde biraz durulduğunda hayret uyandırabilecek yansımalarının sonucu.

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..