Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '10

 
Kategori
Sinema
 

Amerikan Adalet Sistemine Dair Eleştirel İki Film

Amerikan Adalet Sistemine Dair Eleştirel İki Film
 

Son zamanlarımın keşfi değil. Daha çocukluk zamanlarımda belli başlı ilgi alanlarımdan birisini oluşturuyordu polisiye maceralar ve Amerikan adalet sistemine dair kıyasıya eleştiri kokan filmler. Yüksek tempo, sıkı diyaloglar, jüriler, derin araştırmalar, mahkeme salonunda avukatlık performansı… Hani adalet sisteminin sorgulandığı bu filmlerde bir avukatın tarifini de net bir şekilde yakalıyorsunuz. Aynı zamanda gerçekçilik temalarının fazlası ile işlendiği araştırma süreçleri ile yüzleşiyorsunuz bu filmlerde. Ne var ki bu filmlerin özünde yakalamış olduğumuz somut noktalardan birisi odur ki, suçluların sanki mağdurluk noktasından hareketle korunduğu hissi… Bu durum sanki bütün dünya ülkeleri özelinde bir gerçeklik olarak ifade buluyor. Evet… Yakalanan nokta tamda burası… Belki bir film… Belki daha fazlası yok ama gerçek hayatın kendisinde de fazlası ile bu abuk adalet sisteminin suçluya dair mağdur algılamasının var olduğunu gördüğümüz bir gerçek. Kanıt, kanıt, kanıt… Ve daha da kötüsü prosedürler zinciri… O zincirin bir halkasını atladığınız anda tüm dava alehinize gelişiyor ve haklıyken, karşınızda bir suçlu oturuyorken, işte o anda bütün bir dünya davacının başına yıkılabiliyor. Karar ve beraat…

Son hafta içerisinde yine aynı konuları işleyen iki adet Amerikan filmi izledim. Her iki filmde yüksek temposu, dolu dolu macerasal içeriği ile ekranın karşısına çaktı bizi… Pür dikkat… Gözümüzü dahi kırpmamıştık eşimle birlikte filmleri izlerken. İlk izlemiş olduğumuz film “Göz Göze” isimli 1996 yılında yapılmış olan bir Amerikan filmiydi. Hani izlerken sadece film olarak niteleseniz de, en nihayetinde gerçek hayata ilişkin olabilirlikler üzerine kurulmuş bir film. Ed Harris, Kiefer Sutherland, Sally Field, Joe Mantegna, Keıth Davıd filmin başlıca rollerindeydi.

Bir anne, eşinden ayrılmış ve kızı ile birlikte yaşarken yeni bir evliliğe yelken açmış… Ve yeni evliliğinden bir kız çocuğuna daha sahip olmuş. Filmin başlangıcında bu verileri yakalıyorsunuz. İlk evliliğinden olan kızı onaltı yaşında… Yaşam dolu, hareketli, cıvıl cıvıl bir genç kız… Anne, üvey baba ve küçük kız kardeşi. Mutlular, mesudlar ve hayli keyfliler. Küçük kızın doğum günüdür ve büyük abla ev süslemekle meşguldür. Anne işten eve dönerken trafiğe takılır ve kızı ile telefonda konuşmakta, doğum günü partisi için son rötuşları tartışmaktadır… Bir trafik keşmekeşidir… Araçlar yürümemektedir… Telefonun diğer ucundaki kızı, evin çalan kapısını açar ve ne olursa o anda olur. Kız saldırıya uğrar… Hem de inanılmaz bir şiddetle karşı karşıya kalmıştır. Bağırmaktadır… Anne kızının o can havliyle bağırışları karşısında hiçbir şey yapamamakta ve arabasından inerek yardım istemektedir. Ama kimsenin elinden bir şey gelmez. Saldırgan telefonun “kapat” düğmesine basar… Kız ölmüştür… Anne çaresizdir… Ve ev… Kare değişir. Evin etrafını polis araçları sarmış bir vaziyette yeni kareye geçilir. Anne eve girmek ister… Sakinleştirme seansları, ipucu arayışları ve en nihayetinde toplanan kanıtlar… Genç kız, feci bir saldırı sonucu tecavüze uğramış ve hunharca öldürülmüştür.

Cenaze töreni ile birlikte dram yüklü anlarda başlar. Yeniden hayata tutunma çabası içerisinde sıkı bir mücadeleye girişir aile. Ama her şey o kadar zordur ki… Psikolojik destek almaya başlarlar. Benzer olayları yaşamış ailelerle görüşürler. Ve bir gün aniden katil yakalanır. Tam da ümitlerin tükendiği bir anda… Ama her şey alehlerine gelişmiştir. Katil yakalanmıştır, DNA sonuçları zanlıyı işaret etmektedir ama en nihayetinde kahrolası prosedürlerden biri eksik kaldığı için katil serbest bırakılır. Dava düşer… Bu durum daha feci bir travma yaratır aile üzerinde ama anne olayın peşini bırakmaya hiç ama hiç niyetli değildir.

Kötü adam Kiefer Sutherland… Rolünün hakkını fazlası ile vermiş. Bir kenar mahalle serserisi. Psikopat… Ama zeki… Şiddete meyilli. Daha önce de benzer suçlar işlemiş ama delilleri bir şekilde lehine çevirmiş. Belki de avukatının performansı… Pis bir surat hali ve insanı ürküten saldırgan tavırları var. Bir markette çalışıyor. Siparişleri evlere servis yapıyor. Gözü pencerelerde ve çekici kadınlarda.

Suçlu olduğundan şüphe dahi duymadığınız bir kimse adalet sisteminin azizliğinden sokaklarda dolaşıyorsa, mağdur olan ne yapar? Hele hele canından, kanından birisinin katili ise o suçlu…

Anne, kızının katilini izlemeye başlıyor. Bu arada psikolojik tedavi alıyor. Aynı durumu yaşayan ailelerin katıldığı psikolojik tedavi seanslarına devam ediyor. Aileler canlarından, kanlarından birilerini kaybetmiş ama her birisinin asıl sorunu, adalet sisteminin çarpıklığı sonucu suçluların serbest kalmış olması. Bu durum travmayı ikiye katlamış. Anne o kenar mahalleye gider. Uzaktan kızının katilini izlemeye başlar. Neler yaptığını, nasıl davrandığını gözler. Ve bir suç daha işleyeceğine dair kafasında kanaat oluşur. Durumu polise bildirmesine rağmen, o genel kural işlemeye başlar… Suç oluşmadan yapacak bir şey yoktur. Ve bir süre sonra aynı katil tam da tahmin edildiği gibi suçu işler, evli bir kadına tecavüz edip, öldürür. Ve yine gözaltı, ve yine düşen dava…

Anne rolündeki Sally Field etkileyici bir performans koyuyor ortaya. Her detayı zihnine yazıyor. Her detayın üzerine gidiyor. Ama katil durumu fark ediyor ve küçük kızını hedefe alıyor annenin. Tehdit karşısında korkuyor gibi görünse de bir şekilde intikamını alacaktır anne.

Silah kullanmasını bilmezken, silah kullanmayı öğreniyor. Meşru müdafa sonucunda silahın tetiğine basıp karşısındakini öldürse serbest kalacağını biliyor ve tüm kurgularını bunun üzerine yaparak, belki de bir karıncayı dahi incitmeyecek olan anne katili üzerine üzerine çekiyor. En nihayetinde katile acı bir son yaşatıyor ve adalet tecelli ediyor.

*****

Dün gece izlemiş olduğum filmde yine benzer bir konuyu işliyordu. Yine ortada Amerikan adalet sistemindeki çarpıklığı sorgulayan bir film vardı. Temposu hayli yüksek ve gerilim dolu bir film.

Çekirdek bir aile… Anne, baba ve küçük kızları… Mütevazi bir yaşam… Ama işte ne oluyorsa o anda oluyor ve filmin ana teması “Kadere karşı konulmaz” oluyor.

O mütevazi ailenin evini basan iki saldırgan, anne ve babanın ağzını, ellerini bağladıktan sonra, saldırganlardan birisi bıçağı anne ve babanın tamda karınlarına sokuyor. Aynı saldırgan olayları izlemekte olan küçük kızı bir başka odaya götürerek öldürüyor. Diğer saldırgan ise sadece işin soygun tarafındadır ve daha ilerisine gitme niyetinde değildir. Ama bir diğeri hem tecavüz, hem bıçaklama, hem öldürme eylemlerini gerçekleştiriyor. Ama baba ölmüyor. Suçlular yakalanıyor ama savcı suçlulardan olan, asıl suçlu ile pazarlığa girişiyor. Şayet pazarlık yapmamış olsa savcı, mahkeme sonrasında suçlular üç yıl gibi bir hapis cezası ile karşı karşıya kalma ihtimalleri var. Fakat daha ileri gitmeyen diğer suçlu idam cezası alıyor, ağır suçlu olan serbest kalıyor. Hayatta kalan baba tüm bu olup bitenleri izlemektedir ve adalete olan inancını tümü ile kaybetmiştir. Adalet sisteminin abuklukları üzerine yaşamlarını kurmuş olanların tümünü hedefine alır baba… Sistemi adeta sorgulayarak, sonucunda ağır hasarlar dahi açsa, o sistemi yaratanlara bu çarpık yapıyı göstertme niyetindedir.

“Adalet Peşinde” 2009 yılı bir Amerikan filmi. Başlıca rollerini Gerard Butler, Jamie Foxx, Leslie Bibb, Regina Hall, Josh Stewart paylaşmış.

Aslında film özünde bir klişeyide ortaya koymuş Ailenin katledilişi ve hayatta kalan babanın intikam mücadelesi olarakta tarif edebiliriz. Fakat filmi diğer Amerikan filmlerinden ayıran en net özelliği, sistemi köklü bir şekilde sorgulaması. Suçlu olduğuna inanılan bir kişinin adalet sisteminin çarpık yapısından ötürü serbest kalması ve bir diğerinin adalet arayıcıları tarafından pazarlık sonucu idama mahkum edilmesi.

On yıl sonra…

Zekâsını konuşturmaya başlar baba Gerard Butler. Önce idama mahkum olan suçlunun acı çekerek ölmesine neden olacak atağını yapar. Ve sonra diğerinin peşine düşer ve avucunun içerisine alarak kendi kurmuş olduğu atölyesine götürüp, bir masanın üzerine bağlar. Dehşetengiz bir şekilde bu suçluyu parçalara ayırır. Tüm bu yaptıklarını videoya kaydını yapıp suçlularla pazarlık yapan savcının evine gönderir. Bunları yaparken tek bir tane dahi ipucu bırakmaz arkasında ama şüpheli olduğundan yola çıkılarak tutuklanır baba. Mahkeme salonunda hakime hakaretini yağdırır. Bu on yıllık süreçte baba bir anlamda profesyonel bir hukukçuda olmuştur. Her attığı adımı ve ağzından çıkan her kelimeyi yasal zeminlere oturtur. Bu sebepten dolayı suçun sabitleşmesi diye bir şey söz konusu dahi değildir. Ama cezaevinde kalmaya niyetlidir baba. Savcı ile pazarlıklara girişir. Her pazarlığın sonrasında yeni bir pazarlık süreci başlar. Her defasında adaletin temsilcileri suratlarına şamar yemektedir. Öldürmüş olduğu asıl suçlunun avukatını öldürmekle başlar baba. Sonrasında hücre arkadaşını öldürür ve daha koşulları ağır olan bir hücreye kapatılır. Ama baba on yıl boyunca cezaevinin etrafındaki bütün endüstri arazilerini alarak, cezaevinin yakınında çok fonksiyonlu bir atölye kurmuştur. Bu atölyeden hücrelere tüneller kazmıştır. Her gece o atölyesine gitmekte ve orada yeni planlarını hayata geçirmektedir.

Ve baba Amerikan adalet sistemini bir bir sorgularken, adaletin temsilcilerinede her defasında yeni tokatlar atmaktadır.

Son dönemlerde izlediğim temposu ve heyecanı yüksek güzel bir filmdi “Adalet Peşinde” . İzlemeyenlere kesinlikle tavsiye ederim. Eğer macerayı, polisiye filmleri ve Amerikan adalet sistemine ilişkin sorgulayıcı filmleri seviyorsanız sanırım en ideal film “Adalet Peşinde” isimli filmdir.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..