Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '14

 
Kategori
Deneme
 

Ana gibi ana, kadın gibi kadın

Ana gibi ana, kadın gibi kadın
 

kadın


Adı Hatice idi. Köylüler ona ”Haçca veya Haçcanım” derlerdi. Biz “Haçcanım” diyeceğiz.

Haçcanım köyden biriyle evlenmişti. Kocası şöfördü. Bir kamyonu vardı. İlk yıllar, evlilikleri iyi geçti. Tam beş çocukları oldu.

Çocuklar biraz büyüdüğü yıllarda kocası kumara dadanmıştı. Sık, sık kasabada kalıp, kumar oynuyordu.

Yalnız Haçcanım bunu bilmiyordu. Kocasının işi gereği, kasabada kaldığını zannediyordu. Onun için kocası akşam gelmeyince şaşırmamıştı.

Kocası o akşam yine kumar oynamak için kalmıştı. Paralarını önceden kaybettiği için, o gün kasabaya giderken, Karısının altınlarını da gizlice almış, gece kumara o altınları koyarak devam ediyordu. Ancak hiç şansı yoktu. Altınları da kaybetti. Gözü dönmüştü. Para karşılığı kamyonu senetle satıp, o parayla devam etti. Onları da kaybetti.

Sabah olmuştu. Uykusuzluktan, kaybettiklerinin üzüntüsünden sersem gibiydi. Köye dönmesine olanak yoktu. Hadi kamyonu kaybettiğini gizleyebilirdi. “Ya altınlar?” Karısının gözü gibi koruduğu, gizlice çalıp kaybettiği altınlar.

İşte bundan çok utanıyordu. Asla karısının yüzüne bakamazdı. Veya öyle düşünüyordu. O utançla köye dönmedi. Aldı başını çekip gitti.

Haçcanım kocası akşam eve gelmeyince yine bir işi çıkıp kasabada kaldı zannetti. Ama aradan bir hafta geçip gelmeyince, merak etti. Soluğu kasabada aldı. Orada kocasının kardeşleri vardı. Doğru onların yanına gitti.

Onlar biraz mahcup kardeşlerinin yediği haltı ona anlattılar. ”Ama meraklanma; öte gider beri gider döner gelir” dediler.

Haçcanım şaşkın kızgın; ama üzüntülü köye döndü…

İyi kötü yiyecekleri, içecekleri vardı. Kocasını beklemeye başladı. Gelen giden, çeken çekemeyen dost, düşman herkes birer kere uğradı. Herkes kocasının kaçtığını ‘neden kaçtığını?’ bile bile onun lafını ediyor ”kocasını kaçırdı” diye dedikodusunu ediyordu.

Haçcanım, laftan sözden bıktı. Aldı çocuklarını komşu vilayete, ordan o vilayetin bir ilçesine gitti. Orada fabrika vardı. Fabrikaya işçi olarak girdi.

Yıllarca, çocuklarını büyüttü. Okuyanı okuttu. Askerliği geleni askere yolladı, evlenecek olanı everdi. Çok şükür çoluğunu çocuğunu kimselere muhtaç etmedi. Hem ana, hem baba oldu. Bu şekilde köyden, dedikodudan uzak yaşayıp gidiyorlardı.

Bir gün köyden ”acele gel kocan öldü” diye bir telgraf aldı. Şaşırdı kaldı.

Kocası gideli yıllar olmuştu. Hiç haber almamıştı. Şimdi ”kocan öldü. Acele gel” diyorlardı. Önce şaka zannetti. Çocuklarına söyledi. Onlar ”ana gidelim. Şaka değildir. Nede olsa babamız, ölüsü ortalıkta kalmasın, ayıp olur” dediler.

O da sırf ayıp olmasın, laf söz olmasın diye biraz da meraktan “gidelim” dedi. Köye döndüler.

Haber doğruydu. Ölen gerçekten kocasıydı.

Adam kumarda özellikle, gizlice çaldığı karısının altınlarını kumarda kaybedince çok utanmış; utançtan köye dönmeyip gitmiş komşu ilde ilçelerinde bir çerçi tezgahı ile dolaşıp geçinmeye çalışmıştı.

Önceleri birkaç kez karısını, çocuklarını merak etmiş. Onları gittikleri karısının fabrikasında çalıştığı ilçeye kadar takip edip, çevrelerinde dolaşmıştı.

Karısının çoluğuna çocuğuna sahip çıktığını onu aratmadan geçimlerini sağladığını görmüştü.

Yanlarına gitmek istemiş utancından gidememişti.

Orda, burada dolaşıp ihtiyarlayınca köyüne yakın bir kasabaya gelip orada bir hana yerleşmişti. Yine çerçicilik yaparak geçiniyordu. Saçı sakalı birbirine karışmış, bembeyaz olmuştu. O kasabaya gelen köylülerinden onu tanıyan çıkmayınca kim olduğu bilinmeden yaşayıp gidiyordu. Bir gece, kaldığı hanın odasında ölüp kalmıştı. Sabahleyin ölüsünü bulan hancı, jandarmaya haber vermiş; gelen yetkili kişiler ve doktor kalp krizinden öldüğü kararını verince, üzerinde çıkan kimlikten yakın köyden olduğu anlaşılıp köyüne haber verilmişti. Köylüleri de gelmiş onun ölüsünü alıp köye getirmiş ve karısına telgraf çekmişlerdi.

İşte bu haber yukarıda anlatıldığı gibi Haçcanım’a ulaşınca, o da çocuklarını alıp köye gelmişti.

Ölüyü getirip köyde bir yakınlarının evinin önünde bir sandığın üzerine koymuşlardı.

Köyde herkes ölüden ziyade yıllardır görmedikleri ”Haçcanım’ı” merak ederek toplanmışlardı. Kadınlar kıpır kıpır “Haçcanım’a bakıp bir şeyler konuşuyordu. Erkekler de gelip başsağlığı diliyordu.

Haçcanım cenazeye baktı baktı. ”Şindi ben diyen de ağleyen be adam. Gocem desem yıllardır imin timin gayıp. İsmini cismini unutdum. Şindi sen söyle. Ben ne diyen de ağleyen a adam” deyip yas etmeye başladı.

Köylüler sanki neyin ne olduğunu bilmiyormuş, ne çektiklerinden haberi yokmuş gibi Haçcanım’a “be gadın. O gadar yolu meftaya laf sölemeye mi geldin?” diye azarlayıp ona yüklendiler. Doğru dürüst yas etmesine bile mani oldular.

Haçcanım kızgın şaşkın sustu. Ölüyü gömünceye kadar sabretti. ”Zıkkım yiyesicelere” birde yemek verdi. Sonra, çoluğunu, çocuğunu alıp bir daha ne ölüye ne diriye gelmemek üzere çekip gitti.                          

 

 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..