Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '18

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Anadolu Rüyası: Eskişehir

Anadolu Rüyası: Eskişehir
 

Son birkaç yıl içinde bu şehir, önce okuduğum bir kitapta, daha sonra da seyrettiğim bir filmde karşıma çıkmıştı. Aslında kitabın yazarı da, filmin yönetmeni de aynı kişiydi. Açık söylemek gerekirse önceden benim için, Ankara’ya trenle giderken uğranılan bir istasyondan, Anadolu Üniversitesi’nden, biraz da havacılıktan daha fazla bir şey ifade etmeyen Eskişehir, o filmde görsel olarak ilgimi çekmişti. Şehri yakın zamanda gören arkadaşlarımın da “git ve gör” tavsiyeleri de üstüne eklenince bu işin adını koydum,  gidip gördüm, sizler için de izlenimlerimi yazıyorum.

Yola çıkacağımız hafta, içinde “Eskişehir” geçen iki  filmi daha bulup seyrettiğimi de eklemekte fayda var. “Devrim Arabaları”nı seyretmemin sebebi tur programında bu filme konu olan yerlerin ve arabanın da ziyaret edilecek olmasıydı. Diğer film ise “Usta” idi ve onun da hafta sonu gideceğim şehirde çekildiğini öğrenince izleme isteği duymuştum. Aslında bu seyrettiğim filmler bir rüyanın gerçekleşmesi üzerine idi, birinde ilk yerli arabayı, diğerinde de bir motor ustasının kendi uçağını yapma rüyası vardı. Ve bu rüyaların başrolünde de Eskişehir vardı…

Mayıs ayında bir Cumartesi sabahı İstanbul’dan yola çıkıp, tarihte Doğu ile Batı arasında her zaman için bir kavşak olmuş, demiryolu ağının gelişmesi ile bu işlevi daha da artmış olan eski adıyla “Dorlion”, belki bir tezat olacak ama yeni adıyla da Eskişehir’e öğle saatlerinde vardık.

Hava serin olmamakla birlikte kapalıydı ve biz ilk durağımız olan Havacılık Müzesi’ni ziyaret etmek için otobüsten indiğimizde yağmur hafiften çiselemeye başladı. Eskişehir, konumu itibariyle karasal iklime  sahip olduğundan gideceğiniz mevsim ne olursa olsun valizinizi gündüz ile gece arasındaki 12-29 dereceye varabilen ısı farklarını göz önüne alarak hazırlamakta fayda var. Çocukluğumuzda TRT’nin siyah-beyaz ekranından seyrettiğimiz Göksel Arsoy’lu “Şafak Bekçileri” filminden de hatırladığımız üzere ülkemizde havacılık denince Eskişehir ilk akla gelen şehirlerden olduğundan (1.Ana Jet Üssü de burada bulunuyor) müzenin gerek açık bölümlerinde, gerekse havacı bir astsubayın anlatımıyla gezdiğimiz kapalı bölümlerde havacılık tarihimizle ilgili birçok bilgi edinip, ilginç detaylar gördük, bir savaş uçağını inceleyip, eskilerden bir Dakota C-47 uçağının da içini gezdik. Havacılıkla daha yakından ilgilenenler, Eskişehir'in 36 km batısında bulunan ve konaklama imkanlarına da sahip olan Türk Hava Kurumu'na ait İnönü Eğitim Merkezi'ni de ziyaret ederek paraşüt, planör, yelken kanat, yamaç paraşütü ve balon sporlarını da yapma imkanı bulabilirler.

Oradan ayrıldıktan sonra ikinci durağımız Tülomsaş yani Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi A.Ş.’nin müzesi idi, amaç da 1961’de 4,5 ay gibi inanılmaz bir sürede Türk mühendislerince üretilen Devrim Arabaları’ndan çalışır durumda kalan son örneği görmekti. Devrim, bir ağaç gibi tek ve hür, bizi binanın bahçesinde özel olarak yapılan camlı garajda bekliyordu. Değişik duygular içindeydik.             

O, benzini bitip Cemal Gürsel’in “Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama, doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz” sözüne konu olmaktan, biz de Türkiye’li insanlar olarak devamını getirememekten Atatürk’e karşı mahcup, tedirgin ve suçlu gözlerle bakıştık Devrim’le …

Yol, müze, devrim derken epey acıkmıştık. Eskişehir’de ne yenir? Tahmin edeceğiniz gibi soluğu bir çiğbörekçi’de aldık. Çiğbörekler gayet lezzetliydi, dolayısıyla beşinciden sonrasını hatırlamıyorum. Lokantanın sahibinin de Kadıköy’lü olması da ilginç bir detay oldu, dünya küçük tabii.. Kadıköy demişken çiğbörek için Eskişehir’e gidemeyenlere de Bahariye’de 40 yıllık bir mekan olan Sayla’yı tavsiye ederim, mantısı da güzeldir. Onun üstüne de mekanın biraz ilerisindeki Bilgeoğlu’nda da bence İstanbul’un tartışmasız en iyi baklava veya tel kadayıfını yiyebileceğinizi garanti edebilirim.

Neyse biz Eskişehir’e dönersek, karnımızı doyurduktan sonra yeni istikametimiz Sazova Bilim ve Kültür Parkı idi. Otobüsle oraya yaklaşırken camdan gözüm bir karaltıya takıldı, hayal mi görüyorum diye bir daha baktım. Gördüğüm gerçekti, masal filmlerinde gördüğümüz şatoların bir benzeri parkın içinde yer alıyordu. Biraz ötesinde bir göl, onun kıyısında Karayip Korsanları filminden hatırladığımız korsan gemilerinden biri, biraz ileride Nuh’un gemisi, vs. derken girdiğimiz yerin parktan öte bir yer olduğunu anlamış oldum. A.B.D. Orlando veya EuroDisney’i görmedim, ama sonradan merak edip internetten resimlerine bakıp kıyasladığımda, inanın Eskişehir’deki şato da korsan gemisi de kesinlikle diğerlerinden çok daha güzel ve gerçekçiydi. Üstelik parktaki Masal Şato’sunun bir özelliği de her kulesinin Türkiye’deki ünlü ve bilinen tarihi eserlerin bir kulesini yansıtmakta oluşuydu. (Galata, Kız Kulesi, Topkapı, Yivli kule vb.)

Sazova’dan bir sonraki durağımız, gelmeden seyrettiğim filmlerden “Usta”nın da çekildiği Şahin Tepesi denilen yerde bulunan ve şehri yukarıdan gören panoramik bir manzaraya sahip Şelale Park idi. Parkın içinde ufak çapta bir şelale, yel değirmeni gibi ilginçlikler yanında oturup bir kahve içip soluklanacağımız kafeteryalar da bulunuyordu.

Daha sonra otelimize gidip biraz dinlendikten sonra, akşam yaklaşırken dışarı çıkıp Eskişehir’i yayan gezmeye başladık. Biraz yürüdükten sonra şehrin merkezini ortadan bölen Porsuk nehri karşımıza çıktı. Yalnız bu sefer suda yüzen gondolları ve  nehir gemilerini görünce şato kadar hazırlıksız yakalanmayacaktık, çünkü nehir üzerinde yapılan düzenlemeler, köprüler, heykeller, havuzlar ile Venedik benzeri bir ambiansın yaratıldığını şehre gelmeden öğrenmiştik. Gerçekten de şehirde Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in (kendisi aynı zamanda Anadolu Üniversite’sinin eski rektörü olur)  gerek akademik kariyeri gerekse uzun yıllardır süren belediye başkanlığı boyunca güzel işlere imza attığı açıktı. Bunların arasında; Türkiye'de ilk renkli TV sisteminin Eskişehir'de kurulması, eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla hazırladığı "Türkiye için Açıköğretim Modeli" projesinin burada hayata geçirilmesi, ülkenin ilk Sinema ve Televizyon Okulu'nun kuruluşunun da Eskişehir'de gerçekleştirilmesi gibi ilkler de yer alıyordu. Eskişehir’i dolaştıkça, Büyükerşen’in ayrıca bir karikatürist ve heykel sanatçısı olduğu ve bu alanlarda eserleri de bulunduğu da göz önüne alındığında şehre bir sanatçının elinin değdiği açıkça görülüyordu.

Porsuk nehrinin çevresinde, cıvıl cıvıl sokaklarda gezintimize devam ederken, havai fişeklerin sesleriyle irkildik. Meğer o hafta sonu şehirde sokak festivali düzenlenmiş, sokakta dans, müzik gösterilerini, nehirden teknelerin üzerinde ellerinde meşalerle geçenleri izleye izleye dolaştık durduk.

Bir şehri şehir yapanın binalar, eserler, parklar kadar insanlar olduğunu da düşünmüşümdür. Eskişehir bu açıdan renkli bir şehir, Üniversite’nin de etkisiyle genç, dinamik ve eğitim yüzeyi yüksek bir nüfusa sahip, dolayısıyla bu durum sokaklara ve şehir yaşamına da yansımış görünüyordu.

Günün sonunda otelimize geri dönerken, yorgunluğun da etkisiyle yolumuzu kaybettiğimizi, önümüzde dikilen “Kütahya yolu” tabelasından anlayıp bir taksiye binmeyi tercih ettik.

Sabah uyanıp kahvaltımızı da ettikten sonra, ilk durağımız Atatürk’e ait eşya ve fotoğrafların da içinde bulunduğu Cumhuriyet Tarihi Müzesi onun ardından da Eskişehir’in meşhur Odunpazarı Evleri oldu. Gerçekten de eski Türk tarzı evlerin aslına uygun biçimde (yaklaşık 250 tanesi restore edilmiş, 500’ünün daha restorasyonu planlanmakta) bir şekilde bulunduğu mahalle hepimizin ilgisini çekti. Evlerin kimisi butik otel, kimisi restoran olmuştu, kimilerinde de eski sahipleri yaşamaktaydı.

Şehrin ilk yerleşim yerini oluşturan Odunpazarı evlerini gezdikten sonra, Çağdaş Cam sanatları Müzesi’ne ve ardından da Lületaşı Müzesi’ne uğradık. Gerçekten de ustalarının lületaşını nasıl işleyip neler yaptıklarını görseniz siz de bizim kadar hayret ederdiniz. Müzenin yanında lületaşından yapılmış ürünleri satın alabileceğimiz dükkanlar da bulunuyordu. Bir sonraki durağımız Atlıhan El Sanatları Çarşısı’nda da benzer el işi ürünleri görüp beğenme imkanımız oldu. Bu arada Çarşı’nın karşısında bulunan Eriş adlı dükkandan Eskişehir’in meşhur Met helvasını almayı da unutmadık, ürün ismini 1920’li yıllarda dönemin sevilen oyunu met-değnekten almış. Bu oyunda kullanılan iki çubuktan kısa olanına ‘met’ denirmiş. Helvanın şekli o çubuğa benzediği için adı met helvası olarak kalmış, bildiğimiz pişmaniyenin preslenip çubuk haline getirilmiş şekli olarak düşünebilirsiniz.

Daha sonra rehberimiz bizi, içinde Belediye'ye ait bir tiyatro salonunu barındıran, çeşitli dükkanlar, barlar, kafe ve restorantların da bulunduğu ve Eskisehir Belediye'sinin kentsel dönüşüm projesi kapsamında bir diğer başarılı çalışması olan, eski Hal binasının restorasyonu ile oluşturulmuş Haller Gençlik Merkezi’ne götürdü. Gerçekten bina içiyle dışıyla çok karakteristik bir görünüme sahipti, bana Orta Avrupa binalarını ve Almanya’da ilk bahar şenliklerinin (faşing) yapıldığı mekanları anımsattı. Bu arada gitmişken Mazlumlar’da su muhallebisi veya kazandibi yemenizi de özellikle tavsiye ederim.

Gezimizde son olarak Kentpark’ı ziyaret ettik. İçinde büyük renkli balıkların oynaştığı büyük bir göletin çevresinde konuşlanmış olan parkın bizim için en ilginç yönü parkın içinde yer alan ve eni konu bir kumsala sahip olan plajdı. Evet şehir yönetimi deniz zevkini de getirip halkın kullanımına sunmuştu deniz olmayan Eskişehir’de…

Bu ilginç ve güzel şehirde geçirdiğimiz iki günü sizlere yukarıda anlatmaya çalıştım, umarım biraz olsun kentin ruhunu sizlere yansıtabilmişimdir.

Yazar Paul Auster’ın yazıp yönettiği “Köprüdeki Lulu” filminin başında Mira Sorvino’nun sesinden kısa bir şarkı dinleriz. İlk cümleleri şöyledir “Kapat gözlerini ve bak bana, kilitle kapıyı ve özgür kıl kendini, eğer yaşarsan rüyanı benimle, rüyalar gerçek olabilir”.

Siz de kendi rüyalarınızı yaşamak istiyorsanız, Anadolu’da rüyaların gerçekleştiği bir kent, Eskişehir sizi bekliyor…

Sevgiyle,

 

Yazıda adı geçen eserler:

Filmler:

Şafak Bekçileri- 1963, Yönetmen: Halit Refiğ, Ören Film

Devrim Arabaları- 2008, Yönetmen: Tolga Örnek, Ekip Film

Usta -2009, Yönetmen: Bahadır Karataş, Filmpark

Adını sen koy – 2009, Yönetmen: Tuna Kiremitçi, Elizi Film

Lulu on the bridge- 1998, Yönetmen: Paul Auster, Capitol Films

-----------------------------

Kitap:

Git kendini çok sevdirmeden- 2002, Tuna Kiremitçi, Doğan Kitap

 
Toplam blog
: 17
: 487
Kayıt tarihi
: 22.03.16
 
 

Okur yazar, Kadıköy'lü... ..