Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '12

 
Kategori
İstanbul
 

Anadolu Yakası

Anadolu Yakası
 

alıntıdır


İstanbul ikiye ayrılır, Boğaz'ın doğusunda kalan kısmına Anadolu Yakası, batısında kalan kısmına ise Avrupa Yakası denir.

Ben Anadolu Yakası çocuğuyum. Eski İstanbul'un eski semtlerinden Üsküdar'da doğdum. Kırk altı yıldır burada yaşıyorum. Hayatımın iki yılında okul dolayısıyla geceli gündüzlü Adapazarı'nda, yirmi iki yıl da iş dolayısıyla gündüzleri karşıda yaşadım. Biz İstanbullular hangi yakada yaşıyorsak diğerine 'karşı' deriz. Benim için de Avrupa Yakası 'karşı'dır bu yüzden.

Yani, aslına bakarsanız hayatımın büyük bölümünü Üsküdar dışında geçirmişim. Buna rağmen karşı tarafa hiç bir zaman ısınamadım. Üstelik karşı tarafın semt ve ilçelerini yaşadığım yerdekilerden daha fazla biliyorum. Çoğunlukla iş, bazen de gezmek yoluyla daha fazla dolaştım oralarda. En eski yerleşim yeri Tarihi Yarımada başta olmak üzere, en batıda Avcılar, Beylikdüzü, en kuzeyde Etiler, Sarıyer dahil bilmediğim yer yok gibidir.

Ama yok, Bizim taraf gibisi yok. Benim için Anadolu Yakası asıl yaşanılan yer, yani EV, Avrupa Yakası ise İŞ merkezi olmuştur. EV derken kendi evimi anlamayın, karşı taraftan dönüşte bizim taraftan hangi semte ayak basarsam basayım evime gelmiş gibi hissederim kendimi. Yabancılık hissetmediğim, kimseden zarar görmeyeceğimi düşündüğüm, herkesin tanıdık gibi göründüğü kocaman bir ev sanki burası bana.

Zaten Üsküdar'da sahilde oturup gözünüzün alabildiğine şöyle bir bakınca, (Tarihi Yarımada'yı es geçin) karşınızda koca koca binalar görürsünüz. Hiç sevimli gelmez bunlar insana. Betonu çok, yeşili az manzara iter sizi, uzaklaştırır. Oysa bir de tersini denerseniz göreceğiniz manzara nasıl da farklılaşır. Daha fazla yeşil alan, daha küçük ve estetik yapılar vardır bu manzarada. Boğaz'ın Anadolu kıyısındaki yalılar bile daha bir sade, adeta alçak gönüllüdür.

Semtlerinin, ilçelerinin isimleri bile güzeldir. Moda diye bir semti vardır mesela, Kadıköy ilçesindeki Moda'nın tarihi İstanbul tarihinden de eskiye dayanır. Burada yaşayan ilk uygarlığın Fenike uygarlığı olduğu yazıyor kaynaklarda. On dokuzuncu yüzyılda Avrupa'dan gelen azınlıkların, özellikle de İngilizler'in yerleştiği yer olan Moda günümüze kadar Rumlar, bürokratlar, sanatçılar ve bilimadamlarının da burayı yaşam alanı olarak seçmesiyle entelektüel bir semt olma özelliğini kazanmıştır.

Benim için ise Moda, kadınlar plajı demektir. Yetmişli yılların başında, henüz ilkokula yeni başladığım yıllarda, her yaz hafta sonları halam alırdı beni ve kız kardeşimi doğru Moda'ya kadınlar plajına. Etrafı tahta perdelerle çevrili bir alandı kadınlar kısmı. Ne eğlenirdik orada, güzellik yarışmaları bile düzenlenirdi, hey gidi günler...

Üsküdar'ımızda da plaj vardı tabi, meşhur Salacak Plajı ama, ben ona çok ucundan yetişebildim, hatırladığım, Kız Kulesi'nin karşısında kumluk uzun bir sahil ve kayıklar. Babam kayık kiralar annem ve kardeşlerimle birlikte gezdirirdi bizi. Kayıktan denize elimi sokup deniz analarını kucakladığımı da hatırlıyorum.

Küçüksu Plajı'nı ise sevmezdim, çünkü deniz suyu burada daha soğuk ve denizin içi taş dolu olurdu. Oysa Küçüksu adı da bir isemt için ne güzel bir addır.

Anadolu Yakası'nın Marmara Denizi sahili boydan boya plaj doluydu. Caddebostan, Suadiye, Bostancı, Süreyyaplajı, Kartal Nizam Plajı, İçmeler, Tuzla. En çok İçmeler'e giderdik ailece. Piknikle karışık deniz sefası yapardık.

İstanbul'da en son Kartal Nizam plajına gittim, sonrası yok. O da sanırım seksenli yılların en başında, ben hâlâ çocukken yani.

Yazık, güzelim denizin kıymetini bilmeyip çöplüğe çevirip girilemez hale getirdik. Çok yazık.

Neyse üzülüp dövünmeyi bırakayım da diğer semtlere geçeyim, yoksa yazı Anadolu Yakası diye başladı, İstanbul'un plajları olup çıkacak neredeyse.

Üsküdar meydanından kuzeye doğru çıkalım, önce Kuzguncuk çıkar karşımıza, isme bakar mısınız, nasıl şiirli bir isim. Zaten şiirimizin büyük ustası Can Yücel'in yaşamının büyük bölümünü geçirdiği yerdir burası. Üç büyük dinin de birleştiği, cami, sinagog ve klisenin yan yana durduğu yerdir de aynı zamanda.

Sonra Beylerbeyi vardır sırada. Sultan abdülaziz'in 1865 yılında yaptırttığı sarayıyla, Sultan I. Abdülhamit'in yaptırttığı camisiyle, balık lokantalarıyla şirin bir sahili vardır.

Devamındaki Çengelköy ise tipik bir Boğaz köyü olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Çengelköy hıyarı da denen küçük, taptaze bademleri günümüzde de çok meşhurdur ve kapış kapış satılmaktadır.

Beykoz'a kadar sıra sıra küçük ve şirin semtler uzanır. Kuleli, Vaniköy, Kandilli, Kanlıca, Paşabahçe. Kuleli'nin askeri lisesi, Kanlıca'nın yoğurdu meşhurdur. Kandilli'nin de kız lisesi. Paşabahçe'deki cam ve Tekel'in rakı fabrikaları ise kapandı çoktan. Şimdi arazilerine paha biçilemiyor.

Beykoz'a gelince, gerçekten bir köydür burası, büyük bir köy. İnsanlarının hâlâ eski komşuluk ilişkilerini sürdürdükleri, küçük bahçeli evlerde yaşadıkları, yemyeşil çok güzel bir yerdir.

Peşinden turistik birer balıkçı köyü olan Anadolu Kavağı ve Poyraz gelir. Ve Anadolu Feneri'yle son bulur Anadolu Yakası'nın sınırları. Burada Boğaz, Karadeniz'le birleşir.

Bizim taraf bir başkadır yani.

Ama ben tüm İstanbul'u bütün sıkıntıları ve çirkinliklerine rağmen seviyorum, çünkü bu çirkinliklerin arkasındaki güzellikleri görüyorum. Cami yıkılsa da mihrabın yerinde olduğu kısmını.

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..