Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mart '12

 
Kategori
Felsefe
 

Anahtar Birey...

Anahtar Birey...
 

Anahtar birey mi? Bir dilemma’nın iki ucu gibi . bir ucunda “bireycilik”, bir ucunda “toplumculuk”… Acaba bir tahtaravalli bu şekilde dengelenebilir mi? Hiç alakası yok. Bu kavramlar bam başka alemleri temsil ederler ve bir birlerine zıttırlar; onun için bir araya getirilmeleri bile mümkün değildir, demek mi gerekir.

Bir ucundaki kavramı, açıklayabilmek anlayabilmek için bizim mahallenin çocukları az kavga vermediler. “Toplumculuk” veya “Sosyalizm” … Bir zamanlar bu kavramların envai türlüsü değişik şekillerde telaffuz edilir; gençler bunları birbirlerine anlatmak için yok Lenin’den, yok Marks’dan ve daha kadim filozoflardan örnekler getirirler ve sonunda birbirlerini öldürürlerdi. Bir ara Toplumcu bir devlet Sovyetler Birliğinde kurulur gibi oldu ama onun Sosyalizm değil, aslında Stalinizm olduğu sonradan anlaşıldı. Tabii bu korku imparatorluğunun getirdiği ve götürdüğü yüzbinlerce insan pahasına… Sonra, O da yıkılda, İmparatorluk da… Geriye ne kaldı?

Arkadaşım, ta uzaklardan sesleniyor , diyor ki “Birey” kaldı… Öyle mi? Yani “Bireycilik” , “Individualism” Öyle mi? Yani “insanı” kurtarırsan, herkes kurtulacakmış , gibi… İnanç mı, yoksa gerçek mi? Yoksa onların inandığı düşünce; “Birey” i kurtarıyoruz, derken, bir “Yeni Amerikan rüyası” peşinde koşarken bir çeşit “utilitarianism” saplanıp kalmak olmasın. Veya onun da mek parmak ötesi olan “Pragmatism” e saplanıp kalmak, olmasın…

Böyle bir sistemin oluşturduğu bir dünya nasıl olur ki?

Koca bir apartman; herkes girer çıkar ama kimse kimseyi tanımaz. Tendürdiyot almak için bile komşunun kapısını çalamazsın… Herkes, “bireysel” ya da “bireyci” hayatlarını sürdürür giderler. Herkes birbirinden korkmasa bile çokça çekinir. Kimse kimseye güvenmez. Onun için kolay kolay evlenemezler; evlenseler bile hemen boşanırlar. Aileye inanmadıklarından dolayı, çocuk yapmazlar… Herkes kendi yolunda bir yabancı gibi…

Şimdi arkadaşım diyecek ki, “ama sağlam bir devlet yapısı vardır; devlet insanı korur; hasta olsan , hemen telefon edersin, bir ambulans gelir seni alır; ve sana bakılır , her türlü tedbir alınır…”  Onun için o memleketin sokaklarında evsizler yatmıyor öyle mi? Hepimiz biliyoruz en zengin sayılan ülkelerin bile sokaklarında binlerce sokakta yatan insan var. Çoğu kez, devlet de , insanlar da bunların önlerinden geçip gidiyorlar.

Bir de başınızı çevirip, Anadoluya bakın…

“Gaziantepli Mehmet Tekerlek, 41 yıldır işyerlerinden artan yemek ve sebzeleri toplayarak ihtiyaç sahiplerine küçük arabasıyla  dağıtıyor. Adamın bütün işi gücü  bu…Gaziantep'te 41 senedir her sabah, hiç üşenmeden, bir gece önce pastane ve diğer yemekhanelerden topladığı yardım malzemelerini fakirlere dağıtan şahıs. ayrıca telefon, elektrik, su faturalarını ödeyemeyenlere de yardımcı olup faturaları ertesi gün ödüyor. Beyaz bir minibüsü var, üstünde ise “topla dağıt dinsin ağıt”  yazıyor.”  İyi mi? Bunun gibi nice öyküler var.

Bu ne bu? Bireycilik değil mi? Kavramlar öylesine karışıyor ki…

Gaziantep’de öğretmenlik yaparken bir Amerikalı arkadaşımı aldım; gitmesi gereken yere arabamla götürdüm bıraktım. Giderken, “John, epeydir Türkiye’desin, iyi de para kazanıyorsun,  artık bir araba niye almıyorsun?” diye sormak gafletinde bulundum. Bana ne desin:
“Sonra ben de senin gibi enayilik yapıp , başkalarını sağa sola beleş taşımak için mi araba alayım? Gereği yok !” dedi. Ve bunu ciddi ciddi yüzüme gülerek söyledi. Tabii, ben buz gibi oldum, ama yapacak bir şey yoktu… İşte tipik bir “bireyci” batı insanı… Yanılıyor muyum?

Birey ve bireycilik ha… Evet, tabii, Devlet bireyin bütün haklarını garanti altına almalıdır; bireyi etkin kılmak için; politik süreçlere katılması için teşvik etmeli ve ona garantiler sağlamalıdır. Vatandaş yaşadığı sürece, istikbalini garanti görmeli, ve mutlu bir şekilde eğitilmeli; yaşamalıdır…

Ama, Bireyciliğin bir ucu da “Yabancılaşmaya” çıkmıyor mu? Herkes hür, herkes bağımsız, bağsız; aile bağları kopmuş; toplumsal bağlar gevşek… İnsanlar tek başlarına yaşayıp gidiyorlar… Yeter mi? Böyle bir yaşam, ideal bir yaşam mıdır?

Bir orta Anadolu köyündeki bir kahvedeki samimi sohbet, hangi Amerikan meyhanesinde vardır?

Bireyciliği ben kolay kolay anlayamıyacağım, savunamıyacağım. Her şey birey’den ve onun haklarını savunmaktan geçer… Kadının, gençlerin, tutuklu olanların; serbest olanların, askerlerin, sivillerin… Herkesin herkesin haklarını savunmaktan…

Ama her şeyden önce insanoğlunun, ilk önce kendi kendini savunacak bilince ulaşması gerekmez mi? İnsan kendini savunamazsa onu kim savunabilir?

Bireycilik demek, bana göre, ister birey de, ister kişi de, veya vatandaş olan bir insanın Özgürlüğün değerine inanması, bir toplumun içinde demokratik haklarına sahip çıkması, demektir… Bunun için de herhalde epey zaman gerekir… Özgürlüğün anlaşılmasının ve Demokrasinin değerinin  bilinmesinin ön koşulu ise , EĞİTİM’dir. Hem de Laik Eğitim… Gerisi, geri kafaların uydurduğu hikayelere inanan saflardır… Onların oluşturduğu bir toplumdan ne çıkar ki…?

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..