Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '13

 
Kategori
Anne-Babalar
 

Analı, çocuklu

Analı, çocuklu
 

Bu aralar annemin bizi yetiştirme tarzı ile benim kızımı yetiştirme tarzım arasında düşünüp duruyorum. Korkarım benim tarzım kızımın üstünde fazla etkili olmadığı gibi “ asla annemin bana yaptıklarını kendi çocuğuma yapmayacağım” dediğim her şeyi fazlasıyla yapar oldum. 21 yaşındaki kıza ısrarla dişini fırçaladın mı, akşam kaçta evde olursun, bilmem kimle hala görüşüyor musun, kim aradı, erkek arkadaşın şunu mu dedi,  bu kıyafetle mi çıkacaksın, sınav sonuçların belli oldu mu gibi üstüme vazife olmayan ( ona göre) ve onu yoran (bana göre) sorular soruyorum. Bu gereksiz soruların cevabını çoğunlukla alamadığımı düşünürsek sanırım ya soruların şeklini değiştirmem ya da erken emekli olup güneye yerleşmem gerekiyor. Yine buna da şükür. Yeni nesil anneleri görünce “ben normalmişim demeye başladım.

Çevremde ki 30 lu yaşlarda yeni çocuk sahibi olan arkadaşları gördükçe ileride başlarına gelecekleri düşünüyorum ve içim kan ağlıyor. Kim yetiştirdi bunları, kimden ders aldılar bu kadar acayiplikler yapsınlar diye bilmiyorum. En çok ta yetiştirdikleri çocuklar neye benzeyecek onu merak ediyorum ama çok normal olmayacakları kesin. Buyurun size yaşanmış birkaç olay…

Her şeyden önce onlar çocuk değil birer birey diyor yeni nesil. Haklılar da ama bir yere kadar.  Evde ne sorun olursa onların da bilmeye ve çözüme ortak olmaya hakları varmış. Yani 3-4 yaşında ki çocukları ebeveynler karşılarına alıyorlar ve “ tatlım bak sana ne diyeceğim; baban beni aldattı ( ya da annen ) ve evi terk edip o insanla yaşamaya gidiyor. Nafaka vermemeyi tercih ediyormuş. Bundan sonrası için senin bir fikrin var mı canım? Seni tam gün bir kreşe gönderip 2 işte birden mi çalışayım yoksa aynı şartlarda yaşayabilmemiz için yeniden mi evleneyim? Ne dersin çocuğum? Senin de fikrin önemli. Ama sen yine de onu seveceksin o senin baban ( ya da annen). Sakın ona saygını kaybetme ama olur mu canımın içi”! Açık ve net konuşacakmışız, onların her şeyi bilmeye hakkı varmış. Tabii bizim de o yaşta çocuğa en ağır travmayı yaşatıp, en ağır misyonları yükleme hakkımız var.

Biz hayatımızı bebeğe göre değiştirmeyecekmişiz, bebek bizim hayatımıza adapte olacakmış. Yani biz çocuğu sırtımıza alıp tam gaz gece eğlencelerine devam edeceğiz. Ev de hiçbir şeyin yerini değiştirmeyeceğiz. Çocuk yaşadıklarından ders çıkarıp doğru ya da yanlış olduğunu anlayacak biz müdahale etmeyeceğiz. Bebek 8 aylık ve emekliyor. Evin içinde boyumun yarısı dalların ucunda nakış iğnesinden kalın iğneleri olan bir kaktüs var. Bebek oraya doğru hamle yaptıkça ben “ Ayy , aman “ şeklinde yerimden fırlıyorum. Eşi yabancı olan anne hiç oralı değil. Ben zıpladıkça bana “ bir şey olmaz, bir kere canı yanarsa bir daha gitmez oraya” diyor. “Hımm evet o diken gözüne girer kör olursa bir daha yapmaz haklısın; hatta biz atalım çocuğu kaktüsün üstüne 2 gözü de çıksın bir daha çayır çimen istemez artık!  Bu annenin yabancı olan eşi annenin bebeği emzirmesini de istememişti. Haksız rekabet oluyormuş, emzirme çocuğu anneye daha çok bağlıyormuş, anneyle olan bu yakınlık babayla olamayacağı için bebeği emzirmediler. Çocuk doğuştan kısmetsiz ne yapsın ona da böyleleri denk geldi işte. Büyüyünce onun bunun çocuğu diyecekler yüksek ihtimal.

Bunların başka modelleri de var. Karı koca Amerika da eğitim alıp orada evlenmişler. Bebeği orada doğurup buraya yerleştiler. İlk iş her iki tarafta ailelerine torunlarını görmeleri için sıraya koydu. Haftada 1 gün 2 saat babaneler, haftada 1 gün 2 saat ananeler! Amaç çocuğa müdahale etmelerini önlemekmiş. Anneleri de onları da öyle büyüttü ya kızgınlıklarından torunlarını esirgiyorlar. Çocuk 6-7 aylıkken hayırlı olsun’ a gittik. İstanbul da kar yağıyor ve bunların evine doğalgaz yeni bağlanıyormuş henüz çalışmıyor. Evde elektrikli ısıtıcılar var ama çocuk çıplak! Üstünde bir uzun kollu penye body bacaklar çıplak ve ayağında pamuklu bir ince çorap. Burnu akıp hapşırdıkça ben dayanamayıp “ acaba bir hırkamı giydirsek?” diyorum. Anne, ana kucağında yatan bebeğe şöyle bir bakıp “ yok ya o öyle mutlu” diyor. Az sonra bebeğin yüzü kızarmaya ve ağlamaya başlıyor. Belli ki ateşi çıktı. Ben yine şuursuzca atlıyorum “ acaba bir battaniye örtüp, doktorunu mu arasanız?” Anne yine bakıyor ve “yok ya mutludur benim kızım sıkıntı yok” diyor. İçimden “ neyse ki mutlu ölecek çocuk “ diyorum.

Bir de parklarda plajlarda görüyorum anneler 2 yaşındaki çocuklara tutturuyorlar oyuncağını paylaşacaksın diye. Yahu niye onun için kıymetli olan bir şeyi hem de hiç tanımadığı başka bir çocukla paylaşsın ki? Ben olsam ben de paylaşmam. Anaları babaları kendilerine kıymetli olanı başkalarıyla paylaşıyor mu? Arabaları, tek taşları paylaşıma açık mı? Niyedir bu çocuğuna özel olan bir şeyi bir şeyi başkasına verme dayatmaları hiç anlamadım. Kendi isterse gider verir zaten.

Bunlar mı doğru ben mi doğruyum bilemiyorum ama belli ki ortada sağlam bir yanlış var. Ben hala benimle geçireceği zamanların ne kadar kısıtlı olduğunu düşünüp elimden geldiğince sarılmanın kucaklamanın, onunla vakit geçirmenin fırsatını kolluyorum . Bizimle geçirecekleri vakitler büyüdükçe azalıyor çünkü.

Çocuk dediğin beni doğur demez. Özen ister, sevgi ister, sarılıp kucaklanmak ister, şefkat ister, sabır ister, iyi niyet ister, ister de ister. Her şeyden önce vicdanlı, mantıklı ebeveynleri hak eder. Siz her ne kadar ben kendi kurallarımla yetiştireceğim deseniz de kader kısmet denilen önüne geçemediğimiz bir gerçek var. Her çocuk kendi kısmetiyle doğar ve size sadece elinizden gelen özeni gösterip, içinizde ki tüm sevgiyi verdikten sonra sadece yolunun açık olması için dua etmek kalır. Fırsatınız varken okşayın, sarılın, koruyun, kucağınızda ki doyumsuz sıcaklığın keyfini çıkarın derim ben.

 
Toplam blog
: 34
: 1744
Kayıt tarihi
: 03.10.13
 
 

45 yaşını aşmış, yetişkin bir kızı olan, çalışan bekar bir anneyim. Hayatın esprili, güzel ve ren..