Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Analiz - bugünkü Yunanistan galibiyeti, yarın için neden çok önemlidir?

Analiz - bugünkü Yunanistan galibiyeti, yarın için neden çok önemlidir?
 

Cumartesi gecesi Atina’ da, Yunan Milli takımına karşı dış sahada alınmış 4-1’ lik tarihi galibiyet, Türk insanın, zorun zoru geldiğinde ve artık bıçak kemiğe dayandığında neler yapabileceğinin en güzel örneği olması açısından, çok büyük bir önem taşıyor. Ve Türk insanı, son yıllarda yine bir köşeye sıkışmışlık içindedir. Bu spor olayında, Türk insanına ve atalarına en güzel armağanlardan biri verildi. Maç sonrası yapılan basın toplantısında, Türk Milli takımının yürekli Teknik direktörü Fatih Terim’ in de vurguladığı gibi, bir sürü olumsuzluklara ve maddi-manevi engellere rağmen sosyo-kültürel yanı ağır basan bir maç kazanılmıştır. Bu maç, pek çok Türk ve Yunanlıya göre, milletlerin birbirine üstünlük sağlamak için çıktığı bir meydan savaşı niteliğindeydi. Sporun uygar dünya barışına ve milletler arasındaki dostluğa katkıları olduğu, yüzyıllardır bilinen bir gerçek. Ancak, fakir ya da gelişmekte olan ülkelerde insanların tek ekmek kapısı olan futbol başta olmak üzere, güreş, halter, boks, basketbol ve voleybol gibi spor dallarındaki bireysel başarılar, Türklerin dünyadaki yalnızlığında, yıllardır yaşadığı siyasi ve ekonomik ezilmişliğe isyanını ifade edebildiği birkaç çıkış yolundan biri olmuştur.

Barışçı ama mücadeleci bir milli ruh içinde bile, bireysel başarıların kendi başına fazla bir anlam ifade edemediği gerçeğini, Türk insanı uzun yıllar görememiştir. Ama son zamanlarda, Türk futboluna, dünyada “ilk Avrupalı Türk takımı olma ünvanı”nıyla tanınan Galatasaray’da, yıllarca antranörlük yapan Jupp Derwall, Karlheinz Feldkamp ve Sepp Piontek gibi Alman teknik direktörlerin ve aynı ekolün devamı olarak, onların yetiştirdiği başta Fatih Terim olmak üzere, diğer futbol takımlarında değişik ekollerden usta teknik adamlarla çalışan ve eğitim gören, Mustafa Denizli, Şenol Güneş ve Ersun Yanal gibi kendi alanlarında başarılı olmuş ya da olmağa aday teknik adamlarımız, gerçekte çok önemli bir milli uyanışın adımlarını uzun bir süreçte atmışlardır. Elbette ki, yine Alman futbol ekolünde filizlenip büyüyen, ama Türkiye’ye gelince mentalite değişikliğinden dolayı kültür şokuna uğrayarak büyük bir uyum savaşı veren gurbetçi sporcularımızın da bugünkü başarılardaki yerlerini unutmamak gerekiyor. Akdenizli olmanın verdiği ateşli futbol sevgisi ve Brazilya futbolunun, Türkiye’deki yetenekli sporcular üzerindeki büyük etkisinin, Türk futbolunun estetik yapısına şekil verdiği de bir başka gerçektir. Türk insanın, masabaşlarında Avrupalı’ya karşı kaybettiği bütün mücadelelerin tek tesellisi, ya savaş zamanı cephelerde ve savaş meydanlarında, ya da barış zamanı stadyumlarda ve spor salonlarında, milli bir ruh ve aynı davaya yürekten inananların toplu bir mücadelesi sonucu gelen, mucizevi zaferler olmuştur.

Ne yazık ki, Türk insanın binbir emekle kazandığı başarıların getirisi bir mirasyedi vurdumduymazlığında harcanmış ve hiç bir gelecek başarıya temel oluşturmamıştır. Başarılarımız geçiçi olmuş, sevinçlerimiz hep kursağımızda kalmıştır. Bireysel olarak çok yetenekli olan Türk çocukları ve gençleri, uzun yıllar Almanya ve İngiltere’deki yaşıtları gibi belli bir ekol içinde yetişip, altyapı eğitimi alamadıkları için, önce birer yıldız olarak parlamışlar ve sonra da yoksulluğun parayla buluşmasında, ibretlik bir şekilde sönüp gitmişlerdir. Böylece, Türk milli takımlarının aldığı başarılar da, hep günlük ve geçici başarılar olarak spor tarihimize geçmiştir.

Duygusal Türk sporcusunun, teknik heyetinin, yöneticisinin ve seyircisinin, bir futbol maçının sadece doksan dakikadan ibaret olmadığını ve sürekli başarıların aslında bir altyapı eğitiminin sonucu gerçekleştiğini anlaması, çok uzun yıllar almıştır. Türk insanı, yürekten motive olduğu ve inandığı hiç bir davayı kaybetmemiştir. Ancak, bugüne kadar verdiğimiz bütün mücadelelerde, önümüzde üç önemli sorun vardı: birincisi, başladığımız işi bitiremememiz; ikincisi, istikrarsızlık ve üçünsüsü de, “toplum olarak ya da takım halinde düşünüp hareket edememe” hastalığımızdır.

“Türk gibi başla ama Alman gibi bitir” demek yetmez

Her başladığı işte çevresindekilere parmak ısırttıran, yetenekli ve zeki Türk insanı, ne yazık ki, başladığı çoğu işin sonundaki başarıyı görme sabrına sahip değildir. O yüzden, çok iyi oynadığımız ama sonuca bir türlü ulaşamadığımız yüzlerce futbol maçı ya da spor karşılaşması olmuştur. Her maç öncesi, zamanı durdurup heyecanla televizyonun karşısına oturan ve stadyumda okunan İstiklal Marşı sırasında ayağa kalkan tüyleri diken diken olmuş bir Türk’ün “makus talihi” hep aynıydı. Ertesi günü gazete manşetlerinde “Türkiye -0 : İngiltere -8”, “İyi oynadık ama kaybettik” gibi Türk insanın yaşamını karartan haberleri görmek adeta bir yaşam tarzı olmuştu. Maçın doksan dakika olduğunu unutup, zihniyet olarak, maçı tek yarı oynayan bir ülke insanın olayı o anda kaybetmesinden doğal bir şey olamazdı zaten. Almanların dünyaca bilinen ekolünün temelindeki “makina düzeni”, “çelik sinirleri” ve “son dakikada bile pes etmemek” felsefesinin rüzgarında Türk sporcusu “sürekli çalışmak, irade ve disiplin” kavramlarıyla yeniden karşılaşmıştır. Ama ölüm döşeğindeyken bile bileği bükülemeyen “hasta adam”ın onların yüzünden Birinci Dünya Savaşında yenik ilan edilip Mondros ve Serv facialarına sürüklenmesi, bize şunu göstermiştir: “Türk gibi başlayıp Atatürk gibi bitireceksin.” Atatürk’ün vefatından sonraki yıllarda ortaya çıkan, Türk’ün hafıza zayıflığı, tarihini onurlandıran ve karekterinin gereği ruhunda barındırdığı pek çok kavramı unutmasına neden olurken, yarım bıraktığı her iş onu “başarıya hasret kalanlar” grubundan çıkamamasına neden olmuştur. Bu gruptan çıkamamanın faturalarını, hala bütün dünya Türkleri olarak ödüyoruz. Artık başladığımız işi bitirmek zorundayız. Gazi Mustafa Kemal ve süvarilerinin meşaleşini yaktığı ‘laik ve bağımsız’ bir cumhuriyetin devamını sağlamanın, Atina’daki stadyumda, bütün eksikliklere, seyirci baskısı, hakaret ve diğer olumsuzluklara rağmen, Türk sporcusunun verdiği onur mücadelesinden anlam bakımından hiç farkı yoktur. Teknik direktör Fatih Terim’in öğrencilerine yaptığı gibi, liderliği üstünecek, cesur ve milli davaya inanan insanlara gerek var. Mesaj açıktır...

Türk sporunu kemiren ikinci büyük hastalık olan istikrarsızlık, Galatasaray’ın yine Fatih Terim önderliğinde kazandığı UEFA Kupası ve Süper Kupa’nın başarısını ve getirilerini hızla eritmiş ve Türk futbolunun dünyaya açılan kapısını yine kapatmıştır. Bu, Türk sporcusunun özgüvenine de ağır bir darbe indirmiştir. Geleceği düşünemeyen ve günlük başarılarda, sadece kendine sermaye bulan klüp yöneticileri ve idareciler, büyük komisyonlar ve transfer paralarıyla alınan ‘beş para etmez’, ‘paragöz’ yabancı futbolcular, teknik direktörler ve bu kokuşmuşluk içinde, kulüpler arasındaki rekabeti Türkiy’nin iç savaşı haline dönüştürüp milli davayı tamamen unutan, tribünleri işgal eden ‘ahlaksızlar’, ‘fanatik-ötesi insan kasapları’, ‘ayak takımı’ ve onlara çanak açanlar, Türklüğe yakışmayacak şekilde hareket ederek, gerçekte vatana ihanet etmişlerdir. Bir sürü kıro, cahil ve işbilmez yönetici ve bürokrat, Türk futbolunun tarihi ve mili başarılarına (ki bu başarıların spor olayı olmasının çok ötesinde, Türk insanının yaşamına maddi ve manevi getirileri vardır) kökünden balta vurmuşlardır. İşte böyle bir gerileme döneminin ortasında, Atina’daki zaferi gerçekleştiren, Fatih Terim yönetimindeki millilerimiz, arka arkaya 4 galibiyet alarak istikrarlı bir seri çıkışı başlatmışlardır. Bu, hem Türk futbolu hem de Türkiye’nin AB ve dünya siyasetindeki yerini, sporun siyasetçiler ve diğer toplumlar üzerindeki etkisini göstermesi açısından, Türkiye adına çok önemli bir adımdır. Dikkat edilirse, sürekli başarılara imza atan ülkelerin, diğer kültürler ve milletler üzerindeki etkileri açıkça görülebilir. Büyümek ve gelişmek için “istikrar” gereklidir. Türkiye, Mustafa Kemal’le başladığı zihniyet devrimini ve bağımsızlık idealini sürdürmek ve geriye dönüşün ifadesi olan, ‘miskinlik’ ve sadece ‘kadercilik felsefesi’ üzerine oturtulmuş bir dünya görüşünden kurtulmak zorundadır. Türk insanın dinamik yapısına ve vatanının geleceğine ters gelen her ekol istikrarsızlık ve hüsran getirecektir. Türk insanı bu zaafiyetlerini yenmeli ve kendine çeki-düzen vermelidir.

Türk insanının, yüzyıllardır bir türlü beceremediği “toplumsal birlik” ve “milli irade”yle hareket etme yetisi, paramparça edilmek üzere olan bir topluma, Atatürk gibi, milyonda bir, hatta yüz milyonda bir çıkan bir karizmatik liderin, “millet” ve “bayrak” kavramlarını sabırla ve azimle öğretmesi sonucunda, 10-15 yıl gibi kısa bir sürede kazandırılmıştır. Gerçekte, Türk toplumunun hamurunda var olan “millet” olma ve “bağımsız” yaşama içgüdüsü, sürekli unutturulmaya çalışılmaktadır. Yunan Milli Futbol Takımı karşısında, Türk Milli Takımının ortaya koyduğu oyun, beraber çalışmanın, milli iradenin ve azmin sonucudur. Bazı yazarların sözünü ettiği o “futbolun ilahları” denen güçler, aslında yüreğiyle milli görevini yapan, takımı için oynayan ve “sporcu” adı verilen insanların ruhlarının ve bedenlerinin ilahi uyumundan başka bir şey değildir. Tanrı, azimle çalışanlara “zafer”i verecektir. Yan gelip yatıp “hep bana, hep bana” diyerek el etek açana değil. Öncelikle, takım halinde oynanan oyunlarda ve toplumsal hareketlerde, bireyler yeteneklerini, içinde yeraldıkları takımın ya da milletin ortak ideali ve davası yönünde geliştirmek zorundadırlar. Yetenekler, insanlığa ve topluma hizmet etmiyorlarsa, bireysel olarak fantaziden öteye gidemezler.

Atina’da, Yunan hükümeti destek vermese de, Türklere karşı duyulan toplumsal kinin yüzlerce yıllık zehiri, bir ısırıkta sokmağa hazırlanan yılanın dişlerinden damlıyordu. O koskoca Yunan bayrağı boşuna açılmadı orada. Yunanlılar, İstiklal Marşı çalınırken yuhalayıp boşuna ıslıklamadılar. O, binlerce su şisesi boşuna yağdırılmadı Türk sporcularının kafalarına... Pankartlarında koca koca puntolarla yazılmış İstanbul’a boşuna “Konstantinopol” demediler... Dünyanın işine gelse de gelmese de, saygı duyduğu biricik Mustafa Kemal’imize boşuna hakaret etmediler. Bu insanların, hangi hedeflere, neden saldırdıkları ortada değil mi? Türk insanı, kafayı kuma gömerek gerçeklerden kaçamaz. Yunanlının Avrupalılığından şüphe etmeyin çünkü Avrupa Eski Yunan ve Roma hayranı olduğu için, Türkiye’ye karşı Yunanlıyla aynı duygular içindedir... Türkler, Avrupa’nın korkulu rüyası Osmanlının torunları olmalarının yanısıra, inançları ve kültürleri nedeniyle, hiçbir zaman Avrupa’ya kabul edilmeyecektir... Düşlerden arınma zamanıdır...

Türk Milli Futbol Takımı şu anda bir daha kolay kolay ele geçmeyecek bir fırsatı yakalamıştır. Gümbür gümbür ilerleme zamanıdır şimdi... Türk milletinin elinde, örnek alınacak bir lider, “ilham” alınacak bir olay ve hizmet edilecek büyük bir dava vardır. Memleketin durumu iç karartıcıdır. İç ve dış güçler, Ulu Önder Atatürk’ün emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni sindirmek için elinden geleni yapmaktadır. Şimdi yükseklere zıplama, kanatlanma zamanıdır... Yükselmek için hızlanmak zorundayız... Artık iki ileri üç geri gitme zamanı değil...

Türkler, diğer milletlerden daha fazla çalışıp, insanlığa yararlı işler yaparak, dünya uygarlığına imza atmak zorundadır. Türkler, Koca Yusuf’u Atlantik’in soğuk sularında acımasızca kaderine terkeden, ama karşılığı vatanın bölünmezliği olan Nobel ödülüyle Pamuk’u göklere çıkaran zihniyetin ikramına ihtiyaç duymazlar. Dünyada, “güce” dayanmayan bir barış yoktur. Siz, maddi ve manevi yönden güçlüyseniz barış ve huzur içinde yaşayabilirsiniz. Zavallı dünyamızdaki son siyasi ve ekonomik gelişmeler, Türklerin neden birlik ve beraberlik içinde olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

İşte bu nedenle, Fatih Terim ve milli takımın sıradışı (ama olması gereken) başarısı, Türkiye’yi hiçbir zaman Avrupalı yapmayacaktır, ama Türk milletini, ayaklar altına alınmağa çalışılan ‘toplumsal onur’una kavuşturacak ve “Avrupa Fatihi” yapacaktır. Türkiye’ye, “Avrupa Birliği” değil, herşeyden önce “Türk Birliği” gerekiyor. Spor karşılaşmalarında kazanmak da var, kaybetmek de. Onurunu ayaklar altına aldırmadan, aynı davaya baş koyarak, birlik içinde kaybetmesini de, kazanmasını da bilen ve sonuç ne olursa olsun, insanlığını yitirmeyen bir Türk takımı ve milleti, evlatlarına umut dolu bir gelecek kapısı açacaktır. Hiç bir koşulda, milli karekterinden özveride bulunmayan, azim ve sabırla yoluna devam eden bir takım yaratmak zorundayız.

Milli Takımın oyuncuları çok ağır bir sorumluluk altındadır. Ama görünen o ki, bunun altından kalkacak güce ve yüreğe sahipler. Ellerinde taşıdıkları o kutsal meşalenin ateşinin sönmesine engel olmak zorundalar. Türk evladı, Frankfurt’taki seyircisiz maçtan da, alnının akıyla çıkıp yoluna devam edecektir... etmek zorundadır. Ve dahası, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’ndan Türk Milli Takımı zaferle ve elinde kupayla çıkmalıdır. Türk insanı, başladığı işi, birlik ve beraberlik içinde bitirip, artık “istikrarlı bir tarih” yazmalıdır.

Türk Milli Takım formasını sırtında taşıma onuru verilen memleket evladına:

Gün gelecek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sporcularına resmi maç yaptırmayanlar, seni Kürdistan Milli Takımı adı altında topladıkları eşkiyaya karşı dünya kupasında aynı grupta maça çıkmağa zorlayacaklar...
Ve gün gelecek, Ermeni Soykırımı yalanını kabul etmediğin için, sana top bile oynattırmayacaklar...

Ama bugün, senin günün Türk evladı...
Senin bayrağın, sırtındaki üniformadır.
Davan ise memleketinin milli onuru ve uygarca yükselişidir...
Avrupa’nın o engizisyon mahkemesi seni daha çok yargılayacak, çıra gibi yakmak için...
Sen, yağmur olacak yağacak, kasırga olup eseceksin; o cehennem ateşini, kendi insanlığınla ve azminle söndüreceksin.
Sanma ki, o koca stadyum gurbetçisiz diye, sessizlik içinde olacak...
Sen, yüreğinin sesini dinle...
Arkanda 70 milyon ve daha nicelerinin seni coşkuyla desteklediğini duyacaksın...
Yüreğine ve ayağına güven...
Başın dik, gönlün huzur içinde olsun...
İşimdi, kanat çırpma, yeni ufuklara açılma, göklerde süzülme zamanıdır...

Seni sevgiyle kucaklıyor, alnından öpüyorum...

Yolun açık olsun Türk evladı....

Alp İçöz, M.A.
Eğitimci Yazar

Copyright© ALP ICOZ-2007

JOURNALTA
The Journal of Turkish Americans

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..