Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '11

 
Kategori
Kitap
 

Anayurt Oteli

Anayurt Oteli
 

Bir kadın gelecek ve güzel bir aşk başlayacak. Kadını hep bekledi Zebercet. Köyden iki gencin gelip, kadının unuttuğu, siyahlı, kırmızılı, sarılı el havlusunu isteyene kadar. Ondan öncesinde bu havlu Zebercet için çok önemliydi. … sonraları bir değeri kalmadı umudun tükenişi ile birlikte…

Ne ölmeyi ne de yaşamayı hak edenlerin romanı.

Sadece Zebercet değil, ailesinin, konağın hazin sonu da işlenmiş.

Yıllar önce filmini izlemiştim. Ama hayal meyal aklımda kalmış. Belki de ben filmin hakkını vererek izlememiştim. Ya da filmi izlemeye müsait ruh halinde değildim.

Romanda Zebercet’in beklediği kadının, kırmızı, sarılı, siyahlı havlusunu , horoz dövüşündeki horozlarla eşitlemesi. Ve romanda horoza dair bi saptama, erkeğe ait bi saptama aslında.

Şaşalı günlerinde konakta yaşayan her aile üyesinin mutsuzlukları, ve Zebercet’in yalnızlığı, yalnızlıktan mı olduğunu pek de kestiremediğim psikolojik bozukluğu. Belki de geçici ilişkilerden dolayı, kendi psikolojisini çökerten bi ruh hali.

Türk edebiyatının en karamsar, en çirkin, en kirli, en kendine yabancılaşmış karakterin olduğu bi roman. Romanda güzel olan bir şey yok. Çirkinliğin bu kadar diplemesi sizi oldukça etkiliyor. Etkisinden kurtulamıyor insan. Bu kadar çirkinlik, insan psikolojisini bu kadar güzel işleyen bi romana rastlamadım . Çirkinlikden, karamsarlıktan, yalnızlıktan böylesi güzel, akıcı, bir roman yazabilmek her yazarın harcı değildir.

Yaşamayan insanların, yaşayan insanlar üzerindeki etkisi. Ve intihara giderken traş olmak, yerdeki tahta döşeme hakkında fikir yürütmek, hangi ormandan, kimlerin bu keresteleri kestiğini, kimin çaktığını düşünmek.

Romanda geçen tarihlerin, tesadüfi olmadığını düşünüyorum. Göndermeli tarihler bunlar.

Yusuf Atılgan anlatıyor:

Manisa’da ‘Anavatan Oteli’ diye bir yer vardı. Babamla Manisa’ya her gidişimizde Anavatan Oteli’nde kalırdık. Çünkü otelin sahibi babamın iyi arkadaşıydı. Oteli de Zebercet Efendi ile oğlu Ahmet işletirdi, romandakinin tersine. Birgün bu oteli yazma isteği doğdu içime. O sıralar arkadaşlarla Birgi’ye gideceğiz. Gece Aydın’da bir otelde kaldık. Bu otel işte. Kapıdan giriliyor, karşıda yukarıya çıkan bir merdiven var. Katibin yeri de bu merdiven aslında. Önünde bir küçük masa. Gece arkadaşımla konuşurken, ‘yahu’ dedim, ‘bu adamın buradaki hayatı ne olabilir? Merdiven altında oturan bir adam. Nasıl bir adamdır bu? ‘Üstelik benim bunaldığım zamanlar.’ Böyle bir ikilem içinde olduğum bir durum. Anavatan oteli ile bu adamı birleştirdim, kendi ruh durumumu fa yansıtmaya çalıştım. Bu roman çıktı.

Refik Durbaş ile söyleşi / Şubat 1988

- Anavatan oteli hâlâ duruyor mu Manisa’da?

- Duruyor, ama artık otel değil. Otel kapandı, yapısı duruyor.

Ya Zebercet?

O da yaşamıyor.

Peki Zebercet romanı okumuş muydu?

Yok çoktan ölmüştü. Okuyamadı. Aman Zebercet'i tanıyanlar, romanı gördükleri zaman 'aaa biz bunu biliyorduk' demişler Manisa'da.

***


Ben Zebercet karakterini biraz da çocukluğumda tanıdığım Hancı Behzat’a benzettim. Çarşının orta yerinde zamanında babası hancılık yapıyormuş. Behzat ise bakkallık yapıyordu. Mal varlıkları ile oldukça zengindiler. Fakat bunlar sadece mal varlığı olarak kaldığından kendileri oldukça yoksul yaşıyorlardı. Handa yaşamlarını sürdürüyorlardı. Şimdi düşündüğümde Behzat genç olmasına rağmen bana hep yaşlı görünüyordu. Kahverengi bakkal önlüğünün kolları eskimesin diye soluk siyah kolluklar takıyordu. Okumayı çok sevmesine rağmen, Türkiye’yi ambalaj olarak kullanılan gazetelerden takip edip, ‘ne fark ediyor ki, zaten hep aynı olaylar oluyor’ diye cevap veriyordu. Yaşlı ve aksi bir annesi, şimdi şizofren olduğunu düşündüğüm bir kardeşi vardı.

Bu topraklarda o kadar değişik öyküler var ki. Tabii işlemesini bilene…

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..