Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Anca Hatun-Muhammet

Anca Hatun - Muhammet

 

TODORİ, ÇOK DALGIN OLDUĞUNDAN EŞİNİN NE DEDİĞİNİ BİLE DUYMADI. O VERDİĞİ KARARIN HESAPLAŞMASI İÇİNDEYDİ. KARAR VERMİŞTİ VERMESİNE AMA HALA TEREDDÜTLERİ VARDI. EN BÜYÜK DERDİ DE BUNU ADELİNA’YA NASIL SÖYLEYECEKTİ.

 

Başka şehirlerde başka evler!

Kiminin bacası tüter kiminin ki çoktan sönmüştür.

Bazılarındaki ışıklar dışarılara daha kuvvetli taşar,

Bazıları mum gibidir aydınlığı dibine vermez.

Hayatlar yaşanır küçük odalarda,

Zamanlar gelir geçer…

Bir başka gün, bir başka yerde, tanıdıklarımızla birlikteyiz.

Köyün kahvesinde kahveci Todori ve Samir konuşuyorlardı. Ciddi bir konu olmalıydı sohbetleri, ikisine de uzaktan bakıldığında bu anlaşılıyordu. Todori’nin çırağının getirdiği çayları aldıklarının farkında mıydılar yoksa yetileri ile mi hareket ediyorlardı pek belli değildi. Hararetli bir konuşmanın sanki tam orta yerinde kalmışlardı… Samir endişeli, meraklıydı.

“Bilmiyorum ki oğlanın hayatını mı kurtarırım yoksa mahveder miyim? Karar vermek çok zor. Evladım neticede…”

“Sana bir şey diyeyim mi? Ben de düşünmekten helak oldum. Bir yandan diyorum ki aman verelim hayatları kurtulsun, buralarda kalsalar ne olacak sanki? Aza talim edip ömürlerini böyle geçirecekler. Osmanlı’ya versek, yeniçeri olsalar muhakkak ki çok iyi olur. Olurda çok zor be kardeşim.”

“Zor olmaz mı evlattan vazgeçeceksin. Onun hayatı kurtulsun diyoruz – diyoruz da tam da bilmiyoruz. Bunlar zalim midir? Değil midir? Evlatlarımıza hayır yapacağız derken zulmün içine mi atarız. İnan ki dün gece kirpiğim kirpiğime değmedi.”

“Al benden de o kadar. Birde annesi ne diyecek. Nasıl olacak Allah biliyor ya hiç bilmiyorum. Birde çocukları heba edersek!”

“Senin Dimitri çok zeki, çok çalışkan bir çocuk; mektepte de çok iyiymiş. Geçen gün muallimle konuşmuştum da o söylemişti. Senin oğlandan bahsetti, ondan çok memnunmuş.”

“Muallimle ben de birkaç defa konuştum. O Dimitri için buralar ona dar gelir birkaç sene sonra diyor zaten hep. Çok akıllı, çok çalışkan diyor birde çok istekli, her şeyin en iyisi olsun diye çok uğraşıyor diyor. Böyle olunca da! Dün gece onu düşündüm. Burada kalsa helak olur gider. Oralara gitse büyük adam olur mu?”

“Olur, niye olmasın?”

“Değil mi?”

Todori ayağa kalktı. Kahve boştu zaten. Birkaç masada birkaç kişi kendi hallerinde konuşuyorlardı. Samir kapının önüne çıktı, birkaç derin nefes aldı. Biraz daha düşündü. Kararını vermiş gibi döndü.

“Vermeli. Çocukların hayatları kurtulmalı. Anası önce çok ağlar. Sonra anadır evladı daha iyi olacak diye bağrına taş basar.”

“Öylemi diyorsun?”

“Vallahi ne geldi aklıma biliyor musun? Benim gençliğimde böyle bir şansım olaydı ben de buralarda mı sürünürdüm. Yarı aç yarı tok. Ben de kim bilir nerelerde olurdum.”

“Doğru söylüyorsun.”

Todori karar vermenin rahatlığı içinde derin bir oh çekti. Çayından bir yudum almak için elini bardağına götürdüğü sırada köyün çocuklarının seslerini duydu. Bağırıyorlardı.

“Osmanlı askerleri geliyor, Osmanlı askerleri geliyor.”

Todori buz gibi olmuştu. Orada öyle kalakalmıştı.

“Bu kadar erken ha?”

Samir’in heyecanı telaşa düşmüştü. Ayağa kalktı. Kapıdan dışarı bakmak için hızlandı.

“Dediğim doğru çıktı, geldiler, Vallahi geldiler.”

Sanki her şey biranda hızlanmıştı. Köylüler bir yerlere saklanmışlarda, Osmanlı Askerini bekliyorlardı kahveye gelmek için. Kahve bir anda kalabalıklaştı. Samir ve Todori öylece hareketsiz dururken köylüler askerlerden önce gelmek, içeri girmek telaşındaydılar. Todori kapıya doğru bir daha yürüdü. Atlıları üstündeki askerleri görüyordu. Kahveye doğru geliyorlardı. Belli ki birilerinden sormuşlardı. Onlar kahveye gelirken, Samir ve Todori kahvenin dışına çıktılar. Kahvedekiler de onları takip etti. Kalabalıktı gelenler, kahvenin yakınında attan indiklerinde başlarındaki onlara doğru yaklaştı.

“Selamünaleyküm efendiler. Kadı efendi fermanı duyurdu mu sizlere?”

Askerlerden biri ön tarafa kahvedekilerin yanına yaklaştı, komutanlarının söylediklerini tercüme etti. Bir sessizlik oldu. İlk konuşan Samir oldu.

“Biliyoruz. Kadı efendiden dinledik. Bizler de şimdi bunları konuşuyorduk.”

Asker, Samir’in söylediklerini komutanına tercüme etti. Ardından konuşmalar iki tarafın soru cevapları ile devam etti. Todori onlara çay ikram etti.

&

 

Gün solup rengi beyaz maviden siyaha dönüşmeye başladığı, zamanların erkenin de evinin kapısını açan Todori oldukça dalgındı. Bir karar vermişti. Ne çok zordu Yarabbi… Kararı vermek zordu, onu söylemek zordu, hele kararın olduğunu görmek hepten zordu. Ne yapacaktı bilmiyordu. Bildiği oğlunun kendi gibi dar bir kabuğun içinde birbirine benzeyen günlerle ömrünü bitirmesini istemediğiydi. O farklı bir çocuktu. Doğduğundan beri kardeşlerinden de komşu çocuklarından da hatta sınıftaki arkadaşlarından da farklıydı. Bunu herkes de bilirdi. Şimdi onun hayatı söz konusuydu. Karar vereceği zaman her şeyi düşünmüştü. Kapıyı yavaşça açtı. Her zaman aynı koku lezzetiyle içeri girerdi. Sevgili karısı yemeği yapmış, Allah ne verdiyse hazırlamış olurdu o geldiği zamana… Kapıdan bir adım atmıştı eşinin sesi geldiğinde:

“Hoş geldin…”

Bugün pek hoş gelmemişti… Adelina’ya olacakları söylediğinde onu yine böyle gülerek mi dinleyecekti!

“Hoş buldum.”

Genç kadın eşinin yüzüne bakınca bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

“Ne oldu, neyin var senin?”

“Yok. Önemli bir şey yok.”

Adelina kocasını bilirdi. Küçüklükten beri bir arada değiller miydi? Onun canı sıkkın iken yüzü nasıl hal alırdı iyi bilirdi.

“Todori. Hayırdır? Pek durgunsun; işlerin mi iyi gitmedi? Kötü bir şey mi oldu?

“Eee, ne de olsa yaşlandık artık.”

Adelina eşine baktı, gülümsedi.

Dur öyle söyleme.Daha çocuklarımızın mürüvvetini görüp torunlarımızı seveceğiz. Büyüteceğimiz Vasili var, unuttun mu?”

Todori karısına bakar başını sallar. Adelina eşinin çok konuşmayacağını anladığından:

“Ben yemeği hazırlayayım, acıkmışsındır.”

Todori, çok dalgın olduğundan eşinin ne dediğini bile duymadı. O verdiği kararın hesaplaşması içindeydi. Karar vermişti vermesine ama hala tereddütleri vardı. En büyük derdi de bunu Adelina’ya nasıl söyleyecekti.Karısı bunu asla kabul etmezdi. Zor olacaktı. Pencerenin önündeki oturmalığa oturmuştu. Dimitri’yi gördü. Koşarak geliyordu. Hızla kapıyı açtı, soluk soluğa babasının yanına geldi.

“Baba okulda okuma yarışması yapıldı, ben kazandım.”

“Sen mi kazandın?”

“Evet baba… Asıl büyük yarışma Sofya‘da yapılacakmış, muallim beni seçti.”

“Sofya’da mı oğlum?”

“Gidebilirim değil mi? Hatta aileler de gelebilirmiş, gelirsiniz değil mi baba?”

Todori bir süre konuşmadı, oğluna bakıyordu. Onu daha önce görmemiş gibi bakıyordu. Nasıl özlerim diye düşündü. Oğlunun soru soran bakışlarına baktı. Gülümsedi.

“İnşallah gideriz.”

“İnşallah deme sen ne zaman öyle desen olmaz.”

Todori, oğlunun saçını okşadı.

“Dur acele etme annenle de konuşalım.”

Todori’nin aklı başka yerdeydi. Oğlunu tam da anlamamıştı. Sofya’ya gideceklerini söylemişti, okulda birinci olduğunu. O zaten oğlunun bu üstün meziyetlerini bildiği için onunla ilgili kararlar vermek istiyordu. Biliyordu ki Dimitri başarırdı… O her zorluğun altından rahatlıkla kalkardı. Acaba! Bir anda içine bir sıkıntı düştü. Oğlu buralarda böyleydi, yaban ellerde aynı olur muydu? Her horoz kendi çöplüğünde öter misalimi hareket ediyordu yoksa?

“Yok – Yok öyle değil.”

Dediğinde eşi içeri girmişti.

“Ne öyle değil!”

“Bir şey yok kendi kendime konuşur oldum son zamanlarda.”

“Diyorum da sen beni dinlemiyorsun. Sende bir gariplik var.”

“Yemek hala hazır değil mi?”

“Hazır. Haydi, sofraya gelin.”

 

Nazan Şara Şatana’nın ANCA HATUN – MUHAMMET AŞKI yayınlanmak üzere hazır olan romanından…

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....