Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '12

 
Kategori
Söyleşi
 

Anı Yaşamak, Normalin Gücü ve Kontrastı

Anı Yaşamak, Normalin Gücü ve Kontrastı
 

Akıp geçecek hepsi, durmadan hiç durmadan...


Hani bir Carpe Diem felsefesi vardır, Horatius’un sözüdür, doya doya yaşamaya dair her daim zikredilir. Kum saatinin geniş kısmından dar kısmına doğru akar her şey. Geniş olan kısım geleceğin, daralan kısım yaklaşan anların ve en dar kısmı da yaşanan anın birebir timsalidir. Yaşanan an geçip, akıp gittikten sonra yeniden genişler zaman. Biz o kum saatinin hep o daracık kısmındayızdır. Akışın yönünde döner kimi zaman geleceğe, kimi zaman ise geçmişe yüzümüz. Ne kadar da normaldir orada tutunamamak...

İşte o tutunamayışın hikayesidir Carpe Diem aslında. Sıkışıp kalmadan, tek bir kum tanesinin geçebileceği o noktada kavrayabilmektir; gelmişi, geçmişi, geleceği, o anın zaferini. O anın dışında her şeyin anlamsız olduğunu bilmektir. Ki o zafer, bilgeliğin anahtar deliğidir.

Normaller değil midir kalabalıkları besleyen. Bir toplulukta kabul görmüş ise normalleşir tüm rezillikler. Sonra iç ses der ki: “Torpilsiz işe girilir mi?”, “Kız milleti değil mi?”, “Olmaz bir şey, kim anlayacak?”, “Tabii ki millet işi kendi adamına verecek.”, “Nasıl olur, birileri devletimize zeval vermez mi?”, “Aman efendim, Camelot’ta akşam yemeği mi servis ediliyor size, biz de yeriz, neden olmasın?”, “Kesin bir fesat vardır bu işin içinde, “Adam ailesini kesmiş.”, “Bu düzenin çivisi çıkmış zaten, bizim yaptığımız ne ki?”, “Vay be, el alem neler yapıyor”...

Ha babam de babam, farkında olmadan büyüyen düşünce yumakları herkesin kafasında düğüm düğüm. Normal mi bunlar? Tekrar düşünelim. Hepimizin bildiği, kocaman, görünmez, “normal” bir anormallikler silsilesi halinde kum saatinin tam da geniş gövdesinde dolanıyorlar. Gizlice kumların arasından yavaş yavaş sızıyorlar, yaşanan ana doğru. Yaklaştıkça da güçlenip büyüyorlar bu düğümler. Anı yakalamamamız için önünü kesiyorlar o kum taneciğinin tam akacağı anda. Dur, yapma dercesine. Olmaz ki, böyle de yapılmaz ki...

O anın tam kontrastı, kaygıları yok edici, pembe ve güçlü umutlar yetişip o düğümleri çözebilirse, geçiş açılıyor. Hür ve sevinçli bir küçük an yaşanabiliyor hiç anlamadan ve kum taneciği bütün o karmaşadan sıyrılabiliyor. Zaman mı genişliyor o anda bilinmez. Kim bilir, belki de o umudun sihri sayesinde tüm düğümler bir anda, dizlerimizin bağı gibi çözülüveriyor. Teslim oluyor her şey akıp giden o ana...

Peki ya umut yoksa? Sihri bozulmuşsa, gücü azsa, yetişemiyorsa...
Duruyor zaman. Kilitleniyor hayat.
Stres, yukarıdan baskılayan akışın önünde duramamanın acısı.
Tutunmaya çalışmaktan.
Düğümlere dolanmaktan.
Dolandıkça daha da sıkışmaktan.
Kaçmak isteyip de kaçamamaktan!
… Davacı herkes madem,
Diyorum ki o zaman…
Vazgeçelim tutunmaktan.
Bırakalım akışına.
Hücrelerimizin arasında dolaşsın yaşamın tüm enerjisi...
Madem ki tutamadığımız tek şey şu nefes.
Derin bir soluk ile dolsun tüm hücrelerimiz.
Sonra konuşsunlar birbirleriyle.
Tertemiz hava yenilesin hepsini.
Bedava olan tek şey o kaldıysa dünyada,
Onu dolduralım içimize.
Yaşayalım her hücremizle şu anı.
Anı yakalayalım.
Nefsin yerini, enfes bir nefes alsın.

Herşeye rağmen, yaşanacak anları yakalayabilmek dileğiyle...
Muhabbetle kalınız.

 
Toplam blog
: 149
: 652
Kayıt tarihi
: 07.04.10
 
 

Sazsız söze ezgiler diziyoruz, birer birer. "Kim" olduğumuzun belli olmadığı bu dünyada K..