- Kategori
- Anılar
Anılarda İnebolu lll. bölüm (son)
Ertesi yıl, yani 1976’da okuldan mezun olduktan sonra, ben öğretmen olarak Sivas’a, Hayri de burs aldığı SSK’nın Beşiktaş - Çirağan’daki İhtiyarlık Sigortasına atanmıştı. Her ikimiz de görev yerlerimize giderek, çalışma hayatına merhaba demiştik. Şubat tatilinde Ankara – İçcebeci, Uzungemiciler Sokağı’ndaki evimizi ve eski sakinlerden akrabam olan Naşit Kabil’i ziyarete gittiğimde, yerimizi yeni gençlerin aldığını gördüm. Benim odama , İnebolu’dan tanıdığım ve daha önce kendisinden övgüyle söz ettiğim Hayri’nin ODTÜ’ni kazanan büyük yeğeni yerleşmişti. Bu övgünün düzmece bir methiye olmayıp, bütün özel ve güzel nitelikleriyle sonuna kadar hak edilmiş bir başarı olduğu, anlatacaklarımla daha iyi anlaşılacaktır. ODTÜ’ni kazanma başarısı bir yana, daha hazırlık sınıfında iken, öğrenme tutkusuyla haberleri BBC radyosundan dinleyen, günlüğünü İngilizce olarak tutan genç bir adam için iltifata ve abartıya hiç gerek yoktu. Adam olacak delikanlı kendini belli etmiş, bir yıl sonra ayni bölümü kazanan kız kardeşini de ardı sıra sürüklemişti. Üniversite yaşamını öylesine disipline etmişti ki, sabah erkenden okula giderken öğleden sonra derse girecek kardeşine biraktığı notta, bir sonraki günün ders kitaplarını masasında, sayfa numarasına göre hazırlamasını tembihlediğini, Hayri’nin anlattıklarından dinlemiştim. Böylesine başarılı, alçak gönüllü, dürüst, çalışkan, daha pek çok sayamayacağım kadar üstün nitelikleri olan birinin odama yerleşmiş alması, beni son derece gururlandırmış ve mutlu etmişti.. Mutluluğumu pekiştiren bir başka etken de, henüz lise öğrencisi iken başarılı olacağı yönünde kendisinde gördüğüm ışığın, daha o günden parıldadığını tahmin etmiş olmamdı. Bu düşüncemi o yıllarda Hayri’ye söylediğimi hatırlıyorum. Konu ile ilgili görüşümü özetliyecek olursam ; “Nasıl sanatkar olunmaz, doğulursa, ” benzer mantık yürütme ile , “Bilim insanı olunmaz, doğulur. “ önermesinin de doğru olacağı savına dayanıyordu. Bakalım bu iddia ne kadar gerçekleşecekti…?
Üniversite mezuniyeti sonrası nadiren de olsa, Hayri ile buluşabiliyorduk. İstanbul’a tayın olduğum 1981 yılından itibaren çalışma hayatının ve İstanbul gibi metropol bir kentin zor yaşam koşulları, sık sık bir araya gelmemizi engelliyordu. Görev yeri değişimi nedeniyle Hayri’nin bir ara Aksaray’a gitmesi de, görüşme trafiğini iyice aksatmıştı. Her şeye rağmen hepimizi kuşatan toplumsal yaşam, bütün alanlarda olanca hızıyla devam ediyordu. Rutin gelişmelere bakıldığında, evlenmeler ve doğumlarla nüfusumuzun arttığı, ailelerimizin genişlediği, çalışanlar yaşlanıp emekli olunca, boşalan kadrolara yeni mezunların atandığı, bebeklerin büyüdüğü, yaşlıların bu dünyadan göçtüğü gibi değişimlerin olduğu görülmektedir. Türk Lirası’ndan altı sıfırın atılması, içleri boşaltılan bankaların hazine desteğiyle yeniden ekonomiye kazandırılması, İMF’ nin dayattığı çıpalı kur sisteminin anayasa fırlatma olayı ile ekonomik krize dönüşmesi ve ülke ekonomisinin %30 küçülmesi, ekonomiye katkısı ve halka yansıması anlaşılamayan özelleştirmelerin hizla devam ettmesi, işsizlik oranının had safhaya ulaşması, ekonominin başına İMF uzmanı Kemal Derviş’in getirilmesi, Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesi, geçtiğimiz dönem Avrupa Kupası finallerine katılamayan Türk Milli Futlol Takımı’nın cezalandırılmasına karşın, katılma hakkını kazanarak finallerde kendinden sıkça söz ettirmesi, Avrupa’da bir yandan AB entegrasyonu devam ederken, öte taraftan SSCB, Yugoslavya ve Çekoslovakya’da bölünmelerin olması, Michail Gorbaçev’in Glatsnos (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) açılımından sonra Doğu Boku’nun yıkılması ve SSCB’nin dağılma sürecine girmesi ile Birliğe bağlı devletlerin bağımsızlıklarını kazanmaya başlaması, Yugoslavya’daki etnik iç savaşın federe devletlerin bağımsızlıklarını ilan etmesiyle sonuçlanması, dünyanın birçok yerinde kuraklıktan ve açlıktan milyonlarca insanın yaşamını yitirmesi, İran - Irak Savaşı’nın 9 yıl devam etmesi, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi, ülkemizde ve dünyada siyasi iktidarların değişmesi, bu değişimin bazen seçimle, bazen de güç kullanılarak olması, 11 Eylül saldırısından sonra Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmeye başlanması ve ABD’nin sonunda Irak’ı işgal etmesi, Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi, Afrika’da onbinlerce insanın öldüğü kabile savaşlarının olması, ülkemizin içinde bulunduğu kronikleşmiş terör olayları, kazalar ve doğal afetler yüzünden sivil - asker onbinlerce insanımızın hayatını kaybetmesi, ailelerin yok olması, çocukların öksüz ve yetim kalması gibi gelişmeler hepimizi derinden etkiledi ve düşündürdü. Çeşitli mutluluklar ve üzüntüler yaşadık. Bu değişim ve dönüşüm süreci içinde istemiyerek de olsa, ben de yaşlanarak, emekliler kervanına katıldım. Yeni yaşamımda oyalanacak, dünyadaki bu gelişim ve değişimi sürekli izleyecek, aktif bir uğraşı arıyordum kendime. Birikimlerimi birileriyle paylaşmayı önemli bir sosyal sorumluluk görevi olarak kabul ettiğim için, Milliyet Blog’da fikir ve görüşlerimi yazmayı düşünüyordum. Bu maksatla, bloglarda yazılanları ve yazarları inceleyerek işe koyuldum. Aaa, aaaa…! Bir de ne göreyim, İnebolu’dan gözlemlediğim ve sonra ODTÜ Kimya Mühendisliği Fakültesini kazanarak Ankara’daki öğrenci evimize yerleşen Hayri’nin büyük yeğeni karşımda değil mi..! Tam 33 yıl aradan sonra yollarımız Milliyet Blog’da bir kez daha kesişmışti. Bu uzun süre içinde değişimini özetle anımsattığım dönemde, bu genç adam ne kadar etkilenip değişime uğramıştı acaba , kim bilir ? Bunu öğrenmek için yazdığı binlerce yazıyı incelediğimde, çok ilginç sonuçlarlara ulaştım. Dünyada ve ülkemizde gelişen pek çok farklı olay ve konuyu, kendi alanlarında bir uzman maharetiyle irdeleyecek ve yorumlayabilecek kadar değişmişti. Yani, dünya ve Türkiye gündemini hem yakından izliyor, hem de bizzat yaşıyordu. Değişime açık olmayan tek yönü ise, soyadına özgü bir İnebolu tutkunu olmasıydı. Atalarımızın bir sözü vardır, “Bir insanın fikri neyse, zikri de odur.” diye. Bu yazdığı bloglar ayan beyan ele vermişti kendisini. Tanıyabildiğim kadarıyla, o kadar açık, net ve dürüst bir insan ki, yakın çevresinden başlayarak geniş çevreye doğru sıraladığı önceliklerini ve hassasiyetlerini hiçbir sakınca görmeden kendi özelini bile en ince ayrıntısına kadar sanatsal bir duyarlılıkla yansıtmıştı yazılarında. Ama bilim adamı kimliğini öne çıkarmadan yapmıştı bu işi … Fotoğraf çekme hobisine rağmen, bir resmini bile eklememiş yazılarına. Ne kadar çekingen olduğunu buradan çıkarabiliyoruz. Kendisini bu yazımla ön plana çıkarmış olmamdan sıkılıyor, belki de öfkeleniyordur bana için için. Sürükleyici üslübu ve yorum yapmayı kolaylaştıran içeriği ile yazdiğı binlerce blog, kendisiyle ilgili bilgi toplayabileceğim iyi birer veri kaynağı oldu benim için. Soluk almadan büyük bir zevkle okudum. Okurken çok üzüldüğüm, göz yaşlarımın yanaklarımdan süzüldüğü anlar olduğu gibi, çok mutlu olduğum anlar da oldu. Ailesini, yakın akrabalarını, doğduğu köyü, çocukluk anilarını ve arkadaşlarını, sevdiklerini, kendisini derinden etkileyen sevinçlerini ve kederlerini, başarısında aracı olan okullarını ve öğretmenlerini, büyük ve vazgeçilmez bir tutku ile bağlı olduğu İnebolu’yu doğal çevresiyle birlikte, bir yanda kedi, köpek, kaplumbağa, güvercin, hatta salyangoza varıncaya dek birçok hayvanı anlatırken, diğer tarafta kardelen çiçeğinden menekşeye, sabah çiçeğinden ay çiçeğine, nilüferden gelinciğe, papatyaya kadar birçok çiçek ve bitkiyi de yerel adlarıyla birlikte resimlerle somutlaştırarak aktarmış okurlarına.. Saymayı ihmal etmediği dörtyüzonüç basamaklı merdiveni de eklemeyi unutmamış. Bir başka yazı dizisınde de kentin tarihi değişimini ve doğal dokusunu ayrı ayrı ele alarak, sanat yapıtlarını, Salih Reis’in heykelini, Şehit Şerife Bacı Anıtını, Atatürk’ün balmumu ve bronz heykelini, çadır tiyatrosundaki Boncuk adlı tel cambazını ve başlıklarını burada ayrı ayrı yazmanın mümkün olamayacağı binlerce konuyu ve bu konuları tespit eden resim galerilerini, İnebolu’nun ve Türkiye’nin tarihine ışık tutacak belgeler olarak, adeta mekik oyası işler gibi örmüş yazılarında.. Siyasetten spora, eğitimden kültüre, basın yayından bilişime, dil eğitiminden dil bilimine, ekonomiden kamu yönetimine, fotoğraftan trafiğe, bilimden sanata, yerel yönetimden merkezi yönetime uzanan geniş bir yelpaze içinde ele alarak işlemiş konuları. Yerelden evrensele uzanan bir çizgi izleyerek… Benimsediği küresel ilkelerle belli bir çevrenin sahipleneceği mahalli ve ulusal bir değer olmaktan çoktan çıkmış, o artık evrensel bir boyut kazanmıştır. Ama, mütevazı kişiliğiyle taşıdığı pekçok özelliği açığa vurmaktan sakınmış, ”Yedisinde neyse, yetmişinde de odur” dedirten tarzda oturmuş, kararlı ve her zamankı alçak gönüllü, sade çizgisini sürdürerek…. Anıların başlangıcından beri zaman zaman profilini üstü kapalı ifade etmeye çalıştığım bu nitelikli insan kim diye merak ediyorsunuzdur? Aslında, yakın hemşehrileri ve Milliyet Blog yazarları bu müstesna insanın kim olduğunu çok iyi biliyorlar. Belirli aralıklarla ince bir çizgi halinde verdiğim ip uclarından, kim olduğunu tahmin edenler de olmuştur. O’nu hep Hayri’nin büyük yeğeni olarak dile getirdiğim için, tereddüt etmiş olabilirler. Ama, o hiç kimsenin gölgesine sığmayacak kadar farklı kimlikler edinmiş, yakınlarına gönülden bağlı, istisna bir insan. Eşi ve benzeri olmayan bir fenomen. Milliyette yayımlanan bloguma ilk mesajı da o yazmıştı. İşte mesaj metni:
“1970’ler….
Merhaba…. Hızır Kabil adını görünce acaba 1970’lerde Ankara İçcebeci Uzungemiciler Sokak’ta oturan Hızır ağabey olabilir mi acaba diye düşündüm. Saygılarımla.
Aydin Tiryaki.”
Yazdığı mesajda belirtiği adresle, ev arkadaşım olduğunu doğrulamıyor mu? (1) Kısaca, beni İnebolu’dan Kastamonu’ya götüren Sacit bey ve Feride hanımın büyük oğlu, Aysel ve Altan’ın ağabeyi, Hayri ve Ali Tiryaki ile Sevim hanımın yeğeni olan AYDIN TİRYAKİ .(2) Böyle bir evlat yetiştirdikleri için ne mutlu o anne ve babaya. Gördünüz işte kim olduğunu. ODTÜ’de İstatistik Profesörü olarak görev yaptığını ve en son halini görüntüleyen fotoğrafını sayın Sabiha Rana’nın kendisiyle yaptığı “Onlar Kocaman Çocuklar” adlı röportaj dizisinden izliyor ve öğreniyoruz.(3) Dürüst, samimi ve naif kişiliğine ne kadar da çok yakışıyor universallık. Sayın Rana’nın “Onlar Kocaman Çocuklar “ yakıştırmasını da sadelik, saflık, samimiyet ve dürüstlük anlamında yerinde bulduğumu ifade etmek isterim. Benim için daha da önemlisi, “Bilim adamı olunmaz, doğulur ” savımın ispatlanıyor olmasını bugün artık kanıtlıyor olmamdı. Ama o, sahip olan herkesin övünebileceği bu akademik ünvanını asla öne çikarmadı. Rana hanımın yazısını okuyuncaya kadar ben de akademik ünvanının ne olduğunu bilmiyordum doğrusu. Ne kadar mütevazi biri, değil mi…? Yakınımız olmasa da, ülkemizin çok ama çok ihtiyaç duyduğu, saygı duyulması gereken örnek bir bilim insanı profili. İçinden işte böyle olmalı diyesi geçiyor insanın… Tam da ülkemizde bilim insanı olma normlarının tartışıldığı bir zamanda…Laf üreten değil, bilim üreten, sistem üreten, çözüm üreten, hoşgörülü , alçak gönüllü, hümanist, sevgi dolu, dürüst, üstelik de çok üretken bir akademisyen. Hem de adam gibi adam. Yakın geçmişte kaybettiği kardeşi Altan’ın çocukları Çağla ve Sıla için söylediği, “ Yeğenlerim Çağla ve Sıla en değerli varlıklarım “ sözleri, ne kadar hümanist olduğunun çok açık göstergesidir. (4) O sadece amcası Hayri veya yakınlarının kıvanç duyacağı biri değil, evrensel nitelikleriyle ailesinin, Yeşilöz Köyü’nün, İnebolu’nun, Kastamonu’nun, ODTÜ’ nin ve tüm Türkiye’nin iftihar edeceği değerli bir insan.
Yörelerin, kurumların ve beldelerin ünlenip saygınlık kazanmasında sadece tarihi zenginlikleri, doğal güzellikleri ve altın madalyalı olmaları yeterli değildir. Kaliteli bireylerden oluşan sosyal dokuları da bu çevrelerin tanıtılmasında ve olumlu imaj yaratılmasında çok önemli rol oynar. Bu bağlamda, beldeleri ile ilgili yazılanları izleyen ve ortak kültürel değerleri benimseyip paylaşan İnebolu halkının da ilçelerinin tanıtılmasında büyük payı vardır. Hangi etkili iletişim aracını kullanırsanız kullanın, nitelikli insan unsuru olmadan iletişimi etkili, tanıtımı sürekli ve kalıcı yapamazsınız. İnebolu’nun tanıtımında da, yetiştirdiği Aydin Tiryaki gibi özel kişilerin yazdıklarıyla, çizdikleriyle ve çektiği resimlerle küçümsenmeyecek bir katkı yaptığı, bu vasıta ile zihinlerde İnebolu hakkında pozitif bir resim oluşturduğu bir gerçek. Dışardan bir gözlemci olarak kişisel görüşüme göre, Aydın Tiryaki’nin yazılarıyla yere göğe sığdıramadığı ve soyadı gibi tiryakisi olduğu İnebolu’ya karşı olan görevini fazlasıyla yerine getirdiğine inanıyorum. Yakın çevresinin desteğinden güç almayan hiçbir başarının kalıcı olamayacağı inancıyla, Aydın kardeşimizi daha yüksek sosyal sorumluluk mevkilerinde görebilme ümit ve beklentisiyle, şimdi sahip çıkma sırasının tüm yakınlarında ve İnebolulularda olduğunu düşünüyorum.
Mümkün olduğunca objektif olarak aktarmaya çalıştığım bütün bu anılar yaşanmamış olsaydı, belki de geride kalanlara birakacak başka hiçbir şeyim olmayacaktı. Sayın Aydin Tiryaki’yi bu yazdıklarımla gündeme getirirken, gereği gibi tanıttığıma inanmiyorum. İnancım odur ki, onun ünü belki de beni ebedileştirip, geleceğe taşımaya vasıta olacaktır. Son söz olarak da, sayın Aydın Tiryaki’nin amcası, değerli sınıf arkadaşım Hayrı’nin beni hala eskisi kadar sevdiğinden emin olmasam da, ben onun yeğenini en az onun kadar seviyorum.
Karamürsel, 21 Tmmuz 2008-07-21
1.) http://blog.milliyet.com.tr/Mesaj.aspx?UyeNo=236936#73935
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=76368
2.) http://blog.milliyet.com.tr/Blogger.aspx?UyeNo=555590
3.) http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=79270
4.) http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=32570
Not: Bu yazı dizisi hazırlanırken , kaynak olarak Aydin’in Dağarcığı’ında yer alan blogların yaklaşık hemen hepsi tek tek okunmuş ve galerilerdeki resimler incelenmiştir.