Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '08

 
Kategori
Anılar
 

Anılarda İnebolu ll. bölüm

Anılarda İnebolu ll. bölüm
 

Ailenin bir ferdi olmuştum, beni hiç yadırgamadan bağırlarına basmışlardı. Doğrusu ben de kendimi onların bir parçası olarak hissediyordum. Bu yakınlaşmada aynı yöresel kültür kökeninden gelmiş olmanın yanında, ev sahiplerimin sicak ilgilerinin de çok büyük payı olduğu bir gerçek. Onları bu vesile ile buradan bir kez daha rahmetle ve saygıyla anarken, bu yazımı da aziz hatıralarına sunmayı kaçınılmaz bir görev olarak kabul ediyorum. Hayri ve ben iki kardeş gibi, yeni onarılan üç katlı ahşap evin bağımsız bölümü olan giriş katında kalıyorduk. Sabah kahvaltısı ve akşam yemeklerinde üst kata çıkıyor, anne ve babaları Almanya’da olan üç yeğeniyle birlikte yeyip, uyku zamanı tekrar alt kata iniyorduk. Genellikle, geç saatlere kadar canlı müzik yapılan kafelerde oturduktan sonra eve dönüyorduk. Gündüzleri de belli bir düzen içinde, güneşlenmek ve denize girmek için, mendireğin kuytusundaki liman sahilinde, üzerinde büyük kayalar olan kumsaldaki yerimizi alıyorduk. Burası İnebolu’nun sahil çıkışındaki tepenin Abana tarafına bakan dik yamacın önünde, Hayri’nin babasının da çalıştığı Etibank Bakır İşletmeleri’nin hemen yan tarafındaydı. Güneşlenmek için sirt üstü yattığımız yerden hareket halindeki teleferik potalarının havadan limana geliş gidişlerini ve Abana’nın diş mahallelerini seyredebiliyorduk. Abana ismi, Limasollu Naci’nin o yıllarda Abana’da açtiği yabancı dil yaz okullarını çağrıştırıyordu bana. Bazan tanıdıkların da bize katıldığı kumsaldaki sabit mekanımızın müdavimlerinden biri de, Hayri’nin lisede okuyan ve büyük bir hayranlıkla gözlemlediğim ve ikimizin de beğenerek taktir ettiğimiz bir dünya beyefendisi olan büyük yeğeniydi. Daha henüz sakalları bile çıkmamıştı o dönemde. Disiplini, ağırbaşlılığı, kibarlığı, tavır ve davranışlarıyla yaşıtlarına göre çok daha olgun, terbiyesi ve dürüstlüğü yüzünden okunan, örnek alınması gereken bir delikanlıydı. Yüzmeye gelirken hemen her gün yanında kitap getirmeyi asla ihmal etmez, önce kumsalı yatabileceği biçimde oyar, kolları dışarda kalacak şekilde vücudunu kumlarla örter, sonra da kitabı rahat okuyabileceği göz hizası çizgisine gelecek şekilde ayarlardı. Yanıbaşında duran ve durmadan konuşan bizleri hiç kale almaz, saatler sonra okumaya ara verince denize girerdi. Ben orada iken kaç kitap bitirdiğini bilemiyorum. Bildiğim tek şey, okuduklarından çikardığı doğru sonuçları özümseyip, benliğine katmış olduğuydu.. Sahil kesiminde dalgaların deniz suyunu bulandırdığı rüzgarlı bir gündü. O günü hatırladıkça, hala korkudan ayaklarımın bağının çözüldüğünü hissediyorum. Hayri önde ben arkada mendireğin ucuna doğru yüzüyorduk. Karadenize açık olan mendireğin ucundaki kayalar, kabaran dalgaların etkisiyle bir görünüp bir kayboluyor, kayalıklara çarpan sular ürkütücü bir foşurtuyla köpürüp dağılıyordu. Uc noktasına yaklaştığımızda, yorgunluktan bir an önce karaya çıkmak istiyorduk. Fakat suların derinliğini kontrol etmek zor olduğu için, nasıl bir durumla karşılaşacağımızı tahmin edemiyorduk. Sudan çıkarken kayalıklara çarpma ve boğulma ihtimali de vardı. Geri dönecek gücümüz de kalmamıştı. O suları benden daha iyi tanıyan Hayri, sonunda karaya ayak basmıştı. Ancak, gücü ve dermani tükenen bendeniz, dalgaların daha da şiddetlendiğini sanarak, korkularımı iyice büyütmüştüm. Çaresiz çırpınışlarım devam ederken, Hayri de dışardan beni cesaretlendirmeye çalışıyordu. Öyle bitap düşmüşüm ki, suyun üstünde duracak gücüm kalmamıştı. Kendimi serbest birakınca, ayağımın yere değdiğini anladım. Deniz korkuturken, toprağa basmak nasıl da sımsıcak güven duygusu veriyor insana… Denizde boğulmaktansa, toprak olmayı yeğlediğimiz için mi acaba…Yaşadığım bu tehlikeli durum bile, beni orada yüzme fikrinden caydıramamıştı.

Bir başka gün Hayri ile eve gittiğimizde, evde tanımadığımız yabancı bir erkekle karşılaşmıştık. Henüz kim olduğunu sormadan, yeğenlerin kıs kıs gülüşmesinden bunda bir bit yeniğinin olduğunu sezinledik. Meğer, çocuklar babaanneyi boyayıp erkek kılığına sokmamışlar mı…Komik olarak nitelendirebileceğimiz bu olay, aslında sevgi, saygı ve höşgörüye dayalı aile içi iletişime ve eğitime çarpıcı bir örnektir. Jenerasyon farkını ortadan kaldıran aile büyüklerinin bu yaklaşım tarzı, çocukların ruhsal gelişimine ve kişilik oluşumuna pozitif katkı yapan çok önemli bir faktördür.

Kadınlar Pazarı’nın açık olduğu bir gündü. Gelip de görmeden dönmeyelim diye, pazarı ziyarete gittim. Rengarenk ipekli peştemallar (5) giyinmiş, geleneksel kıyafetleri içindeki köylü kızlarını gördüğümde, pazarladıkları ürünlerin yanıbaşındaki duruşlarıyla bir satıcıdan ziyade, adeta birer manken gibiydiler. Kendi yöremden hiç de yabancısı olmadığım, renk cümbüşü oluşturan bu giyisilerin sadece kuşanmasında farklılıklar vardı. Burada peştemallar önde, Rize’de ise arkada düğümleniyordu. Aşınası olduğumuz bu mahalli kıyafetlerin, özellikle yabancıların ilgisini çekeceğine inanıyorum.

Hayri’nin babasının anlattığına göre, sabah namazına gitme bahanesiyle erkenden kalkan bazı İnebolulu erkekler, namaz yerine güveç yemeye gitmeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdi. Sınırlı miktarda pişirilen güveçten yeme şansını yakalamak, sabah erkenden kalkmayı gerektirirmiş. Bu ilginç kahvaltı usulü, İnebolulu erkekler arasında o yıllarda sohbet ve espiri konusu olmuştu. Dilden dile dolaşan bu otantik güveçten hiç yeme şansım olmasa da, doğrusu bu garip alışkanlığın bugün hala devam edip etmediğini merak ediyorum.

Ankara’ya dönme israrımı sürekli engelleyen Hayri, her defasında önüme bir sorun çıkarıyordu. Arada bir Boyran Altı’ndaki kafeleri de ziyaret ederek ve oradaki doğal plajları görerek çevreyi iyice tanımıştım. Çok kısa süreli de olsa, yakın akrabalardan enişte Mustafa beyle de tanıştığımı anımsıyorum. Sonra birkaç günlüğüne İnebolu’ya gelip dönecek olan Almanya’daki ağabeyisini beklememi ve onun özel otomobiliyle Kastamonu’ya kadar gidebileceğimi söleyerek, bir süre daha gitme israrımı ertelemeye ikna etmişti beni... Sonuçta gerçekten de ağabeyisi ve yengesiyle birlikte, sırtını Küre dağlarına yaslamış olan İnebolu’nun virajli yollarını tırmanarak, Küre üzerinden Kastamonu’ya doğru ardımıza bakarak yol almaya başladık.Ardımıza bakarken, geride belki bir daha asla göremeyeceğimiz iyiliksever, muhlis ve müşfik insanların anıları ile doğal güzellikleri ve tarihe altın harflerle kazınmış, altın madalyalı İnebolu’yu birakmıştık… Karşılandığımdan daha sıcak ve olumlu duygularla, moralim düzelmiş olarak veda ediyordum, vefalı dostları barındıran bu şirin beldeye… Kastamonu’ya kadar birlikte yolculuk ettiğim Hayri’nin ağabeyi ve yengesine veda ettikten sonra, farklı istikametlerde yolumuza devam ettik. Onlar Almanya’ya ben Ankara’ya doğru….Farklı istikametlere yönelen yollarımızın ileride yeniden kesişmesi, bakalım bize neler gösterecek..?

http://www.karalahana.com/karadeniz/giyim/index.htm

Devam edecek.......

 
Toplam blog
: 72
: 1140
Kayıt tarihi
: 09.12.07
 
 

Rize merkez ilçeye bağlı Yiğitler Köyünde doğdum. Lise bitinceye kadar ilk gençlik yıllarımı geçird..